Yüce Allah (cc) her insana büyük değer vermiş, zerrelerine öyle özellikler yüklemiştir ki; bilim adamlarına da bu cevherleri keşfedip üzerinde çalışma fırsatını sunmuştur. İnsanın sosyal ve psikolojik yönünü araştıran uzmanlar, insan karakterleri, iletişimi, ruh bilimi, insan yönetme sanatı, toplumsal ilişkiler vs... bir çok alanda yığınla bilgiler elde etmiştir.
İnsanın ruhî durumunun beden üzerine etkilerinin çok fazla olduğu, "yorulma" dediğimiz şeyin aslında ne bedenin ne de beynin fazla çalışmasından kaynaklanmadığı bulunmuştur. Çünkü beynin hiç yorulmayacağı bir kapasitede yaratıldığı, düşünce ve beyin yorgunluğu zannedilen şeyin sadece kas yorgunlukları olduğu anlaşılmıştır. Hatta bedenin fazla çalışıp kendini en yorgun zannetiği zamanlar bile sevgi ile sevdiğinden aldığı bir davet karşısında çok güzel, çarçabuk hazırlanabilip, o yere gidebildiği açıkça tespit edilmiştir. Gerçekten de bu duruma bizler de şahit olmuş ya da bizzat kendimiz yaşamışızdır. O halde yorgunluğun asıl sebebinin; kişinin kendini kötü hissetmesi, üzüntü ve bezginlik duyması olduğu sonucuna varılmıştır.
Sevgili Yaratıcımız insana en gerekli organı olan beyine yorulmama gibi bir özelliği koyarak bizleri ne kadar talihli kılmıştır. İstisnasız hepimizin zerrelerine güç, enerji, kapasite, yetenek, sevgi, zevk vs... denen cevherleri de bahşetmiştir. Fakat bizler, içimizde var olan bu potansiyeli "kendini kötü hissetme, üzülme ve bezginlik" sayesinde yok ediyoruz. Bu üçlünün (kötü hissetme, üzülme ve bezginlik) köküne indiğimizde; kendimizi beğenmemiz, kendimizi kendimiz olduğumuz için sevmemiz pürüzünü buluruz. İnsanların çoğu kendileri gibi olmayı istemiyor, başka insanların özellikleriyle kendilerini kıyaslayıp, kendilerini kötü hissedip üzüntüye giriyorlar. Bu durumda manevi duygularımızın negatifliği, takım olan o üçlüyü çağırıyor, geriyor, yoruyor sonuçta bizdeki işlenmemiş potansiyel cevherleri alt üst edip ruh hastası yapabiliyor.
Etrafımızda farklı konularda öne çıkmış insanları görüp, o konuda bizim de çok yetenekli olmamız hırsına kapılıyoruz. Ardından da başka konuda bir başka güzel insanı görüp ondaki özellikleri de alma yarışına giriyoruz. Yılları, tecrübeleri, o konudaki eğitimi, doğuştan gelen özellikleri ve benzerleri hiç hesaba katmadan, taklid kabiliyetimizi de kullanarak elde etmeyi istiyor ama herşeyi berbat ediyoruz. Halbuki etrafımızdaki bu kişileri ciddi bir şekilde, güzel bir incelemeden geçirsek; değişik alanlarda da kendi üstünlüklerimizi görüp, zerrelerimize kodlanmış başarıları hebâ etmeyeceğiz. İçten geleni değerlendirmek yerine başkaları gibi olma isteğimiz yüzünden kendimizde olan güzellikleri keşfedemiyor, onları ince ince işleyip tüm insanlığa faydalı bir şekilde sunamıyoruz. Eminim onun bunun başarısını taklide uğraşıncaya kadar kendimizi keşfetseydik; emekler boşa çıkmayacak, imrendiğimiz o farklı, değerli, başarılı güzel insanlardan biri de biz olacaktık. Rahmetli Usta Mimar Sinan, alanında çok büyük başarılar elde etmiş fakat onun eserlerindeki mermerleri işleyen ustalar gibi mermer işleyememesi onun mimarîdeki ustalığına hiçbir halel getirmemiştir.
Herkesin bizim sevdiğimiz, ilgilenirken zevk aldığımız konularda bizim kadar başarılı olması imkânsızdır. Çünkü Yüce Allah (cc) farklı insanlara farklı özellik ve zevk alanları verdiği gibi onların birbirlerini tamamlamalarını, birbirlerinden faydalanmalarını istemiştir. Oysa insanların genel eğilimi sahip olduklarında değil olamadıklarında olduğu için, bu şükürsüzlükten dolayı bize verilenleri beğenmiyor; bedenimize ve ruhumuza zehir akıtan nice yıpratıcı duygulara sahip oluyoruz. Bir Ayet-i Kerime'de şöyle buyurulmuştur: "O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onu şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalbler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!" (Secde Sûresi: 7-9).
Yüce Allah (cc)'tan üzerimizde O'nun ruhundan üflenmiş bulunan değerlerle, gerçek cevherlerimizi ortaya çıkarıp, nice başarılara imzalar atabilmemizi dilerim...
Hümeyra EZERGÜL
İnsanın ruhî durumunun beden üzerine etkilerinin çok fazla olduğu, "yorulma" dediğimiz şeyin aslında ne bedenin ne de beynin fazla çalışmasından kaynaklanmadığı bulunmuştur. Çünkü beynin hiç yorulmayacağı bir kapasitede yaratıldığı, düşünce ve beyin yorgunluğu zannedilen şeyin sadece kas yorgunlukları olduğu anlaşılmıştır. Hatta bedenin fazla çalışıp kendini en yorgun zannetiği zamanlar bile sevgi ile sevdiğinden aldığı bir davet karşısında çok güzel, çarçabuk hazırlanabilip, o yere gidebildiği açıkça tespit edilmiştir. Gerçekten de bu duruma bizler de şahit olmuş ya da bizzat kendimiz yaşamışızdır. O halde yorgunluğun asıl sebebinin; kişinin kendini kötü hissetmesi, üzüntü ve bezginlik duyması olduğu sonucuna varılmıştır.
Sevgili Yaratıcımız insana en gerekli organı olan beyine yorulmama gibi bir özelliği koyarak bizleri ne kadar talihli kılmıştır. İstisnasız hepimizin zerrelerine güç, enerji, kapasite, yetenek, sevgi, zevk vs... denen cevherleri de bahşetmiştir. Fakat bizler, içimizde var olan bu potansiyeli "kendini kötü hissetme, üzülme ve bezginlik" sayesinde yok ediyoruz. Bu üçlünün (kötü hissetme, üzülme ve bezginlik) köküne indiğimizde; kendimizi beğenmemiz, kendimizi kendimiz olduğumuz için sevmemiz pürüzünü buluruz. İnsanların çoğu kendileri gibi olmayı istemiyor, başka insanların özellikleriyle kendilerini kıyaslayıp, kendilerini kötü hissedip üzüntüye giriyorlar. Bu durumda manevi duygularımızın negatifliği, takım olan o üçlüyü çağırıyor, geriyor, yoruyor sonuçta bizdeki işlenmemiş potansiyel cevherleri alt üst edip ruh hastası yapabiliyor.
Etrafımızda farklı konularda öne çıkmış insanları görüp, o konuda bizim de çok yetenekli olmamız hırsına kapılıyoruz. Ardından da başka konuda bir başka güzel insanı görüp ondaki özellikleri de alma yarışına giriyoruz. Yılları, tecrübeleri, o konudaki eğitimi, doğuştan gelen özellikleri ve benzerleri hiç hesaba katmadan, taklid kabiliyetimizi de kullanarak elde etmeyi istiyor ama herşeyi berbat ediyoruz. Halbuki etrafımızdaki bu kişileri ciddi bir şekilde, güzel bir incelemeden geçirsek; değişik alanlarda da kendi üstünlüklerimizi görüp, zerrelerimize kodlanmış başarıları hebâ etmeyeceğiz. İçten geleni değerlendirmek yerine başkaları gibi olma isteğimiz yüzünden kendimizde olan güzellikleri keşfedemiyor, onları ince ince işleyip tüm insanlığa faydalı bir şekilde sunamıyoruz. Eminim onun bunun başarısını taklide uğraşıncaya kadar kendimizi keşfetseydik; emekler boşa çıkmayacak, imrendiğimiz o farklı, değerli, başarılı güzel insanlardan biri de biz olacaktık. Rahmetli Usta Mimar Sinan, alanında çok büyük başarılar elde etmiş fakat onun eserlerindeki mermerleri işleyen ustalar gibi mermer işleyememesi onun mimarîdeki ustalığına hiçbir halel getirmemiştir.
Herkesin bizim sevdiğimiz, ilgilenirken zevk aldığımız konularda bizim kadar başarılı olması imkânsızdır. Çünkü Yüce Allah (cc) farklı insanlara farklı özellik ve zevk alanları verdiği gibi onların birbirlerini tamamlamalarını, birbirlerinden faydalanmalarını istemiştir. Oysa insanların genel eğilimi sahip olduklarında değil olamadıklarında olduğu için, bu şükürsüzlükten dolayı bize verilenleri beğenmiyor; bedenimize ve ruhumuza zehir akıtan nice yıpratıcı duygulara sahip oluyoruz. Bir Ayet-i Kerime'de şöyle buyurulmuştur: "O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onu şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalbler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!" (Secde Sûresi: 7-9).
Yüce Allah (cc)'tan üzerimizde O'nun ruhundan üflenmiş bulunan değerlerle, gerçek cevherlerimizi ortaya çıkarıp, nice başarılara imzalar atabilmemizi dilerim...
Hümeyra EZERGÜL