Bir millet düşünün…
Dünyanın kader coğrafyasında yaşasın. Yer altı zenginlikleriyle, jeopolitik konumuyla, tarihî mirasıyla parmakla gösterilsin. Ama her seferinde aynı tuzağa düşsün: Parça parça yutulsun, tek tek eksilsin, yalnızlaştırılsın…
Tarihten tanıyoruz bu oyunu:
Adı bir zamanlar Sevr'di, sonra Büyük Orta Doğu Genişletilmiş Afrika Projesi oldu Arap baharı gibi değişik isimlere büründü.
Ama senaryo hep aynı:
Böl ve yönet.
Bugün İslam dünyası, birer birer hedef alınıyor. Sudan'dan Libya'ya, Suriye'den İran'a kadar herkes sırada.
Ve ne acıdır ki bu ülkeler, tek tek avlanıyorlar.
Tıpkı Sarı Öküz hikâyesindeki gibi…
O hikâyeyi hatırlayalım:
Avcı, sürüden bir sarı öküz istedi. Vermeseler kurtulacaklardı. Ama verdiler. Sonra sırayla diğerleri de gitti.
Bugün aynı aşamadayız.
Ve bu defa Sarı Öküz, sadece bir ülke değil. Her gün bombalanan bir şehir, ambargoyla boğulan bir halk, iftiralarla hedef gösterilen bir direniş hattı olabilir.
İşte İran, böyle bir tabloda çıkıp dedi ki:
Bu oyuna gelmem!
Beklenen bu çıkışı, esasında Türkiye'den duymayı isterdik.
Çünkü bu millet, emperyalizme karşı direnişi sadece tarih kitaplarında bırakmamış bir millettir.
Ama maalesef Türkiye'yi yönetenler, hâlâ Batı'ya şunu anlatabileceklerine inanıyor:
"Biz sizdeniz. Biz sizi anlıyoruz. Bizimle sorun yaşamazsınız."
Oysa gerçek çok başka:
Batı, sizin iktidarların tavrına değil; milletin inancına, geleneğine, ahlakına ve aidiyet duygusuna bakar.
Ve bu yüzden sizi değil, sizi seçen halkı tehdit olarak görür.
İşte bu yüzden Batı, Türkiye'yi asla sadece bir ülke olarak görmüyor.
Onlara göre Türkiye; bir medeniyet hafızası, bir inanç taşıyıcısı, bir direniş mirasıdır.
Ve bu yüzden Batı'nın beyin takımı –adı ister Michael Rubin olsun, ister Rand Corporation, ister AEI ya da Middle East Forum– Türkiye'yi hâlâ bir tehdit olarak görüyor.
Bakın Rubin ne diyor?
"Türkiye, Batı'nın kontrol edemediği tek Müslüman ülke olmaya devam ediyor."
Tarih bunun ispatıdır.
Mustafa Kemal Atatürk, millî mücadeleyi başlattığında ne petrolü vardı ne de silahı.
Ama millete güvendi.
Üstelik milletin cebine değil, yüreğine güvendi.
Onun ifadesiyle "bu milletin manevî cevheri" vardı.
Bugün de Türkiye'yi ayağa kaldıracak olan, birkaç iktidar yetkilisinin diplomasisi değil; milletin iç sesi, birlik duygusu, ahlâkı, direniş iradesidir.
Türkiye'nin bugün bir çıkışa ihtiyacı var. Ama bu çıkış, hamasetle değil; stratejiyle olacak.
İnançla değil sadece; birlik ruhuyla, karşılıklı güvenle, milletin iradesine saygıyla olacak.
Ve unutmayalım:
İktidarlar gelip geçer. Ama millet kalır.
Bugün milletin genetiği hedefte.
Diline, dinine, ahlakına, aile yapısına kadar…
Batı, bir ülkeyi değil, bir ruhu tasfiye etmeye çalışıyor.
Peki, biz ne yapacağız?
Yine susturulmuş bir halk mı olacağız?
Yoksa birlik olup, "sarı öküzü verdik ama artık kimseyi vermeye niyetimiz yok" mu diyeceğiz?
Türkiye bu dönemeçte ya kendi millet aklıyla yeni bir yola çıkacak, ya da başkalarının oyununda figür olmaya devam edecek.
O yüzden şimdi konuşma sırası millettedir.
O yüzden şimdi yazılacak olan mesaj; yeni bir mesaj olmalı:
Birlikte ayakta kalacağız. Bölünerek değil, birleşerek var olacağız.
- Sözde tarihle yüzleşmek değil, milletle hesaplaşmak! / 21.06.2025
- Bilimin torpille imtihanı / 20.06.2025
- Jeopolitik Satrançta Türkiye'nin Hamlesi / 18.06.2025
- Kürecik’ten İran’a: Radarlar kimi gözetliyor? / 15.06.2025
- Büyük Oyunu Görelim: İsrail Vurdu, ABD Kışkırttı, Türkiye Sırada / 14.06.2025
- Cumhuriyetle hesaplaşma girişimi / 13.06.2025
- Milletin değil, iktidarın anayasası / 12.06.2025
- Lozan Antlaşmasını korumak, vatanı korumaktır / 02.06.2025
- Lozan Antlaşması’nı korumak, vatanı korumaktır / 28.05.2025