Kutbüddin-i Bahtiyar Kâki Hz.
Hâce Kutbüddîn Hazretleri bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Delhi'ye gitmek üzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman, hocamın huzuruna çıktım. Külâhını başıma koydu. Mübarek elleriyle sarığı sardı. Sonra, hocası Osman Hârûnî'ni asasını, kendi okuduğu Kur'an-ı Kerim'i seccadesini, nalınlarını verdi ve sonra: "Bunlar, bana Hocam Hâce Osman Hârûnî tarafından emanet edilen ve Çeştiyye büyüklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emanetleridir. Şimdi bunları sana veriyorum. Bunlara layık olduğunu, senden önce bu emanetleri taşıyanların yaptıkları gibi güzel hizmet ederek isbat etmelisin. Eğer bunlara layık olmazsan, ben, bu emanetleri layık olmayan birine teslim ettiğim için, Resûlullah'ın ve bu emaneti bizlere ulaştıran mübarek büyüklerimizin huzurunda mahcub olurum" buyurdu. Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn bu nimetlere şükür olarak ve çok mesuliyyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi için Allah-ü Teala'ya niyaz ile iki rekat namaz kılıp, gözyaşları içinde dua etti. Sonra Hâce Muînüddin-i Çeşti Hazretleri, bu kıymetli halifesinin (vekilinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan bütün ilim ve halleri sana vererek, kendimin bulunduğu mertebeye seni yükselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allah-ü Teala'ya emanet ediyorum dedi.
Bundan sonra Hâce Kutbüddîn Hazretleri, elini öpmek için eğildi. Hocası müsaade etmeyip, hemen onu kaldırdı. Muhabbete sarıldılar. Hâce Muînüddîn Hazretleri'nin talebelerine bir tavsiyesi de; "Büyüklerimizin bildirdiği saadet yolundan ayrılmayınız! Bu mübarek vazifede cesur bir er olduğunu isbat ediniz, gösteriniz!" şeklindeydi. Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirine sarıldılar ve gözyaları içinde ayrıldılar. Hâce Kutbüddîn, Delhî'ye geldikten yirmi gün sonra da, Hâce Muîniddin-i Çeşti ahirete intikal etti.
Delhî'de Sultan Şemseddîn, Hâce Kutbüddîn Hazretlerine fevkalâde bağlı, önde gelen talebelerinden idi. Hâce Hazretleri sözünü dinleyen herekese yaptığı gibi, sultan olan bu talebesine de, dinleyenlerin dünya ve ahiret saadetine kavuşacakları çok kıymetli nasihat ve tavsiyelerde bulunmuştu. Ona, Hazret-i Ömer gibi ve Ömer Abdülaziz gibi bir sultan olmasını, âdil olmakta, mazlumun hakkını korumakta, insanların ihtiyaçlarını gidermekte, onlar gibi olmaya gayret etmesini, geceleri uyanık kalmasını, ibadet ve taatle meşgul olmasını, uyku bastıracak olursa, abdestini tazelemesini, böylece namaz kılmaya, ibadet ve taat yapmaya devam etmesini söyledi. Gece, hizmetçileri dahil hiç kimseyi uyandırmamasını, rahatsız etmemesini bildirdi. Gece karanlık bastırdığında, tedbil-i kıyafet ederek, tanınmamak için, fakirlerin giydiği bir elbise giyerek şehri dolaşmasını, fakirlerin ve ihtiyaç sahiplerinin kapılarını çalarak onlara gizlice yardımda bulunmasını tenbih ederdi. Camilerin devamlı kontrol edilerek, rahatça ibadet edilmesine mâni olan bir şeyin bulunmamasını, varsa derhal yok edilerek, Müslümanlar'ın gayet rahat ibadet edebilmelerini temin edebilmesini sultana emrederdi. Gündüz olduğunda, sarayın, bütün sıkıntıların çaresine bakıldığı bir yer olmasını, geceyi aç geçirmiş olanların aranıp bulunmasını, saraya çağrılarak yardım edilmesini tavsiye ederdi. Nerede, kime bir sıkıntı veriliyorsa, sıkıntıyı verenin sarayın adamlarından biri bile olsa derhal cezalandırılmasını, ahaliden dinli dinsiz hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasını emrederdi. Hatta bu gibi hallerin derhal tesbit edilebilmesi için sarayın çatısında bir kulübe bile yapılmıştı. Allah-ü Teala'nın huzurunda ağırlığını taşıyamacağı mesûlîyetlerin, işitmeye tahammül edemeyeceği, izah etmeye imkan bulamayacağı şikayetlerin ortaya çıkabileceği kıyamet günüden çok korkmasını emrederdi.
Buyurdu ki: Biliniz ki, şu dört şey tasavvufun esaslarındandır: 1) Bu yolda yürümek arzusunda bulunan bir veli, aç ve fakir olsa da, halinden şikayetçi olmamalı, dışarıdan, tok ve hali vakti yerinde görülmelidir. 2) Fakirleri, maddi ve manevi doyurmalıdır. 3) Allah-ü Teala'nın ihsan ettiği nimetlere şükredemediği, O'na layık ibadet yapamadığı, akıbetinin nasıl olacağını bilemediği için kendi içinden daima üzgün bir halde bulunmalı, fakat başkalarını üzmemek, asık suratlı imiş gibi görünmemek, onların da rızalarını, sevgilerini kazanabilmek için dışarıdan çok neşeli, mesûd ve memnun görünmelidir. 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli, insanlara karşı lüzumlu naziklik ve sevgiyi her zaman göstermeli."
Hâce Kutbüddîn Hazretleri bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Delhi'ye gitmek üzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman, hocamın huzuruna çıktım. Külâhını başıma koydu. Mübarek elleriyle sarığı sardı. Sonra, hocası Osman Hârûnî'ni asasını, kendi okuduğu Kur'an-ı Kerim'i seccadesini, nalınlarını verdi ve sonra: "Bunlar, bana Hocam Hâce Osman Hârûnî tarafından emanet edilen ve Çeştiyye büyüklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emanetleridir. Şimdi bunları sana veriyorum. Bunlara layık olduğunu, senden önce bu emanetleri taşıyanların yaptıkları gibi güzel hizmet ederek isbat etmelisin. Eğer bunlara layık olmazsan, ben, bu emanetleri layık olmayan birine teslim ettiğim için, Resûlullah'ın ve bu emaneti bizlere ulaştıran mübarek büyüklerimizin huzurunda mahcub olurum" buyurdu. Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn bu nimetlere şükür olarak ve çok mesuliyyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi için Allah-ü Teala'ya niyaz ile iki rekat namaz kılıp, gözyaşları içinde dua etti. Sonra Hâce Muînüddin-i Çeşti Hazretleri, bu kıymetli halifesinin (vekilinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan bütün ilim ve halleri sana vererek, kendimin bulunduğu mertebeye seni yükselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allah-ü Teala'ya emanet ediyorum dedi.
Bundan sonra Hâce Kutbüddîn Hazretleri, elini öpmek için eğildi. Hocası müsaade etmeyip, hemen onu kaldırdı. Muhabbete sarıldılar. Hâce Muînüddîn Hazretleri'nin talebelerine bir tavsiyesi de; "Büyüklerimizin bildirdiği saadet yolundan ayrılmayınız! Bu mübarek vazifede cesur bir er olduğunu isbat ediniz, gösteriniz!" şeklindeydi. Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirine sarıldılar ve gözyaları içinde ayrıldılar. Hâce Kutbüddîn, Delhî'ye geldikten yirmi gün sonra da, Hâce Muîniddin-i Çeşti ahirete intikal etti.
Delhî'de Sultan Şemseddîn, Hâce Kutbüddîn Hazretlerine fevkalâde bağlı, önde gelen talebelerinden idi. Hâce Hazretleri sözünü dinleyen herekese yaptığı gibi, sultan olan bu talebesine de, dinleyenlerin dünya ve ahiret saadetine kavuşacakları çok kıymetli nasihat ve tavsiyelerde bulunmuştu. Ona, Hazret-i Ömer gibi ve Ömer Abdülaziz gibi bir sultan olmasını, âdil olmakta, mazlumun hakkını korumakta, insanların ihtiyaçlarını gidermekte, onlar gibi olmaya gayret etmesini, geceleri uyanık kalmasını, ibadet ve taatle meşgul olmasını, uyku bastıracak olursa, abdestini tazelemesini, böylece namaz kılmaya, ibadet ve taat yapmaya devam etmesini söyledi. Gece, hizmetçileri dahil hiç kimseyi uyandırmamasını, rahatsız etmemesini bildirdi. Gece karanlık bastırdığında, tedbil-i kıyafet ederek, tanınmamak için, fakirlerin giydiği bir elbise giyerek şehri dolaşmasını, fakirlerin ve ihtiyaç sahiplerinin kapılarını çalarak onlara gizlice yardımda bulunmasını tenbih ederdi. Camilerin devamlı kontrol edilerek, rahatça ibadet edilmesine mâni olan bir şeyin bulunmamasını, varsa derhal yok edilerek, Müslümanlar'ın gayet rahat ibadet edebilmelerini temin edebilmesini sultana emrederdi. Gündüz olduğunda, sarayın, bütün sıkıntıların çaresine bakıldığı bir yer olmasını, geceyi aç geçirmiş olanların aranıp bulunmasını, saraya çağrılarak yardım edilmesini tavsiye ederdi. Nerede, kime bir sıkıntı veriliyorsa, sıkıntıyı verenin sarayın adamlarından biri bile olsa derhal cezalandırılmasını, ahaliden dinli dinsiz hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasını emrederdi. Hatta bu gibi hallerin derhal tesbit edilebilmesi için sarayın çatısında bir kulübe bile yapılmıştı. Allah-ü Teala'nın huzurunda ağırlığını taşıyamacağı mesûlîyetlerin, işitmeye tahammül edemeyeceği, izah etmeye imkan bulamayacağı şikayetlerin ortaya çıkabileceği kıyamet günüden çok korkmasını emrederdi.
Buyurdu ki: Biliniz ki, şu dört şey tasavvufun esaslarındandır: 1) Bu yolda yürümek arzusunda bulunan bir veli, aç ve fakir olsa da, halinden şikayetçi olmamalı, dışarıdan, tok ve hali vakti yerinde görülmelidir. 2) Fakirleri, maddi ve manevi doyurmalıdır. 3) Allah-ü Teala'nın ihsan ettiği nimetlere şükredemediği, O'na layık ibadet yapamadığı, akıbetinin nasıl olacağını bilemediği için kendi içinden daima üzgün bir halde bulunmalı, fakat başkalarını üzmemek, asık suratlı imiş gibi görünmemek, onların da rızalarını, sevgilerini kazanabilmek için dışarıdan çok neşeli, mesûd ve memnun görünmelidir. 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli, insanlara karşı lüzumlu naziklik ve sevgiyi her zaman göstermeli."