Aydın, mensup olduğu milletine yol ve yön gösteren kutup yıldızıdır. Ufuk açan gerçek bir öncüdür. Milletin güven veren bir vicdanıdır. Yanlış, kötü, çirkin, zararlı, olumsuz ne varsa hepsini hiçbir kimseden çekinmeden söyler ve doğru olanı gösterir. Aydın, tamamen özgür düşüncelidir. Bilgi ve fikir üretip yayarken ne menfaatinin kuludur ne de korkularının esiridir. Aydının aydın kişiliğini gerçekleştirebilmesi, menfaat ve korku sınırlarıyla kuşatılmışlığı reddetmesine bağlıdır. Gerçek münevver Türk aydını, sadece Hakkı ve hakikati söyleyecek, sadece Allah'tan ve kul hakkından korkacaktır. Ülkemizin ve milletimizin daha ileri seviyelere gidebilmesi, aydının iktidarda kim bulunursa bulunsun hakkı, doğruyu hiç çekinmeden söylemesine bağlıdır.
Bugün Türkiye'mizin temel sorunlarından biri, Türk aydınlarının çoğunun aydın kimliklerine ihanet etmeleridir. Gazete ve televizyonların büyük bir bölümü, bilgi ve fikir üretme ve yayma kurumlarının da yine çok büyük bir bölümü, iktidarı ya menfaati için ya da korkusundan dolayı eleştiremez durumdadır. Bu mevcut iktidar için de sağlıklı bir durum değildir. Gerçek bir muhalefet olmazsa iktidar, ne yaptığını bilmez, yanlış yaptıklarını doğru zanneder. Nasıl olsa herkes beni alkışlıyor, o halde doğru yoldayım diye yanlış icraatlarına devam eder. Bu bakımdan iktidar sahipleri, ülkenin menfaatini öne almak gibi bir kaygı taşıyorlarsa yalaka, yanaşma ve şakşakçı aydın taslaklarının değil, gerçek muhaliflerin, gerçek aydınların eleştirilerini dikkate almalıdırlar.
Hem genel manada İslam tarihinde, hem de Türk tarihinde bu meseleye vurgu yapan gerçek aydınlar olmuştur.
Mesela Hz. Ömer, devlet yöneticisi olarak bir hutbede cemaate şöyle diyor: "Eğer İslam dışı bir icraat yapacak, nefsime uyacak olursam bana ne yaparsınız?" Sıradan bir bedevi Müslüman, cesaretle ve gayet rahat bir şekilde: "Seni kılıcımızla doğrulturuz!" diyor ve böyle bir tepki gösterdiği için koskoca halife onu azarlayıp, yaka paça kodese göndermiyor. Hz. Ömer bu cevaptan çok memnun oluyor ve şöyle diyor: "Hakk'a şükürler olsun ki; eğer yanlış ve kötü yola sapacak olursam; bu milletin içinde beni kılıçla doğrultacak insanlar vardır."
İşte gerçek devlet başkanı, gerçek bilge yönetici budur. Büyük devlet adamı, daima kendi icraatlarını kontrol edecek, yanlışlarını korkusuzca eleştirecek gerçek aydınlara saygı duyup değer verir.
Osmanlı Türk kültür tarihinde de ulemâ (alimler), ümerânın (yöneticilerin) ayağına gitmemiş; tam tersine ümerâ ulemânın ayağına gelmiştir. Yani âlimler, gerçek aydınlar ilmin izzetini korumak için devlet yöneticilerine yalakalık, yanaşmalık, yandaşlık, candaşlık, şakşakçılık yapmamış; doğru, hak ve hakikat ne ise onu söylemekten çekinmemişlerdir.
Bu meseleye bugünkü hükûmet adamlarının çok sevip itibar ettikleri iki aydın şahsiyetten örnek verelim.
İstiklal Marşımızın şairi, sahih, münevver Müslüman Türk aydını Mehmet Akif Ersoy bu konuya çok iyi örneklik etmiş bir şahsiyet abidesidir. Nitekim II. Meşrutiyet'in ilânından 10 gün sonra İttihat ve Terakki Partisi'ne üye olurken yemin metninde geçen "Partinin bütün emirlerine kayıtsız şartsız itaat edeceğime'' ifadesini kabul etmemiş, ''sadece iyi ve doğru olanlarına itaat ederim'' demiş ve onun için üyelik yemin metnini değiştirmişlerdir. Bu, tamamen haysiyetli ve şahsiyetli bir aydın tavrıdır. Nitekim bir parti ya da parti lideri veya başbakan, yanlış yapabilir ve yapılan bu yanlışlara körü körüne onay vermek, bunları kabul edip desteklemek ve alkışlamak, münevver bir Müslüman Türk aydınına yakışmaz.
Yine Mehmet Akif, genel seferberlik sırasında arkadaşlarıyla oturmuş kuru fasulye aşına kaşık sallamakta iken bir hükûmet görevlisi gelir ve iktidar aleyhindeki yazılarında ileri gitmemesini, hükûmeti eleştirmemesini söyler. Mehmet Akif de tam bir şahsiyetli aydın tavrıyla: "Bakanına söyle, kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben fasulye aşı yemeğe razı olduktan sonra kimseden korkmam!" der. Gerçek aydın budur. Ne dünyalık menfaat beklentisi vardır, ne ceza korkusu. Kişi, bu ikisi arasına sıkışıp kalırsa zaten aydın olamaz.
Bir başka örnek: 1957 yılında zindanda yatan Necip Fazıl, telefonla İlhan Bardakçı'yı arar ve af kanunu hakkında bilgi ister. Tam bu sırada Başbakan Adnan Menderes de telefondadır. İlhan Bardakçı Menderes'e şöyle der: "Beyefendi, izninizi rica ederim. Diğer telefonda Necip Fazıl Bey var. Af kanunu konusunda müjdenize muhtaç."
Bu sesi diğer ahizeden Necip Fazıl da duyar ve köpürerek şöyle der: "Zırvalama İlhan, ben onun müjdesine değil, o benim şefkat ve idrakime muhtaç. Söyle hemen."
Menderes de İlhan Bardakçı'ya şöyle der: "Lütfen söyleyiniz üstada. Her an ve her gün hatırımızdadır. Yakında birlikte olmayı kendisi kadar arzu ediyorum. Sorunuz bir ihtiyacı var mı?" (İlhan Bardakçı, Güleç Yüzlü Anılar, İstanbul 2012, s.42)
Bugün maalesef, asr-ı saadetin sıradan bir müslümanı, Mehmet Akif ve Necip Fazıl tavırlı özgür, haysiyetli, şerefli, şahsiyetli aydın çok çok azalmıştır. Ya menfaatlerine ya korkularına esir olmuşlardır. Onların yüzünden ülkemiz, Avrupa Birliği ve Amerika vesayetinde hızla istiklâlini kaybetmekte, Haçlıların emir eri olarak kullanılmakta, millet birliğimiz dayatılan etnik siyasetle dağılmaya, parçalanmaya yüz tutmakta, Türk millet varlığı değerler ve kurumlar seviyesinde tasfiye edilmekte, sivil bir diktatörlük sessizce yerleşmeye başlamakta ve ülkemiz, bir korku hapishanesine dönüşmektedir. Muhalefete ve doğruları söylemekten çekinmeyen şahsiyetli aydınlara tahammül edememenin cezasını millet yanında iktidar sahipleri de çekeceklerdir. Bir zaman gelecek ki, keşke basın yayında, karar mekanizmalarında, siyasette iyi niyetli gerçek muhalif aydınlara söz verseydik diyeceklerdir. Eleştiri, muhalefet ve şahsiyetli aydın duruşu olmadan ileri demokrasi olmaz, ülkenin ilerlemesi ve milletin özgürce kalkınması ise hiç olmaz.
Yazımızı şairinin ismini tespit edemediğim şu beyitle bitirelim:
"Rızkına şükr eyleyen gerdûna minnet eylemez.
Âlemin sultânıdır muhtâc-ı sultân olmayan"
(Kendisi için takdir edilen rızka şükreden kişi, dünyaya, hiç kimseye, hiçbir şeye minnet etmez. Sultana, devlet yöneticilerine muhtaçlık hissetmeyen kişi, gerçek manada dünyanın sultanıdır.)
Bugün Türkiye'mizin temel sorunlarından biri, Türk aydınlarının çoğunun aydın kimliklerine ihanet etmeleridir. Gazete ve televizyonların büyük bir bölümü, bilgi ve fikir üretme ve yayma kurumlarının da yine çok büyük bir bölümü, iktidarı ya menfaati için ya da korkusundan dolayı eleştiremez durumdadır. Bu mevcut iktidar için de sağlıklı bir durum değildir. Gerçek bir muhalefet olmazsa iktidar, ne yaptığını bilmez, yanlış yaptıklarını doğru zanneder. Nasıl olsa herkes beni alkışlıyor, o halde doğru yoldayım diye yanlış icraatlarına devam eder. Bu bakımdan iktidar sahipleri, ülkenin menfaatini öne almak gibi bir kaygı taşıyorlarsa yalaka, yanaşma ve şakşakçı aydın taslaklarının değil, gerçek muhaliflerin, gerçek aydınların eleştirilerini dikkate almalıdırlar.
Hem genel manada İslam tarihinde, hem de Türk tarihinde bu meseleye vurgu yapan gerçek aydınlar olmuştur.
Mesela Hz. Ömer, devlet yöneticisi olarak bir hutbede cemaate şöyle diyor: "Eğer İslam dışı bir icraat yapacak, nefsime uyacak olursam bana ne yaparsınız?" Sıradan bir bedevi Müslüman, cesaretle ve gayet rahat bir şekilde: "Seni kılıcımızla doğrulturuz!" diyor ve böyle bir tepki gösterdiği için koskoca halife onu azarlayıp, yaka paça kodese göndermiyor. Hz. Ömer bu cevaptan çok memnun oluyor ve şöyle diyor: "Hakk'a şükürler olsun ki; eğer yanlış ve kötü yola sapacak olursam; bu milletin içinde beni kılıçla doğrultacak insanlar vardır."
İşte gerçek devlet başkanı, gerçek bilge yönetici budur. Büyük devlet adamı, daima kendi icraatlarını kontrol edecek, yanlışlarını korkusuzca eleştirecek gerçek aydınlara saygı duyup değer verir.
Osmanlı Türk kültür tarihinde de ulemâ (alimler), ümerânın (yöneticilerin) ayağına gitmemiş; tam tersine ümerâ ulemânın ayağına gelmiştir. Yani âlimler, gerçek aydınlar ilmin izzetini korumak için devlet yöneticilerine yalakalık, yanaşmalık, yandaşlık, candaşlık, şakşakçılık yapmamış; doğru, hak ve hakikat ne ise onu söylemekten çekinmemişlerdir.
Bu meseleye bugünkü hükûmet adamlarının çok sevip itibar ettikleri iki aydın şahsiyetten örnek verelim.
İstiklal Marşımızın şairi, sahih, münevver Müslüman Türk aydını Mehmet Akif Ersoy bu konuya çok iyi örneklik etmiş bir şahsiyet abidesidir. Nitekim II. Meşrutiyet'in ilânından 10 gün sonra İttihat ve Terakki Partisi'ne üye olurken yemin metninde geçen "Partinin bütün emirlerine kayıtsız şartsız itaat edeceğime'' ifadesini kabul etmemiş, ''sadece iyi ve doğru olanlarına itaat ederim'' demiş ve onun için üyelik yemin metnini değiştirmişlerdir. Bu, tamamen haysiyetli ve şahsiyetli bir aydın tavrıdır. Nitekim bir parti ya da parti lideri veya başbakan, yanlış yapabilir ve yapılan bu yanlışlara körü körüne onay vermek, bunları kabul edip desteklemek ve alkışlamak, münevver bir Müslüman Türk aydınına yakışmaz.
Yine Mehmet Akif, genel seferberlik sırasında arkadaşlarıyla oturmuş kuru fasulye aşına kaşık sallamakta iken bir hükûmet görevlisi gelir ve iktidar aleyhindeki yazılarında ileri gitmemesini, hükûmeti eleştirmemesini söyler. Mehmet Akif de tam bir şahsiyetli aydın tavrıyla: "Bakanına söyle, kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben fasulye aşı yemeğe razı olduktan sonra kimseden korkmam!" der. Gerçek aydın budur. Ne dünyalık menfaat beklentisi vardır, ne ceza korkusu. Kişi, bu ikisi arasına sıkışıp kalırsa zaten aydın olamaz.
Bir başka örnek: 1957 yılında zindanda yatan Necip Fazıl, telefonla İlhan Bardakçı'yı arar ve af kanunu hakkında bilgi ister. Tam bu sırada Başbakan Adnan Menderes de telefondadır. İlhan Bardakçı Menderes'e şöyle der: "Beyefendi, izninizi rica ederim. Diğer telefonda Necip Fazıl Bey var. Af kanunu konusunda müjdenize muhtaç."
Bu sesi diğer ahizeden Necip Fazıl da duyar ve köpürerek şöyle der: "Zırvalama İlhan, ben onun müjdesine değil, o benim şefkat ve idrakime muhtaç. Söyle hemen."
Menderes de İlhan Bardakçı'ya şöyle der: "Lütfen söyleyiniz üstada. Her an ve her gün hatırımızdadır. Yakında birlikte olmayı kendisi kadar arzu ediyorum. Sorunuz bir ihtiyacı var mı?" (İlhan Bardakçı, Güleç Yüzlü Anılar, İstanbul 2012, s.42)
Bugün maalesef, asr-ı saadetin sıradan bir müslümanı, Mehmet Akif ve Necip Fazıl tavırlı özgür, haysiyetli, şerefli, şahsiyetli aydın çok çok azalmıştır. Ya menfaatlerine ya korkularına esir olmuşlardır. Onların yüzünden ülkemiz, Avrupa Birliği ve Amerika vesayetinde hızla istiklâlini kaybetmekte, Haçlıların emir eri olarak kullanılmakta, millet birliğimiz dayatılan etnik siyasetle dağılmaya, parçalanmaya yüz tutmakta, Türk millet varlığı değerler ve kurumlar seviyesinde tasfiye edilmekte, sivil bir diktatörlük sessizce yerleşmeye başlamakta ve ülkemiz, bir korku hapishanesine dönüşmektedir. Muhalefete ve doğruları söylemekten çekinmeyen şahsiyetli aydınlara tahammül edememenin cezasını millet yanında iktidar sahipleri de çekeceklerdir. Bir zaman gelecek ki, keşke basın yayında, karar mekanizmalarında, siyasette iyi niyetli gerçek muhalif aydınlara söz verseydik diyeceklerdir. Eleştiri, muhalefet ve şahsiyetli aydın duruşu olmadan ileri demokrasi olmaz, ülkenin ilerlemesi ve milletin özgürce kalkınması ise hiç olmaz.
Yazımızı şairinin ismini tespit edemediğim şu beyitle bitirelim:
"Rızkına şükr eyleyen gerdûna minnet eylemez.
Âlemin sultânıdır muhtâc-ı sultân olmayan"
(Kendisi için takdir edilen rızka şükreden kişi, dünyaya, hiç kimseye, hiçbir şeye minnet etmez. Sultana, devlet yöneticilerine muhtaçlık hissetmeyen kişi, gerçek manada dünyanın sultanıdır.)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin / diğer yazıları
- Dayatılan kapitalist stil / 26.12.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015