İhsan haliyle rızaya kavuşmak
İhsan sahibi olabilmek için İslam'ın şartlarını harfiyyen uygulamak gerekir. Tabii ki mükellefiyet neyse, o kadar
02.02.2021 00:37:00





İhsan, "Cibril Hadisi" olarak bilinen hadis–i şerifte Allah'ın Sevgilisi (s.a.v.) tarafından, "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etmek" şeklinde tarif edilmiştir. Buradan hareketle İslam âlimleri bu sahanın maneviyatla ilgili olduğunu beyan ederler.
Yani, ubudiyetle elde edilen maneviyat ve Cenab–ı Hakka yakınlık, ihsan çerçevesinde ele alınır. Bu konuyu biraz daha derinleştirmek gerekirse; kula emredilen ibadetlerin îfâsı sayesinde Allah'ın tecellileri o kulun kalbini süsler, donatır.
"Malayani" olarak bilinen şeyler kalbi terk eder. Ki bunlara "mâsiva" da denir. Dünya ile ilgili olan herşey kalb âleminden çıkar gider. Sonra orası tecelligâh–ı Hak olur. Allah'ın tecelli ettiği bir âlem olur. Zaten Cenab–ı Hak, "Ben kuluma şah damarından daha yakınım" demiyor mu?
İşte bu hal bu sözün gerçekleşmesidir. Allah her halde kulunu görüyor. Ama kul O'nu göremiyor. İşte kulun, Allah'ın, onu gördüğünü bilerek, ibadet etmesi ve yakîn halini yaşamasıdır ihsan.
Buraya gelmek için mutlaka iki şartı; imanı ve İslam'ı, bütün şartlarıyla yerine getirmek lazım. Eğer bu iki şart yerine getirilmezse ihsan halineerişmek mümkün değildir. Bunu biraz açalım…
İhsan sahibi olabilmek için İslam'ın şartlarını harfiyyen uygulamak gerekir. Tabii ki mükellefiyet neyse, o kadar.
Mesela, mal ile yapılan ibadetler var; bir kulun imkanı yoksa Allah onu sorumlu tutmuyor. Mesela zekat ve hac… Bunlar hem mal ile hem bedenen yapılan ibadetlerdir. Dolayısıyla kul, iktidarı nispetinde yapabildiklerini terk ederse, ihsandan bahsetmesi yalancılıktan başka bir şey değildir. "Bunu nereden çıkardınız?" diye sorulursa, biz de deriz ki; "Yapmadığınız şeyleri niye konuşuyorsunuz?" ayetinden çıkardık. Bu iş propaganda işi değildir, bir nasiptir ayrıca gayret şarttır.
Allah'tan razı olmak

Burada şunu da hatırlatalım: Müslümanın ihsan haline gelirken Allah'ın imtihanlarından geçtiğini bilmemiz lazım. Nedir bu imtihanlar? Çiledir, meşakkattir, genişliktir, zenginliktir, rahatlıktır, darlıktır, fakirliktir...
Bunlar kulun inişli–çıkışlı olarak denendiği yerlerdir. Hepsi kader cümlesinden kabul edilir. Bu zikzaklarla Allah kulunu dener; ihsan mertebesini tam yakalayabilmesi ve o hal ile hallenmesi için...
Çünkü bunun sonunda, "Raziyyeten merziyye…" var. Allah'tan razı olmak var. Eğer kul Allah'tan razı olursa, Allah da o kulundan razı olur.
Evvela rıza makamı kuldadır. Cenab–ı Hak'la (hâşâ) kavga edilmez; verdiği herşeye razı olunacak. Yukarıda saydığımız şeyleri Allah kuluna veriyor; onu bu vesilelerle deniyor.
Evet, kul "ben iman ettim" diyor, ibadetlerini de yapıyor ama bu yetmiyor. Bir de kuluna sıkıntı verecek. Kul, Mülkün Sahibinin verdiği sıkıntıya ne derece tahammül edecek? İşte, ihsan halini yaşamanın sırrı bu sorunun cevabında gizli. "İstemiyorum, niye bunu verdi?" deyip isyan ederse, "Allah'ı görür gibi ibadet ediyorum" sözü sadece lafta kalır.
Bu nedenle, kul, Rabbi ile barışmalıdır. Rabbi ile barışırsa, herkesle barışır. Bugün bizim sıkıntımız, kulun Allah'tan şikayetçi olmasıdır.
Allah'a varmanın yolu zikirden geçer

Genelde ibadete mazeret olsun diye, insanlar, "Allah'ın ibadete ne ihtiyacı var ki?" derler. İbadeti zevk haline getiremeyen insanların genelde söylediği şeydir bu. Öyleyse akla şu soru gelebilir: "İbadetleri yük olmaktan kurtararak zevk haline getirmenin bir yolu var mıdır?"
Cevaben şunları söyleyebiliriz: Elbette Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah, mutlak gücün, mutlak hakikatin, mutlak mutluluğun, mutlak huzurun kendisidir. İhtiyaç sahibi olan bizleriz. Allah Samed'dir. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Biz huzura muhtacız, kuvvete muhtacız, kudrete muhtacız…
Eğer kul Rabbiyle beraber olamazsa, O'ndan razı olmazsa, kim ne derse desin, dıştan ne kadar şatafatlı, şanlı görünürse görünsün, o insanın içi koftur. Onda mutluluk yoktur.
Niye?

Çünkü, Rabbinden razı değil, Yaratanınla barışmadı ki! Hep O'na ters düşmüş. Mutluluğu, huzuru hep yanlış yerlerde aramış, tabii ki bulamamış. Bulamaz da...
İşte O'na varmanın da, O'nunla beraber olmanın da, huzurlu olmanın da bir tek kestirme yolu var: Allah'ı zikretmek Bir gün Hz. Ali Efendimiz, Fahr–i Alem Efendimiz'e geliyor;
"Ya Resûlallah! Bana öyle bir yol tarif et ki, beni, kısa yoldan Allah'a vâsıl etsin" buyuruyor.
Hz. Fahr–i Alem Efendimiz de, Hz. Ali Efendimize kelime–i tevhidi telkin ediyor. Tevhid o kadar büyük bir sevaba layıktır ki, "Kim ihlas ve samimiyetle la ilahe illallah derse cennetliktir."
Burada "ihlas ile söylemek" ten kasıt Allah ile beraber olmaktır. Yani ihsan halidir. O kadar büyük bir ibadettir ki bu; hadis–i şerifte Peygamber Efendimiz, "Ben size öyle bir ibadetten bahsedeyim ki, sizin cihad etmenizden daha efdal olsun, servetinizi tasadduk etmenizden daha faziletli olsun" buyuruyor.

Sahabeler o ibadetin ne olduğunu sorduklarında Peygamber Efendimiz, "La ilahe illallah cümlesine devam etmenizdir" buyuruyor.
Biz burada sadece iki örnek verdik. Bu örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Hülasa edersek; Cenab–ı Hakka yakınlık mutlak huzurun tek adresidir. Yapmamız gerekenler apaçık beyan edilmiştir.
Kulluk şuuruyla ortaya koyacağımız hayat bizi ihsan haliyle buluşturacaktır. Bu da hem fert, hem de cemiyet olarak kurtuluşumuzun yegâne reçetesidir. Allah cümlemizi muvaffak eylesin..." (Prof. Dr. Haydar Baş İcmal Dergisi 2012) H; AknAydn
Yani, ubudiyetle elde edilen maneviyat ve Cenab–ı Hakka yakınlık, ihsan çerçevesinde ele alınır. Bu konuyu biraz daha derinleştirmek gerekirse; kula emredilen ibadetlerin îfâsı sayesinde Allah'ın tecellileri o kulun kalbini süsler, donatır.
"Malayani" olarak bilinen şeyler kalbi terk eder. Ki bunlara "mâsiva" da denir. Dünya ile ilgili olan herşey kalb âleminden çıkar gider. Sonra orası tecelligâh–ı Hak olur. Allah'ın tecelli ettiği bir âlem olur. Zaten Cenab–ı Hak, "Ben kuluma şah damarından daha yakınım" demiyor mu?
İşte bu hal bu sözün gerçekleşmesidir. Allah her halde kulunu görüyor. Ama kul O'nu göremiyor. İşte kulun, Allah'ın, onu gördüğünü bilerek, ibadet etmesi ve yakîn halini yaşamasıdır ihsan.
Buraya gelmek için mutlaka iki şartı; imanı ve İslam'ı, bütün şartlarıyla yerine getirmek lazım. Eğer bu iki şart yerine getirilmezse ihsan halineerişmek mümkün değildir. Bunu biraz açalım…
İhsan sahibi olabilmek için İslam'ın şartlarını harfiyyen uygulamak gerekir. Tabii ki mükellefiyet neyse, o kadar.
Mesela, mal ile yapılan ibadetler var; bir kulun imkanı yoksa Allah onu sorumlu tutmuyor. Mesela zekat ve hac… Bunlar hem mal ile hem bedenen yapılan ibadetlerdir. Dolayısıyla kul, iktidarı nispetinde yapabildiklerini terk ederse, ihsandan bahsetmesi yalancılıktan başka bir şey değildir. "Bunu nereden çıkardınız?" diye sorulursa, biz de deriz ki; "Yapmadığınız şeyleri niye konuşuyorsunuz?" ayetinden çıkardık. Bu iş propaganda işi değildir, bir nasiptir ayrıca gayret şarttır.
Allah'tan razı olmak

Burada şunu da hatırlatalım: Müslümanın ihsan haline gelirken Allah'ın imtihanlarından geçtiğini bilmemiz lazım. Nedir bu imtihanlar? Çiledir, meşakkattir, genişliktir, zenginliktir, rahatlıktır, darlıktır, fakirliktir...
Bunlar kulun inişli–çıkışlı olarak denendiği yerlerdir. Hepsi kader cümlesinden kabul edilir. Bu zikzaklarla Allah kulunu dener; ihsan mertebesini tam yakalayabilmesi ve o hal ile hallenmesi için...
Çünkü bunun sonunda, "Raziyyeten merziyye…" var. Allah'tan razı olmak var. Eğer kul Allah'tan razı olursa, Allah da o kulundan razı olur.
Evvela rıza makamı kuldadır. Cenab–ı Hak'la (hâşâ) kavga edilmez; verdiği herşeye razı olunacak. Yukarıda saydığımız şeyleri Allah kuluna veriyor; onu bu vesilelerle deniyor.
Evet, kul "ben iman ettim" diyor, ibadetlerini de yapıyor ama bu yetmiyor. Bir de kuluna sıkıntı verecek. Kul, Mülkün Sahibinin verdiği sıkıntıya ne derece tahammül edecek? İşte, ihsan halini yaşamanın sırrı bu sorunun cevabında gizli. "İstemiyorum, niye bunu verdi?" deyip isyan ederse, "Allah'ı görür gibi ibadet ediyorum" sözü sadece lafta kalır.
Bu nedenle, kul, Rabbi ile barışmalıdır. Rabbi ile barışırsa, herkesle barışır. Bugün bizim sıkıntımız, kulun Allah'tan şikayetçi olmasıdır.
Allah'a varmanın yolu zikirden geçer

Genelde ibadete mazeret olsun diye, insanlar, "Allah'ın ibadete ne ihtiyacı var ki?" derler. İbadeti zevk haline getiremeyen insanların genelde söylediği şeydir bu. Öyleyse akla şu soru gelebilir: "İbadetleri yük olmaktan kurtararak zevk haline getirmenin bir yolu var mıdır?"
Cevaben şunları söyleyebiliriz: Elbette Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah, mutlak gücün, mutlak hakikatin, mutlak mutluluğun, mutlak huzurun kendisidir. İhtiyaç sahibi olan bizleriz. Allah Samed'dir. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Biz huzura muhtacız, kuvvete muhtacız, kudrete muhtacız…
Eğer kul Rabbiyle beraber olamazsa, O'ndan razı olmazsa, kim ne derse desin, dıştan ne kadar şatafatlı, şanlı görünürse görünsün, o insanın içi koftur. Onda mutluluk yoktur.
Niye?

Çünkü, Rabbinden razı değil, Yaratanınla barışmadı ki! Hep O'na ters düşmüş. Mutluluğu, huzuru hep yanlış yerlerde aramış, tabii ki bulamamış. Bulamaz da...
İşte O'na varmanın da, O'nunla beraber olmanın da, huzurlu olmanın da bir tek kestirme yolu var: Allah'ı zikretmek Bir gün Hz. Ali Efendimiz, Fahr–i Alem Efendimiz'e geliyor;
"Ya Resûlallah! Bana öyle bir yol tarif et ki, beni, kısa yoldan Allah'a vâsıl etsin" buyuruyor.
Hz. Fahr–i Alem Efendimiz de, Hz. Ali Efendimize kelime–i tevhidi telkin ediyor. Tevhid o kadar büyük bir sevaba layıktır ki, "Kim ihlas ve samimiyetle la ilahe illallah derse cennetliktir."
Burada "ihlas ile söylemek" ten kasıt Allah ile beraber olmaktır. Yani ihsan halidir. O kadar büyük bir ibadettir ki bu; hadis–i şerifte Peygamber Efendimiz, "Ben size öyle bir ibadetten bahsedeyim ki, sizin cihad etmenizden daha efdal olsun, servetinizi tasadduk etmenizden daha faziletli olsun" buyuruyor.

Sahabeler o ibadetin ne olduğunu sorduklarında Peygamber Efendimiz, "La ilahe illallah cümlesine devam etmenizdir" buyuruyor.
Biz burada sadece iki örnek verdik. Bu örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Hülasa edersek; Cenab–ı Hakka yakınlık mutlak huzurun tek adresidir. Yapmamız gerekenler apaçık beyan edilmiştir.
Kulluk şuuruyla ortaya koyacağımız hayat bizi ihsan haliyle buluşturacaktır. Bu da hem fert, hem de cemiyet olarak kurtuluşumuzun yegâne reçetesidir. Allah cümlemizi muvaffak eylesin..." (Prof. Dr. Haydar Baş İcmal Dergisi 2012) H; AknAydn
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.