Bütün mesele meramımızı doğru ve en kestirme yoldan anlatabilmek.
Bizden önceki birkaç kuşak kendilerine gönderilen son İlahi mesajı, Kur'an'ı anlamadan hayatlarını tükettiler.
Ben babamı ve dedemi iyi hatırlıyorum, dedemden de en az önceki iki kuşağı, yaşadıklarını, savaş yıllarını yoklukları, sıkıntıları enine-boyuna dinlemiştim.
Özellikle Osmanlı'nın son yılları, dağılma döneminde var olan erkek nüfus cepheden cepheye koşmaktan evlerinin yolunu bile unutmuşlardı, dolayısıyla onlara; "Kur'an'ı anlamak için neden gayret etmediniz" deme hakkımız yok.
Dedeleri bilmem hangi cephede şehit düşmüş, babaları da yedi cephede savaşmak durumunda olan sahipsiz çocukların da tahsilleri, Kur'an ile ve diğer ilimlerle münasebetleri ancak bu kadar olmuş, bizler de işte o neslin çocuklarıyız.
Halimiz şuna benziyor; dilini bilmediğimiz bir ülkede altımızda araba adres arıyoruz.
Her kavşakta, her yol ayrımında önümüze çıkan yığın yığın yön levhalarından hiç bir şey anlamıyoruz, sorsak anlatanlardan bir şey anlamıyoruz.
O mahalle senin bu mahalle benim, o cadde senin bu sokak benim, kan-ter içinde dolaşıp duruyoruz, ara-sıra sokaklardaki tuzaklara düşüp lastikleri patlatıyoruz, uzun uğraşlardan sonra tamir edip yola koyuluyoruz, bu sefer de uçurumun başında zar-zor durabiliyoruz.
Uçuruma doğru dolu-dizgin gidişimizi hayretle ve parmağı ağzında izleyenler; "bunlar ya deli ya da aşırı cesaretli, yolun başında, az ilerde yolun bittiğini gösteren levhayı görmemiş olamazlar, bu nasıl gidiş?" diyorlar.
Cahilin cesareti buymuş meğer.
Elimizde, bütün yolların yön levhalarını ihtiva eden bir rehber var, bütün ilimlerin şifrelerini veren bilgi hazinesi var, hem girilmesi gereken yolları hem de zinhar uzak durulması gereken yolları gösteren listeler var ama biz duvara toslamaktan, çukura yuvarlanmaktan bir türlü kurtulamıyoruz.
Elimizdeki, yanımızdaki, yanıbaşımızdaki rehberin dilini anlamadığımız için, yön levhalarının hangi yönü gösterdiğini bilmediğimiz için bu hayat yolculuğunda başımız sargında, kolumuz bacağımız alçıdan bir türlü kurtulamıyor.
Sabah işe giderken, belki aynı sokakta oturduğu komşusu ile yol verme kavgasına tutuşan, demirlerle sopalarla saldıran adam ihtimal ki sabah namazında şu ayeti ya okudu ya da mahalle imamından dinledi:
"Onlar ki hem bolluk, hem de darlık zamanında Allah için harcarlar, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler. Çünkü Allah iyilik yapanları sever." (Al-i İmran: 134).
Sabah namazında okuduğunu-dinlediğini anlasaydı, bu İlahi mesajı sinesine sindirseydi, kuşluk vaktinde komşusunun kafasını-gözünü yarmayacak, soluğu karakolda almayacaktı.
Her gün gazetelerin üçüncü sayfalarını dolduran haberlerde, arazi paylaşımlarında anlaşamayıp kavgaya tutuşan ve çoğu ölümlerle, ağır yaralanmalarla sonuçlanan çekişmelerin tarafları şu ayetleri defalarca okudular ve dinlediler ve belki aynı günde de okudular ama sadece okudurlar:
"Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir." (Hadid: 20).
Halimizdir, arz olunur.
Bizden önceki birkaç kuşak kendilerine gönderilen son İlahi mesajı, Kur'an'ı anlamadan hayatlarını tükettiler.
Ben babamı ve dedemi iyi hatırlıyorum, dedemden de en az önceki iki kuşağı, yaşadıklarını, savaş yıllarını yoklukları, sıkıntıları enine-boyuna dinlemiştim.
Özellikle Osmanlı'nın son yılları, dağılma döneminde var olan erkek nüfus cepheden cepheye koşmaktan evlerinin yolunu bile unutmuşlardı, dolayısıyla onlara; "Kur'an'ı anlamak için neden gayret etmediniz" deme hakkımız yok.
Dedeleri bilmem hangi cephede şehit düşmüş, babaları da yedi cephede savaşmak durumunda olan sahipsiz çocukların da tahsilleri, Kur'an ile ve diğer ilimlerle münasebetleri ancak bu kadar olmuş, bizler de işte o neslin çocuklarıyız.
Halimiz şuna benziyor; dilini bilmediğimiz bir ülkede altımızda araba adres arıyoruz.
Her kavşakta, her yol ayrımında önümüze çıkan yığın yığın yön levhalarından hiç bir şey anlamıyoruz, sorsak anlatanlardan bir şey anlamıyoruz.
O mahalle senin bu mahalle benim, o cadde senin bu sokak benim, kan-ter içinde dolaşıp duruyoruz, ara-sıra sokaklardaki tuzaklara düşüp lastikleri patlatıyoruz, uzun uğraşlardan sonra tamir edip yola koyuluyoruz, bu sefer de uçurumun başında zar-zor durabiliyoruz.
Uçuruma doğru dolu-dizgin gidişimizi hayretle ve parmağı ağzında izleyenler; "bunlar ya deli ya da aşırı cesaretli, yolun başında, az ilerde yolun bittiğini gösteren levhayı görmemiş olamazlar, bu nasıl gidiş?" diyorlar.
Cahilin cesareti buymuş meğer.
Elimizde, bütün yolların yön levhalarını ihtiva eden bir rehber var, bütün ilimlerin şifrelerini veren bilgi hazinesi var, hem girilmesi gereken yolları hem de zinhar uzak durulması gereken yolları gösteren listeler var ama biz duvara toslamaktan, çukura yuvarlanmaktan bir türlü kurtulamıyoruz.
Elimizdeki, yanımızdaki, yanıbaşımızdaki rehberin dilini anlamadığımız için, yön levhalarının hangi yönü gösterdiğini bilmediğimiz için bu hayat yolculuğunda başımız sargında, kolumuz bacağımız alçıdan bir türlü kurtulamıyor.
Sabah işe giderken, belki aynı sokakta oturduğu komşusu ile yol verme kavgasına tutuşan, demirlerle sopalarla saldıran adam ihtimal ki sabah namazında şu ayeti ya okudu ya da mahalle imamından dinledi:
"Onlar ki hem bolluk, hem de darlık zamanında Allah için harcarlar, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler. Çünkü Allah iyilik yapanları sever." (Al-i İmran: 134).
Sabah namazında okuduğunu-dinlediğini anlasaydı, bu İlahi mesajı sinesine sindirseydi, kuşluk vaktinde komşusunun kafasını-gözünü yarmayacak, soluğu karakolda almayacaktı.
Her gün gazetelerin üçüncü sayfalarını dolduran haberlerde, arazi paylaşımlarında anlaşamayıp kavgaya tutuşan ve çoğu ölümlerle, ağır yaralanmalarla sonuçlanan çekişmelerin tarafları şu ayetleri defalarca okudular ve dinlediler ve belki aynı günde de okudular ama sadece okudurlar:
"Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir." (Hadid: 20).
Halimizdir, arz olunur.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024