Kiminle konuşursanız konuşunuz; ortak şikayetler ve sıkıntılar iki noktada toplanıyor; karamsarlık ve güvensizlik.
Hemen hemen herkes karamsar. Ümit kesmiş durumda.
Ekonomiden ümitsiz, yarınlarından ümitsiz ve hatta egemenliğin devredilmesini bile kabul edecek duruma gelmiş. Başka ülkelere göç söz konusu ediliyor. ABD vatandaşlığı, Almanya vatandaşlığı, Avustralya vatandaşlığı gündem ediliyor.
"Düzelmez efendim, yıllardan beri hep aynı vaatleri dinledik, fakat sonuç hep aynı. Artık ümit etmek için bir sebep kalmamıştır" diyor vatandaşın büyük çoğunluğu.
Duygular zayıflamış, vatan, millet, bayrak kavramları adeta aşındırılmış durumda.
Bir başka problem de güvensizlik.
Kimse kimseye güvenmez hale gelmiş.
Babanın evladına, kardeşin kardeşine güveni kalmadı. Artık senedin, çekin bir hükmü yok. Çoğu tacir satmamayı, satmaya tercih ediyor.
Kapanan kepenkler giderek çoğalıyor.
Sözün kıymeti kalmamış durumda.
Devletin, alacakları konusunda kartallaşması, vatandaşı rahatsız ediyor. En küçük bir iş için vatandaş kendini icra dairesinde, icra mahkemesinde buluyor.
Büyük oynayanların işi kolay. Ancak küçük ödemeler, daha doğrusu ödeyememeler vatandaş üzerinde demoklesin kılıcı.
Tek cümleyle ifade edersek, vatandaş karamsar, vatandaş güvensiz.
Peki ne olacak? Zira bu durum vatandaşımızın direncini de kırmaktadır. Bunun zorunlu sonucu milli kimliğin zaafa uğraması, vatan ve milletin tehlikeye düşmesidir.
Bu şartlarda Kuvayı Milliye ekibinin, tıpkı 1918-1920 lerde olduğu gibi işe el koyduğunu görüyoruz.
Hayır! Hayır olmaz böyle şey diyor Kuvayı Milliye ruhu ve milleti ayağa kaldırıyor. Önde Prof. Dr. Haydar Baş beyefendi. Elde bayrak dilde marş miting alanlarında toplanıyor halk. 7 Nisan Trabzon'da 60 bin kişi. 20 Mayıs İstanbul Abide-i Hürriyet'te 500 bin kişi ve nihayet 10 Haziran'da Ankara Tandoğan'da 500 bin insan. Kavurucu sıcağa rağmen elinde Türk Bayrağı, dilinde "Bu vatan bizimdir, bizim kalacak" sloganı, adeta çelikleşmiş durumda. Televizyonları, radyoları başında 10 milyonlar hep aynı inançta, aynı duyguda, aynı idealde bütünleşmiş durumda.
Prof. Dr. Haydar Baş ismini duyan karamsarlıktan ümide, güvensizlikten güvene dönüyor. "O varsa biz varız. O varsa ümitvarız. O varsa artık güvenimiz de var" diyorlar.
Bugün Türkiye'de 500 binleri bir miting alanına toplamak kimsenin kârı değildir. Ancak Prof. Dr. Haydar Baş söz konusu olunca her şey değişiyor.
İşte bir örnek. Karabük'teyiz 78 yaşında bir dede şöyle diyor.
"Evladım Haydar Bey'e söyleyin bu milletin önüne geçsin. Bu Milleti kurtuluşa götürecek tek insan O'dur".
Kendine soruyorum:
-Prof. Dr. Haydar Baş Bey'i yakînen görüp tanıdınız mı?
-Hayır, ben O'nu televizyonlardan izliyorum. Fakat kalbim diyor ki, O, bu milletin önünde olmalıdır. Zira O'nda fevkalade bir değer görüyorum.
Karabüklü bu dede, insanımızın adeta bir sembolü. Herkes ve her kesim "O gelmeli, O olmalı. Ona çok ihtiyacımız var" diyorlar.
Halka katılmamak mümkün değil. Karamsarlığı ümide çevirmek için, güvensizliği güvene çevirmek için O sese, o anlayışa çok ihtiyacımız var.
İki yılda Avrupa seviyesini, üç yılda ABD seviyesini ve dört yılda dünya birinciliği hedefini veren bu sese hem kulak verelim ve hem de katılalım. Zira ülkenin ne zamanı ve ne de takati kalmıştır.
Hemen hemen herkes karamsar. Ümit kesmiş durumda.
Ekonomiden ümitsiz, yarınlarından ümitsiz ve hatta egemenliğin devredilmesini bile kabul edecek duruma gelmiş. Başka ülkelere göç söz konusu ediliyor. ABD vatandaşlığı, Almanya vatandaşlığı, Avustralya vatandaşlığı gündem ediliyor.
"Düzelmez efendim, yıllardan beri hep aynı vaatleri dinledik, fakat sonuç hep aynı. Artık ümit etmek için bir sebep kalmamıştır" diyor vatandaşın büyük çoğunluğu.
Duygular zayıflamış, vatan, millet, bayrak kavramları adeta aşındırılmış durumda.
Bir başka problem de güvensizlik.
Kimse kimseye güvenmez hale gelmiş.
Babanın evladına, kardeşin kardeşine güveni kalmadı. Artık senedin, çekin bir hükmü yok. Çoğu tacir satmamayı, satmaya tercih ediyor.
Kapanan kepenkler giderek çoğalıyor.
Sözün kıymeti kalmamış durumda.
Devletin, alacakları konusunda kartallaşması, vatandaşı rahatsız ediyor. En küçük bir iş için vatandaş kendini icra dairesinde, icra mahkemesinde buluyor.
Büyük oynayanların işi kolay. Ancak küçük ödemeler, daha doğrusu ödeyememeler vatandaş üzerinde demoklesin kılıcı.
Tek cümleyle ifade edersek, vatandaş karamsar, vatandaş güvensiz.
Peki ne olacak? Zira bu durum vatandaşımızın direncini de kırmaktadır. Bunun zorunlu sonucu milli kimliğin zaafa uğraması, vatan ve milletin tehlikeye düşmesidir.
Bu şartlarda Kuvayı Milliye ekibinin, tıpkı 1918-1920 lerde olduğu gibi işe el koyduğunu görüyoruz.
Hayır! Hayır olmaz böyle şey diyor Kuvayı Milliye ruhu ve milleti ayağa kaldırıyor. Önde Prof. Dr. Haydar Baş beyefendi. Elde bayrak dilde marş miting alanlarında toplanıyor halk. 7 Nisan Trabzon'da 60 bin kişi. 20 Mayıs İstanbul Abide-i Hürriyet'te 500 bin kişi ve nihayet 10 Haziran'da Ankara Tandoğan'da 500 bin insan. Kavurucu sıcağa rağmen elinde Türk Bayrağı, dilinde "Bu vatan bizimdir, bizim kalacak" sloganı, adeta çelikleşmiş durumda. Televizyonları, radyoları başında 10 milyonlar hep aynı inançta, aynı duyguda, aynı idealde bütünleşmiş durumda.
Prof. Dr. Haydar Baş ismini duyan karamsarlıktan ümide, güvensizlikten güvene dönüyor. "O varsa biz varız. O varsa ümitvarız. O varsa artık güvenimiz de var" diyorlar.
Bugün Türkiye'de 500 binleri bir miting alanına toplamak kimsenin kârı değildir. Ancak Prof. Dr. Haydar Baş söz konusu olunca her şey değişiyor.
İşte bir örnek. Karabük'teyiz 78 yaşında bir dede şöyle diyor.
"Evladım Haydar Bey'e söyleyin bu milletin önüne geçsin. Bu Milleti kurtuluşa götürecek tek insan O'dur".
Kendine soruyorum:
-Prof. Dr. Haydar Baş Bey'i yakînen görüp tanıdınız mı?
-Hayır, ben O'nu televizyonlardan izliyorum. Fakat kalbim diyor ki, O, bu milletin önünde olmalıdır. Zira O'nda fevkalade bir değer görüyorum.
Karabüklü bu dede, insanımızın adeta bir sembolü. Herkes ve her kesim "O gelmeli, O olmalı. Ona çok ihtiyacımız var" diyorlar.
Halka katılmamak mümkün değil. Karamsarlığı ümide çevirmek için, güvensizliği güvene çevirmek için O sese, o anlayışa çok ihtiyacımız var.
İki yılda Avrupa seviyesini, üç yılda ABD seviyesini ve dört yılda dünya birinciliği hedefini veren bu sese hem kulak verelim ve hem de katılalım. Zira ülkenin ne zamanı ve ne de takati kalmıştır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Baki Bektaş / diğer yazıları
- Gerçek hayat ahiret hayatıdır / 09.09.2003
- Tek çare birlik / 11.09.2002
- Misyonerlik faaliyetlerinin boyutları / 30.05.2002
- Halkımız çok iyi bir gözlemci / 25.05.2002
- Derviş'e göre deniz bitti / 24.05.2002
- Aziz ol, Elazığ / 17.05.2002
- Kayseri, sen ne imişsin! / 15.05.2002
- Tek çare birlik / 15.04.2002
- Görebilmek / 08.04.2002
- En büyük terör işgaldir / 06.04.2002
- Tek çare birlik / 11.09.2002
- Misyonerlik faaliyetlerinin boyutları / 30.05.2002
- Halkımız çok iyi bir gözlemci / 25.05.2002
- Derviş'e göre deniz bitti / 24.05.2002
- Aziz ol, Elazığ / 17.05.2002
- Kayseri, sen ne imişsin! / 15.05.2002
- Tek çare birlik / 15.04.2002
- Görebilmek / 08.04.2002
- En büyük terör işgaldir / 06.04.2002