Hasan-ı Basri hazretleri tasavvuf yoluna girmeden önce inci ticareti ile meşgul oldu. Bu yüzden Hasan-ı Lü'lui diye anıldı. Ticaret için çeşitli yerlere gidiyordu. Ticaretle uğraşıp zengin olmuştu. Bir defasında yine ticaret için Rum diyarına (Anadolu'ya) gitmek üzere yola çıktı. Uzun ve meşakkatli yolculuktan sonra Kayseri'ye ulaştı. Vardıkları şehrin kapısında o diyarın hükümdarına kıymetli hediyeler vererek ticaret izni almak adetti. Hazırladıkları hediyeyi hükümdara takdim etmesi için vezire götürdüler. Vezir; "Bugün bir tören var, yarın takdim edelim" dedi.
Hasan-ı Basri o gece vezirin konağında misafir kaldı. Sabah olunca vezire kendilerinin de yapılacak törenleri takib etmek istediklerini bildirdi. Vezir kabul etti. Vezirle birlikte tören yerine geldiler. Gördükleri manzara şöyleydi: Büyük bir meydanın ortasında süslü bir çadır kurulmuştu. Çadır saf ipek ve ibrişimden, direkleri ise gümüş ve altındandı. Çadırın önünde parlak yumuşak şilteler, divanlar kurulmuştu. Bu şilteler iyi cins atlastan ve çeşitli memleketlerden getirilmiş nadide ve eşi bulunmayan kumaşlardan yapılmıştı. Çadırın içinde ise bir tabut bulunuyordu. Hükümdarın ülkesinin ileri gelenleri, esnaf, çiftçi ve sanatkarları neleri varsa bütün malzemeleri ve aletleriyle meydanda hazırlanmışlardı. Askerlere ise alaylar halinde meydanın ortasındaki süslü çadırın etrafında toplanmışlardı. Askerler belli bir makam üzerine naralar attılar, meydanın bir yönüne doğru çekilip gittiler. Arkasından ülkenin ileri gelenleri, çiftçiler ve ticaret erbabı kimseler çadırın etrafından dönüp bağrıştılar. Sonra onlar da bir yöne çekilip gittiler. Arkasından o şehrin diğer insanları, atları üzerinde, mücevherlerle süslü civan yiğitler, feylesoflar, müneccimler, hakimler, doktorlar ellerinde mesleklerinin işareti olan aletlerle çadırın etrafında çeşitli namelerle dönüp gittiler. Sonra vezir Kayser (hükümdar) ve onların yakın has adamları meydanın ortasına doğru ilerleyerek ortada kurulu süslü çadıra girdiler. Orada gerekli vazifeler yapıldıktan sonra herkes evine döndü. Hasan-ı Basri de vezirle birlikte vezirin evine döndü ve yapılan tören ile ilgili bilgi sordu. Vezir dedi ki: "Çadırın ortasındaki duran tabut Rum Kayserinin oğlunun tabutudur. O genç, son derece güzellik sahibi, kuvvetli ve heybetli idi. Bütün fenlerde ve ilimlerde bilmediği bir husus yoktu. Silahşörlükte arkasını yere getiren bir er çıkmamıştı. Gökten gelen bir afet ile kazaya uğradı. Kendisine verilen bütün ilaçlar ve devalar şifa vermedi ve öldü. İşte her yıl bu günde o genci anmak için gördüğün bu törenler düzenlenir. Herkes onun tabutunun bulunduğu çadırın yanına varır "Herbirimiz senin uğruna canımızı fedaya hazırız ama ne yazık ki elimizden bir şey gelmiyor. Bütün servetlerimizi, güzelliklerimizi, ilim ve hünerlerimizi emrine tahsis ettik ama dünya kurulalı beri insanlara zengin fakir ölümden kurtulmaya muvaffak olamamışlardır" derler. Vezir devam ederek; "Ey tüccarbaşı! İşte bu manayı anlamak için Kayser ve diğer devlet erkanı ve hükümdarın yakınları çadıra girip cenazeyi kucaklayarak teselli bulmaya çalışırlar. Ellerinden bir şey gelmediğini ve acizliklerini anlayarak dağılırlar" dedi.