Son günlerde bir söylem sessizce yayılıyor:
"Sıradaki hedef Türkiye."
Bu iddiayı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli açıkça dillendiriyor. AK Parti cephesinde ise bu düşünceyi doğrudan ifade etmektense, ima yoluyla gündemde tutanlar var.
Nitekim Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da 1 Ekim 2024'te yaptığı bir açıklamada şunu söyledi:
"İsrail'in saldırganlığı Türkiye'yi de içine almaktadır."
Ama burada bir durup sormak zorundayız:
Gerçekten hedef Türkiye mi, yoksa bu söylem başka hedefleri gizlemek için mi dolaşıma sokuluyor?
Bakın, meseleye şöyle bakalım:
İsrail'in tarihsel stratejisine baktığınızda "bölgeyi işgal edelim" gibi kaba bir planla değil, etki alanı oluşturmak gibi daha sofistike bir hedefle karşılaşırsınız.
Yani mesele, "İsrail sınırlarını Anadolu'ya kadar genişletecek mi?" sorusu değil.
Asıl mesele şu:
Bu coğrafya, İsrail'in çıkarlarına mı hizmet edecek, yoksa kendi iradesiyle mi yaşayacak?
Ben diyorum ki, bugün "Arz-ı Mev'ud"u haritada arayanlar yanılıyor. Arz-ı Mev'ud haritada değil, siyasetin gölgesinde kuruluyor.
Toprak alınmıyor, zihinler şekillendiriliyor.
Tarihe bakalım:
1948'de İsrail kurulurken Mısır'dan Irak'a kadar uzanan bir Arap cephesi vardı.
1967 ve 1973 savaşlarında İsrail'in karşısında bir direniş hattı vardı.
Körfez ülkeleri para akıtıyordu, İran da Şah döneminde İsrail'in dostuydu.
Ama 1979'dan sonra İran, rejimle birlikte İsrail'in kabusu hâline geldi.
Peki, bugün ne oldu?
- Mısır ve Ürdün barış yaptı.
- Körfez ülkeleri İbrahim Mutabakatı'yla ittifaka girdi.
- Suriye, Irak, Libya iç karışıklıklarla dağıtıldı.
- Geriye yalnızca İran kaldı. Ve elbette, adı doğrudan geçmese de Türkiye.
İşte bu noktada "hedef Türkiye" söylemi ortaya atılıyor.
Ama bu iddia çoğu zaman iç politikayı yönlendirmek, kamuoyunu konsolide etmek, muhalefeti baskılamak için araçsallaştırılıyor.
Gerçek tehdidin üzerine sis perdesi çekiliyor.
Çünkü gerçek tehdit, tankla, tüfekle gelmiyor.
Gerçek tehdit; etnik projelerle, kültürel mühendisliklerle, ulus-devletleri içerden çökerten fikirlerle geliyor.
Ve bu fikirler kimi zaman "barış", kimi zaman "Osmanlı mirası" kılığında geliyor.
O yüzden bugün sormamız gereken soru şudur:
Toprak mı tehdit altında, yoksa irademiz mi?
Tanklar mı geliyor, yoksa kimlikler mi dağıtılıyor?
Bu coğrafya için en büyük risk haritadan değil, harita dışı akıllardan geliyor.
Çünkü esas hedef sadece toprak parçalamak değil; devletleri işlevsizleştirmek, halkları kimlik temelli gruplara ayırmak, sonra da bu grupları sürekli çatışmaya mahkûm ederek merkezi otoriteyi yok etmek.
İşte bu yüzden projeler, "barış", "çoğulculuk" ve "terörsüz" gibi kulağa hoş gelen söylemlerle pazarlansa da gerçekte bir Lübnan modeli inşa etmenin altyapısını kurar.
Tıpkı Irak gibi, tıpkı Lübnan gibi…
Devlet var ama yok; bayrak var ama bölünmüş, millet var ama parçalanmış.
İşte tam da bu yüzden "hedef Türkiye" söylemi tek başına değil, arkasındaki bu uzun vadeli planla birlikte okunmalı. Çünkü haritayı değiştirmek kolay değil; ama halkları bölmek, fikirleri karıştırmak, devleti içten çökertmek çok daha "akıllıca" ve maalesef daha da tehlikeli.
"Sıradaki hedef Türkiye."
Bu iddiayı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli açıkça dillendiriyor. AK Parti cephesinde ise bu düşünceyi doğrudan ifade etmektense, ima yoluyla gündemde tutanlar var.
Nitekim Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da 1 Ekim 2024'te yaptığı bir açıklamada şunu söyledi:
"İsrail'in saldırganlığı Türkiye'yi de içine almaktadır."
Ama burada bir durup sormak zorundayız:
Gerçekten hedef Türkiye mi, yoksa bu söylem başka hedefleri gizlemek için mi dolaşıma sokuluyor?
Bakın, meseleye şöyle bakalım:
İsrail'in tarihsel stratejisine baktığınızda "bölgeyi işgal edelim" gibi kaba bir planla değil, etki alanı oluşturmak gibi daha sofistike bir hedefle karşılaşırsınız.
Yani mesele, "İsrail sınırlarını Anadolu'ya kadar genişletecek mi?" sorusu değil.
Asıl mesele şu:
Bu coğrafya, İsrail'in çıkarlarına mı hizmet edecek, yoksa kendi iradesiyle mi yaşayacak?
Ben diyorum ki, bugün "Arz-ı Mev'ud"u haritada arayanlar yanılıyor. Arz-ı Mev'ud haritada değil, siyasetin gölgesinde kuruluyor.
Toprak alınmıyor, zihinler şekillendiriliyor.
Tarihe bakalım:
1948'de İsrail kurulurken Mısır'dan Irak'a kadar uzanan bir Arap cephesi vardı.
1967 ve 1973 savaşlarında İsrail'in karşısında bir direniş hattı vardı.
Körfez ülkeleri para akıtıyordu, İran da Şah döneminde İsrail'in dostuydu.
Ama 1979'dan sonra İran, rejimle birlikte İsrail'in kabusu hâline geldi.
Peki, bugün ne oldu?
- Mısır ve Ürdün barış yaptı.
- Körfez ülkeleri İbrahim Mutabakatı'yla ittifaka girdi.
- Suriye, Irak, Libya iç karışıklıklarla dağıtıldı.
- Geriye yalnızca İran kaldı. Ve elbette, adı doğrudan geçmese de Türkiye.
İşte bu noktada "hedef Türkiye" söylemi ortaya atılıyor.
Ama bu iddia çoğu zaman iç politikayı yönlendirmek, kamuoyunu konsolide etmek, muhalefeti baskılamak için araçsallaştırılıyor.
Gerçek tehdidin üzerine sis perdesi çekiliyor.
Çünkü gerçek tehdit, tankla, tüfekle gelmiyor.
Gerçek tehdit; etnik projelerle, kültürel mühendisliklerle, ulus-devletleri içerden çökerten fikirlerle geliyor.
Ve bu fikirler kimi zaman "barış", kimi zaman "Osmanlı mirası" kılığında geliyor.
O yüzden bugün sormamız gereken soru şudur:
Toprak mı tehdit altında, yoksa irademiz mi?
Tanklar mı geliyor, yoksa kimlikler mi dağıtılıyor?
Bu coğrafya için en büyük risk haritadan değil, harita dışı akıllardan geliyor.
Çünkü esas hedef sadece toprak parçalamak değil; devletleri işlevsizleştirmek, halkları kimlik temelli gruplara ayırmak, sonra da bu grupları sürekli çatışmaya mahkûm ederek merkezi otoriteyi yok etmek.
İşte bu yüzden projeler, "barış", "çoğulculuk" ve "terörsüz" gibi kulağa hoş gelen söylemlerle pazarlansa da gerçekte bir Lübnan modeli inşa etmenin altyapısını kurar.
Tıpkı Irak gibi, tıpkı Lübnan gibi…
Devlet var ama yok; bayrak var ama bölünmüş, millet var ama parçalanmış.
İşte tam da bu yüzden "hedef Türkiye" söylemi tek başına değil, arkasındaki bu uzun vadeli planla birlikte okunmalı. Çünkü haritayı değiştirmek kolay değil; ama halkları bölmek, fikirleri karıştırmak, devleti içten çökertmek çok daha "akıllıca" ve maalesef daha da tehlikeli.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- “Hedef Türkiye” söylemi: Gerçek mi, algı mı? / 23.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025
- Gazze unutturuluyor, hedef: İran ve yeni cizye düzeni / 18.06.2025
- Ortadoğu’da kritik savaş ve Türkiye’nin rolü / 17.06.2025
- İsrail’in mesajı ve Ortadoğu’nun kaderi / 16.06.2025
- Yükselen Aslan: Sadece İran’a mı? / 15.06.2025
- İran bombalanırken Türkiye kuşatılıyor / 14.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025
- Gazze unutturuluyor, hedef: İran ve yeni cizye düzeni / 18.06.2025
- Ortadoğu’da kritik savaş ve Türkiye’nin rolü / 17.06.2025
- İsrail’in mesajı ve Ortadoğu’nun kaderi / 16.06.2025
- Yükselen Aslan: Sadece İran’a mı? / 15.06.2025
- İran bombalanırken Türkiye kuşatılıyor / 14.06.2025