"Adalet mülkün temelidir" sözü, toplumsal düzenin ve devletin varlığını sürdürebilmesinin temel ilkesidir. Adaletin olmadığı bir ortamda, devletin temelleri de sarsılır; bu durumdan yalnızca bireyler değil, bütün bir millet zarar görür. Bu nedenle adalet, bizim için vazgeçilmez bir değerdir ve onun tesis edilmesi için mücadele etmek, tüm yurttaşların olduğu kadar kamu sorumluluğu taşıyan herkesin görevidir.
Bu bağlamda son dönemde yaşanan bazı gelişmeler, Türkiye'de hukuk devleti ilkesine gölge düşürmüştür. Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Sayın Hüseyin Baş hakkında, "Cumhurbaşkanına hakaret" iddiasıyla 8 yıl 2 aya kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanması, bu tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Bu dava konusu ısrarla hakaret edildiği iddia edilen zorlama bir süreçtir. Bu olsa olsa kuzu ile kurt hikayesini andırır. Kaynağın başında duran kurdun derenin kenarında su içen kuzuya suyu bulandırdığını iddia ederek saldırmaya hazırlanması ne ise bu yaşananlar da budur. BTP Sözcüsü Av. Lütfullah Önder, Genel Başkan Hüseyin Baş hakkında açılan davaya ilişkin yaptığı açıklamada, iddianamenin siyasi içerikli ve somut bir suça dayanmayan nitelikte olduğunu belirtmiştir. Açıklamada, halkın temsilcisi konumundaki bir siyasetçiye yönelik hapis talebinin gündeme getirilmesini eleştirerek, aynı süreçte terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması yönünde adımlar atılmasının çelişkili olduğunu ifade etmiştir. Bu durum hukuk ve adalet ilkeleri açısından büyük bir tutarsızlık ve iktidarın yön kaybıdır.
Sürecin yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal etkileri bakımından da değerlendirilmesi gerekir. Çünkü hukukun tarafsızlığına duyulan güven, demokrasinin meşruiyet temellerinden biridir. Hüseyin Baş hakkında hazırlanan iddianamenin taraflara resmi bir tebligat yapılmadan önce basın yoluyla kamuoyuna servis edilmesi, hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Savunma hakkı ve adil yargılama ilkesi, sadece teorik değil, pratikte de gözetilmesi gereken temel ilkelerdir. Bu tür örnekler ne yazık ki daha önce de yaşanmıştır. Prof. Dr. Haydar Baş hayatının son döneminde benzer bir yargı sürecine maruz kalmış; bu süreçte yoğun bir baskı ve yıpratma politikasıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Nihayetinde Yargıtay tarafından haklı bulunarak temize çıkmış olsa da yaşanan süreç, hukukun üstünlüğü ilkesinin zaman zaman gölgede kaldığını göstermektedir. Bizzat takip ettiğim davalarda, henüz mahkeme kararını açıklamadan önce medyaya düşen haberleri görmek, kararın hâkimin iradesinden ziyade başka mercilerce belirlendiği izlenimini uyandırmıştır. Bu gibi durumlar, yalnızca bireysel adaleti değil, yargıya duyulan genel güveni de zedeler.
Ancak unutmamak gerekir ki, hak er ya da geç yerini bulur. Güçlü olan haklı değil; haklı olan güçlüdür. Bu doğrultuda başta yargı organları olmak üzere tüm siyasi aktörler, kişisel ya da partisel menfaatlerden bağımsız olarak, adaletin tecellisi için hassasiyetle hareket etmelidir. Unutulmamalıdır ki; adaletin olmadığı yerde ne güvenlik ne barış ne de birlik kalır.
- Lozan’la sorunu olanın Türkiye’yle derdi vardır / 19.05.2025
- PKK ve yeni süreçte jeopolitik dengeler: Sevr mi Lozan mı? / 14.05.2025
- Türkiye için vakit kaybetmeden Afet Yönetimi Bakanlığı kurulmalı / 06.05.2025
- 40 milyar dolarla ne yapabilirdik? / 05.05.2025
- 1 Mayıs'ın ardındaki gerçek soru: Hangi sistem emekçiye umut olabilir? / 04.05.2025
- Çocuklar yaşarsa millet yaşar / 29.04.2025
- Atatürk mü? Kenan Evren mi? İşte gerçekler / 28.04.2025
- Kaybolan iğne evde aranır / 23.04.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025