İmam Kazım’ın münazaraları
Münazara yöntemi İmam Kâzım’ın Ehl-i Beyt Ekolü’nün üstünlüğünü göstermek için kullandığı çok önemli bir silahtır
14.01.2024 17:34:00
Hasan Parlak
Hasan Parlak





Münazara yöntemi İmam Kâzım'ın Ehl-i Beyt Ekolü'nün üstünlüğünü göstermek için kullandığı çok önemli bir silahtır.
Mansur'un oğlu Mehdî'nin halifeliği döneminde, Medine'ye gelen Mehdî, İmam Kâzım'ı da ziyaret etmiş ve O'nun ilmî bilgisini sınamak istemişti.
Kur'an'da şarabın yasaklanışına değinerek İmam'a sordu:
"Acaba şarap, Kur'an-ı Mecid'de haram kılınmış mıdır? Genellikle halk, Kur'an'ın şarap içilmesini nehyettiğini biliyor da, bu neyhin haram olduğu mânâsı taşıdığını bilmiyor?"
İmam (a.s.), "Evet, Kur'an-ı Kerim'de şarap açıkça haram kılınmıştır" buyurdu.
Mehdî, "Kur'an'ın neresinde?" diye sordu.
İmam (a.s.), "Allah, (Peygambere hitaben) 'De ki: Rabb'im ancak açığa vurulabilen ve gizlenen kötülüklerle günahı, haksız yere isyan etmeyi... haram etmiştir' buyurarak."
İmam bu âyette haram edilen başka şeyleri de açıkladıktan sonra şöyle buyurdu:
"Allah'ın bu âyette haram ettiği 'ism (günah)' kelimesinden maksat, şaraptır. Çünkü Allah, başka bir âyette de, 'Sana şarap ve kumarın hükümlerini soruyorlar. De ki: İkisinde de hem büyük günah var, hem insanlara faydalar var. Fakat günahları faydalarından daha çoktur' buyuruyor.
A'raf Sûresi'nde açıkça haram edilen 'ism' tabiri, Bakara Sûresi'nde şarap ve içki için kullanılmıştır. Buna göre şarap Kur'an-ı Kerim'de açıkça haram edilmiştir."
Mehdî, İmam'ın (a.s.) istidlali karşısında oldukça etkilenmişti. Gayri ihtiyarî olarak (orada bulunan) Ali bin Yaktin'e dönerek, "Allah'a and olsun ki, bu fetva Hâşimî fetvasıdır" dedi.
Ali bin Yaktin, "Allah'a şükürler olsun ki, bu ilmi Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) ailesine vermiştir" dedi.
Mehdî, aldığı cevaptan rahatsız olarak, "Doğru diyorsun, ey Râfizî" dedi.
Bir seferinde Hârun Reşid, Kâbe'nin ziyaretine gitti. Tavaf zamanı, halifenin yalnız tavaf etmesi için halkın aradan çıkmasını istediler.
Hârun tavaf etmek isterken, bir Arap da gelip onunla tavaf etmeye başladı. Adamın bu ameli halifenin onuruna dokundu, kızarak, "Bu adamı buradan uzaklaştırın" diye emretti.
Memurlar adama, "Halife tavafını bitirene kadar biraz sabret" dediler.
Arap adam onların dediğine karşılık dedi ki: "Allah-u Teâlâ'nın, bu kutsal yerde herkesi eşit bildiğini ve Kur'an-ı Kerim'de, 'Mescidu'l-Haram'ı (Kâbe'yi), yerli olsun, dışarıdan gelmiş olsun, onu eşit insanlar için kıldık' diye buyurmuş olduğunu bilmiyor musunuz?"
Hârun bu sözü Arap'tan duyunca kendi muhafızına, "Onunla bir işin olmasın, onu kendi hâline bırak" diye emretti.
Sonra Hacerü'l-Esved'i istilâm etmek (ona el sürmek) için ona doğru yöneldi. Arap kişi, ondan önce davranarak Hârun'dan önce istilâm etti.
Daha sonra Hârun, namaz kılmak için Makam-ı İbrahim'e geldi. Yine Arap kişi Hârun'dan önce oraya yetişti ve namaz kılmakla meşgul oldu.
Hârun namazını bitirir bitirmez, o adamı ihzar etmelerini emretti. Adam Hârun'un bu emrini duyunca şöyle dedi: "Benim halifeyle bir işim yoktur, eğer halifenin benimle bir işi varsa, onun kendisi benim yanıma gelsin."
Hârun istemediği hâlde o adamın karşısına gelip ona selâm verdi. Hârun, "Burada oturmama izin verir misin?" dedi.
Arap kişi, "Burası benim mülküm değildir, biz burada eşitiz, istediğiniz takdirde oturabilirsiniz" dedi.
Hârun, Arap kişinin bu şekilde konuşmasından rahatsız olarak ona, "Senden dinî bir mesele sormak istiyorum, doğru cevap vermediğin takdirde sana eziyet edeceğim" dedi.
Arap kişi, "Senin niyetin bilmediğin bir meseleyi öğrenmek mi, yoksa bu yolla bana eziyet etmek mi istiyorsun?" dedi.
Harun, "Elbette öğrenmek içindir" diye yanıt verdi.
Arap kişi, "Çok iyi! Ama ayağa kalkman ve öğretmeninden bir soru sormak isteyen bir öğrenci gibi benim karşımda oturman gerekir" dedi.
Hârun mecburen onun karşısında kalkıp toprak üstünde oturdu.
Hârun, "Söyle bakalım Allah-u Teâlâ, ne gibi şeyleri sana farz kılmıştır?" dedi.
Arap kişi, "Farzın hangi kısmını soruyorsun, bir farzdan mı, beş farzdan mı? On yedi farzdan mı? Otuz dört farzdan mı? Doksan dörtten mi? Yüz eli üçten mi? On ikinin birinden mi? Kırkta birden mi? İki yüzde beşten mi? Ömür boyunca bir defa olandan mı? Veya birbirine karşı olandan mı?" dedi.
Hârun, "Ben bir farzdan sordum ama sen bana bunca sayılar saydın" dedi.
Arap kişi, "Eğer din, dünyada sayı ve hesap üzere olmasaydı Allah-u Teâlâ Kıyâmet Günü insanlar için bir hesap açmazdı. Sonra şu âyeti okudu: "Bir hardal tanesi bile olsa onu teraziye getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz."
Bu esnada Arap kişi, halifeyi ismi ile çağırdı. Hârun oldukça öfkelendi ve kıpkırmızı kesildi. Çünkü halifenin görüşüne göre herkesin ona emîrü'l-mü'minîn demesi gerekirdi.
Öfkeli bir şekilde şöyle dedi: "Dediğin şeyleri açıkla! Açıklayabilirsen serbestsin, aksi takdirde Safâ ve Merve arasında boynunun vurulmasını emredeceğim."
Koruyucu, halifeye, "Allah aşkına, onu bu kutsal mekânda öldürme" diye rica etti.
Arap adam koruyucunun bu sözünden dolayı güldü!
Hârun, "Niçin güldün?" diye sordu.
Arap kişi, "Sizin ikinizin hâlinden dolayı gülmem tuttu. Çünkü hanginizin daha cahil olduğunu bilemiyorum. Zira eceli yetişmiş olan bir kimsenin mi, yoksa eceli yetişmemiş bir kimseyi öldürmek için acele eden birinin mi affedilmesi isteniyor?" dedi.
Hârun, "Velhâsıl, dediklerini izah et" dedi.
Arap kişi, "Allah-u Teâlâ'nın bana neyi farz kıldığı şeyden soru sordun, cevabı şudur: Allah u Teâlâ çok şeyleri bana farz kılmıştır. 'Farz olan bir şeyden mi soruyorsun?' sözümden maksat, İslam dinidir. Zira her şeyden önce ona uymak kullara farzdır.
'Beş şeyden maksadım beş vakit namazdı. 'On yediden maksat farz namazların on yedi rekât olmasıdır; otuz dörtten maksat, namazların secdeleridir; yüz elliden maksat namazın tesbihleridir; on ikiden birinden maksat, Ramazan ayıdır ki, on iki aydan sadece bir ayında oruç tutulması farz kılınmıştır. 'Kırkta birinden maksat, kırk dinar altını olan bir kimsenin zekât olarak bir dinar vermesinin farz olmasıdır.
'İki yüzden beşinden maksat, iki yüz gümüş dirhemi olan bir kimsenin zekât olarak beş dirhem vermesinin gerekliliğidir. 'Ömür boyu sadece bir defa farz olandan mı soruyorsun?' sözümden kasıt, Allah'ın Evi'nin ziyaretidir ki ömür boyu sadece bir defa, gücü ve imkânı olan kimseye farzdır.
'Biri birbirine karşıtlıktan maksadım, kim haksız yere bir kimseyi öldürürse, ona karşılık olarak sadece katilin öldürülmesidir.
Allah u Teâlâ, '.. cana karşılık can kısas edilmelidir' buyuruyor."
Arap adamın sözü son bulunca Hârun, bu meselelerin tefsir ve açıklamasından ve Arap kişinin sözünün güzelliğinden bir hayli hoşnut oldu; onun ilim açısından büyük bir şahsiyet olduğuna kanaat etti ve ona karşı öfkesi saygıya dönüştü.
Arap kişi daha sonra Hârun'a hitaben şöyle dedi: "Sen birtakım şeyleri benden sordun, ben de cevap verdim. Şimdi ben de sana soru sormak istiyorum, sen de onlara cevap ver!
Cevap vermiş olursan bu bir kese altın senin kendi malındır. İstediğin takdirde onu bu kutsal mekânda sadaka verebilirsin. Cevap veremezsen, o zaman sen, kendi kabilemin fakirleri arasında taksim etmem için bir kese altın bana verirsin."
Hârun çaresizlikten bu öneriyi kabul etti. Arap kişi Hârun'a şöyle bir soru sordu: "Bir erkek sabahleyin kendisine haram olan bir kadına baktı; öğle olunca o kadın ona helâl oldu, ikindi olunca o kadın ona yine haram oldu, akşam olunca yine o kadın ona helâl oldu; gece olunca tekrar o erkeğe haram oldu, ertesi gün sabah olunca o kadın ona yine helâl oldu; öğle olunca yine haram oldu; ikindi olunca yine helâl oldu; akşam olunca tekrar haram oldu, gece olunca yine helâl oldu. Bu meseleleri nasıl çözmek gerekir? Biliyorsan çöz!"
Hârun, "Ey Arap kişi! Beni bir denize attın lütfen kendin cevap ver" dedi.
Arap kişi, "Acayip bir halifesin! Bu çeşit meselelerin çözümünde âciz kalman ve bir de Müslümanların halifesi olduğunu iddia etmen hiç doğru değildir" dedi.
Hârun, "İlim senin makamını yükseltmiş, kendin açıkla" dedi.
Arap kişi, "Sabahleyin erkeğin ona bakması haram olan kadın, parayla satın alınan bir câriye idi; öğle olunca o erkek onu sahibinden aldı ve böylece ona helâl oldu; ikindi olunca onu azad etti, böylece ona haram oldu; akşam olunca onu nikâhladı böylece ona helâl oldu; gece olunca ona talak verdi; böylece ona haram oldu, ertesi günün sabahı rücû etti, böylece kadın ona helâl oldu; öğlen olunca zıhar etti (sen bana annemin sırtı gibisin dedi) böylece ona haram oldu; ikindi olunca zıharın kefâretini verdi, böylece ona helâl oldu; akşam olunca kadın kâfir oldu, haram kılındı ama geceleyin tevbe etti ve böylece kocasına helâl oldu."
Hârun bu cevaba şaşırıp kaldı. On bin dirhemin Arap kişiye verilmesini emretti. Ama Arap kişi, muhtaç olmadığını söyledi.
Hârun, "Ömür boyu rahat olman için sana aylık bağlamamı ister misin?" dedi.
Arap kişi, "Sana rızık veren beni unutmaz" dedi.
Hârun, "Borcun varsa söyle ödeyelim" dedi.
Arap kişi, "Allah-u Teâlâ, borçları ödüyor" dedi.
Hârun ayrılırken, "İsmin nedir?" diye sordu.
Arap kişi, "Mûsâ b. Ca'fer" dedi.
Hârun, İmam'ı ilk kez görüyordu. İmam da, halkın kendisini tanımaması için elbisesini değiştirdiğinden dolayı kimse onu tanıyamamıştı." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Musa Kazım eserinden)
Mansur'un oğlu Mehdî'nin halifeliği döneminde, Medine'ye gelen Mehdî, İmam Kâzım'ı da ziyaret etmiş ve O'nun ilmî bilgisini sınamak istemişti.
Kur'an'da şarabın yasaklanışına değinerek İmam'a sordu:
"Acaba şarap, Kur'an-ı Mecid'de haram kılınmış mıdır? Genellikle halk, Kur'an'ın şarap içilmesini nehyettiğini biliyor da, bu neyhin haram olduğu mânâsı taşıdığını bilmiyor?"
İmam (a.s.), "Evet, Kur'an-ı Kerim'de şarap açıkça haram kılınmıştır" buyurdu.
Mehdî, "Kur'an'ın neresinde?" diye sordu.
İmam (a.s.), "Allah, (Peygambere hitaben) 'De ki: Rabb'im ancak açığa vurulabilen ve gizlenen kötülüklerle günahı, haksız yere isyan etmeyi... haram etmiştir' buyurarak."
İmam bu âyette haram edilen başka şeyleri de açıkladıktan sonra şöyle buyurdu:
"Allah'ın bu âyette haram ettiği 'ism (günah)' kelimesinden maksat, şaraptır. Çünkü Allah, başka bir âyette de, 'Sana şarap ve kumarın hükümlerini soruyorlar. De ki: İkisinde de hem büyük günah var, hem insanlara faydalar var. Fakat günahları faydalarından daha çoktur' buyuruyor.
A'raf Sûresi'nde açıkça haram edilen 'ism' tabiri, Bakara Sûresi'nde şarap ve içki için kullanılmıştır. Buna göre şarap Kur'an-ı Kerim'de açıkça haram edilmiştir."
Mehdî, İmam'ın (a.s.) istidlali karşısında oldukça etkilenmişti. Gayri ihtiyarî olarak (orada bulunan) Ali bin Yaktin'e dönerek, "Allah'a and olsun ki, bu fetva Hâşimî fetvasıdır" dedi.
Ali bin Yaktin, "Allah'a şükürler olsun ki, bu ilmi Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) ailesine vermiştir" dedi.
Mehdî, aldığı cevaptan rahatsız olarak, "Doğru diyorsun, ey Râfizî" dedi.
Bir seferinde Hârun Reşid, Kâbe'nin ziyaretine gitti. Tavaf zamanı, halifenin yalnız tavaf etmesi için halkın aradan çıkmasını istediler.
Hârun tavaf etmek isterken, bir Arap da gelip onunla tavaf etmeye başladı. Adamın bu ameli halifenin onuruna dokundu, kızarak, "Bu adamı buradan uzaklaştırın" diye emretti.
Memurlar adama, "Halife tavafını bitirene kadar biraz sabret" dediler.
Arap adam onların dediğine karşılık dedi ki: "Allah-u Teâlâ'nın, bu kutsal yerde herkesi eşit bildiğini ve Kur'an-ı Kerim'de, 'Mescidu'l-Haram'ı (Kâbe'yi), yerli olsun, dışarıdan gelmiş olsun, onu eşit insanlar için kıldık' diye buyurmuş olduğunu bilmiyor musunuz?"
Hârun bu sözü Arap'tan duyunca kendi muhafızına, "Onunla bir işin olmasın, onu kendi hâline bırak" diye emretti.
Sonra Hacerü'l-Esved'i istilâm etmek (ona el sürmek) için ona doğru yöneldi. Arap kişi, ondan önce davranarak Hârun'dan önce istilâm etti.
Daha sonra Hârun, namaz kılmak için Makam-ı İbrahim'e geldi. Yine Arap kişi Hârun'dan önce oraya yetişti ve namaz kılmakla meşgul oldu.
Hârun namazını bitirir bitirmez, o adamı ihzar etmelerini emretti. Adam Hârun'un bu emrini duyunca şöyle dedi: "Benim halifeyle bir işim yoktur, eğer halifenin benimle bir işi varsa, onun kendisi benim yanıma gelsin."
Hârun istemediği hâlde o adamın karşısına gelip ona selâm verdi. Hârun, "Burada oturmama izin verir misin?" dedi.
Arap kişi, "Burası benim mülküm değildir, biz burada eşitiz, istediğiniz takdirde oturabilirsiniz" dedi.
Hârun, Arap kişinin bu şekilde konuşmasından rahatsız olarak ona, "Senden dinî bir mesele sormak istiyorum, doğru cevap vermediğin takdirde sana eziyet edeceğim" dedi.
Arap kişi, "Senin niyetin bilmediğin bir meseleyi öğrenmek mi, yoksa bu yolla bana eziyet etmek mi istiyorsun?" dedi.
Harun, "Elbette öğrenmek içindir" diye yanıt verdi.
Arap kişi, "Çok iyi! Ama ayağa kalkman ve öğretmeninden bir soru sormak isteyen bir öğrenci gibi benim karşımda oturman gerekir" dedi.
Hârun mecburen onun karşısında kalkıp toprak üstünde oturdu.
Hârun, "Söyle bakalım Allah-u Teâlâ, ne gibi şeyleri sana farz kılmıştır?" dedi.
Arap kişi, "Farzın hangi kısmını soruyorsun, bir farzdan mı, beş farzdan mı? On yedi farzdan mı? Otuz dört farzdan mı? Doksan dörtten mi? Yüz eli üçten mi? On ikinin birinden mi? Kırkta birden mi? İki yüzde beşten mi? Ömür boyunca bir defa olandan mı? Veya birbirine karşı olandan mı?" dedi.
Hârun, "Ben bir farzdan sordum ama sen bana bunca sayılar saydın" dedi.
Arap kişi, "Eğer din, dünyada sayı ve hesap üzere olmasaydı Allah-u Teâlâ Kıyâmet Günü insanlar için bir hesap açmazdı. Sonra şu âyeti okudu: "Bir hardal tanesi bile olsa onu teraziye getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz."
Bu esnada Arap kişi, halifeyi ismi ile çağırdı. Hârun oldukça öfkelendi ve kıpkırmızı kesildi. Çünkü halifenin görüşüne göre herkesin ona emîrü'l-mü'minîn demesi gerekirdi.
Öfkeli bir şekilde şöyle dedi: "Dediğin şeyleri açıkla! Açıklayabilirsen serbestsin, aksi takdirde Safâ ve Merve arasında boynunun vurulmasını emredeceğim."
Koruyucu, halifeye, "Allah aşkına, onu bu kutsal mekânda öldürme" diye rica etti.
Arap adam koruyucunun bu sözünden dolayı güldü!
Hârun, "Niçin güldün?" diye sordu.
Arap kişi, "Sizin ikinizin hâlinden dolayı gülmem tuttu. Çünkü hanginizin daha cahil olduğunu bilemiyorum. Zira eceli yetişmiş olan bir kimsenin mi, yoksa eceli yetişmemiş bir kimseyi öldürmek için acele eden birinin mi affedilmesi isteniyor?" dedi.
Hârun, "Velhâsıl, dediklerini izah et" dedi.
Arap kişi, "Allah-u Teâlâ'nın bana neyi farz kıldığı şeyden soru sordun, cevabı şudur: Allah u Teâlâ çok şeyleri bana farz kılmıştır. 'Farz olan bir şeyden mi soruyorsun?' sözümden maksat, İslam dinidir. Zira her şeyden önce ona uymak kullara farzdır.
'Beş şeyden maksadım beş vakit namazdı. 'On yediden maksat farz namazların on yedi rekât olmasıdır; otuz dörtten maksat, namazların secdeleridir; yüz elliden maksat namazın tesbihleridir; on ikiden birinden maksat, Ramazan ayıdır ki, on iki aydan sadece bir ayında oruç tutulması farz kılınmıştır. 'Kırkta birinden maksat, kırk dinar altını olan bir kimsenin zekât olarak bir dinar vermesinin farz olmasıdır.
'İki yüzden beşinden maksat, iki yüz gümüş dirhemi olan bir kimsenin zekât olarak beş dirhem vermesinin gerekliliğidir. 'Ömür boyu sadece bir defa farz olandan mı soruyorsun?' sözümden kasıt, Allah'ın Evi'nin ziyaretidir ki ömür boyu sadece bir defa, gücü ve imkânı olan kimseye farzdır.
'Biri birbirine karşıtlıktan maksadım, kim haksız yere bir kimseyi öldürürse, ona karşılık olarak sadece katilin öldürülmesidir.
Allah u Teâlâ, '.. cana karşılık can kısas edilmelidir' buyuruyor."
Arap adamın sözü son bulunca Hârun, bu meselelerin tefsir ve açıklamasından ve Arap kişinin sözünün güzelliğinden bir hayli hoşnut oldu; onun ilim açısından büyük bir şahsiyet olduğuna kanaat etti ve ona karşı öfkesi saygıya dönüştü.
Arap kişi daha sonra Hârun'a hitaben şöyle dedi: "Sen birtakım şeyleri benden sordun, ben de cevap verdim. Şimdi ben de sana soru sormak istiyorum, sen de onlara cevap ver!
Cevap vermiş olursan bu bir kese altın senin kendi malındır. İstediğin takdirde onu bu kutsal mekânda sadaka verebilirsin. Cevap veremezsen, o zaman sen, kendi kabilemin fakirleri arasında taksim etmem için bir kese altın bana verirsin."
Hârun çaresizlikten bu öneriyi kabul etti. Arap kişi Hârun'a şöyle bir soru sordu: "Bir erkek sabahleyin kendisine haram olan bir kadına baktı; öğle olunca o kadın ona helâl oldu, ikindi olunca o kadın ona yine haram oldu, akşam olunca yine o kadın ona helâl oldu; gece olunca tekrar o erkeğe haram oldu, ertesi gün sabah olunca o kadın ona yine helâl oldu; öğle olunca yine haram oldu; ikindi olunca yine helâl oldu; akşam olunca tekrar haram oldu, gece olunca yine helâl oldu. Bu meseleleri nasıl çözmek gerekir? Biliyorsan çöz!"
Hârun, "Ey Arap kişi! Beni bir denize attın lütfen kendin cevap ver" dedi.
Arap kişi, "Acayip bir halifesin! Bu çeşit meselelerin çözümünde âciz kalman ve bir de Müslümanların halifesi olduğunu iddia etmen hiç doğru değildir" dedi.
Hârun, "İlim senin makamını yükseltmiş, kendin açıkla" dedi.
Arap kişi, "Sabahleyin erkeğin ona bakması haram olan kadın, parayla satın alınan bir câriye idi; öğle olunca o erkek onu sahibinden aldı ve böylece ona helâl oldu; ikindi olunca onu azad etti, böylece ona haram oldu; akşam olunca onu nikâhladı böylece ona helâl oldu; gece olunca ona talak verdi; böylece ona haram oldu, ertesi günün sabahı rücû etti, böylece kadın ona helâl oldu; öğlen olunca zıhar etti (sen bana annemin sırtı gibisin dedi) böylece ona haram oldu; ikindi olunca zıharın kefâretini verdi, böylece ona helâl oldu; akşam olunca kadın kâfir oldu, haram kılındı ama geceleyin tevbe etti ve böylece kocasına helâl oldu."
Hârun bu cevaba şaşırıp kaldı. On bin dirhemin Arap kişiye verilmesini emretti. Ama Arap kişi, muhtaç olmadığını söyledi.
Hârun, "Ömür boyu rahat olman için sana aylık bağlamamı ister misin?" dedi.
Arap kişi, "Sana rızık veren beni unutmaz" dedi.
Hârun, "Borcun varsa söyle ödeyelim" dedi.
Arap kişi, "Allah-u Teâlâ, borçları ödüyor" dedi.
Hârun ayrılırken, "İsmin nedir?" diye sordu.
Arap kişi, "Mûsâ b. Ca'fer" dedi.
Hârun, İmam'ı ilk kez görüyordu. İmam da, halkın kendisini tanımaması için elbisesini değiştirdiğinden dolayı kimse onu tanıyamamıştı." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Musa Kazım eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.