Prof. Dr. Haydar Baş'ın 1998 yılında yaptığı o unutulmaz konuşmasında söylediği bir cümle bugün hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor:
"Bir bakıma insanı biz yalnız bıraktık."
Ne kadar sade, ne kadar derin bir tespit...
Gerçekten de öyle değil mi?
Teknolojiyle, bilgiyle, üretimle, sistemle o kadar meşgul olduk ki insanı unuttuk.
Yani, o sistemi kuran, o üretimi yapan, o bilgiyi işleyen varlığın kendisini...
İnsanı anlamadan, insan için bir gelecek kurabileceğimizi sandık.
Sonuç ortada: Yalnızlaşan birey, yönsüzleşen gençlik ve mesuliyet duygusunu yitirmiş bir toplum.
YALNIZ İNSAN: TEKNOLOJİNİN GÖLGESİNDE KAYBOLAN RUH
Bugün elimizde her türlü teknik imkân, her türlü bilgi var ama insanı anlamaya dair kabiliyetimizi kaybettik.
Haydar Hoca o gün, bir delikanlı üzerinden meseleyi öyle güzel özetlemişti:
"Kitaba bakıyor ama kendisi bir başka âlemde seyrediyor."
Bugünün gençliği, bu cümlenin tam karşılığı.
Ekrana bakıyor ama düşünmüyor.
Dinliyor ama anlamıyor.
Okuyor ama hissetmiyor.
Zekâ var, hafıza var, fırsat var; ama bir eksik var: sorumluluk bilinci.
İnsanın bilgiye erişimi arttı ama iç dünyası aç kaldı.
O boşluk da, "mesuliyetsizlik" dediğimiz hastalıkla doldu.
Haydar Hoca'nın ifadesiyle:
"Bu, öyle bir hastalık ki kendini hiçbir şeyden mesul kabul etmiyor. Mesuliyetsizlik, duyarsızlık artık ne derseniz deyin. Bu günümüzde hat safhada."
Bugün sosyal medyada, trafikte, okulda, siyasette… Aynı tabloyu görmüyor muyuz?
Herkes konuşuyor ama kimse sorumluluk almıyor.
Kimse yanlışını sahiplenmiyor.
Oysa insan, hata yapabilir; mesele, o hatayı mesuliyet duygusuyla onarmak.
EĞİTİM İNSANI TANIMADAN OLMAZ
Hoca'nın o yıllarda altını çizdiği bir başka hakikat, bugün eğitim sistemimizin tam ortasına dokunuyor:
"Bir eğitimci olarak bizlere düşen vazife, insanı tanımadır."
Evet, insanı tanımadan eğitim olmaz.
Sadece bilgi yükleyerek insan yetiştiremeyiz.
Bir ülkenin en büyük hatası, ne yetiştirdiğini bilmeden yetiştirmeye çalışmasıdır.
Bugün okullarımızda başarı ölçütü test puanı; ama vicdan, ahlak, sorumluluk, inanç, bunlar hangi testte ölçülüyor?
Haydar Hoca yıllar önce uyarmıştı:
"Ne yetiştirdiğini bilmeyen bir anlayış, eğitim anlayışı herhalde bu insanı, bu gençliği mesuliyetsizlik badiresiyle iç içe bırakıyor."
İşte bugünkü tablo tam da bu.
Ders kitapları dolu ama kalpler boş.
Kütüphaneler büyüyor ama karakter küçülüyor.
Ve en acısı, gençlerimiz zekâlarını olumluya değil, olumsuza ispat ediyor.
O gün Hoca'nın dediği gibi:
"Müspette kendisini ispatlamayan genç, menfi yolda ispatlıyor."
DİN: İNSANIN KENDİNİ TANIMA OKULU
Hoca'nın bu konuşmasında bir diğer güçlü vurgusu da "din" kurumuna dairdi.
Bugün dine olan mesafe, aslında insanın kendine olan mesafesi.
"Allah var diyoruz ama var dediğimiz bu Allah benim neremde, ben onun neresindeyim?"
Bu soru, çağın bütün psikolojik buhranlarının özeti gibidir.
Modern insan Allah'ı değil, kendisini kaybetti.
Çünkü inancı, hayatının merkezinden çıkardı.
"20. asırda dine gerek yoktur" diyen anlayış, insanı başıboş bıraktı.
Ve Haydar Hoca'nın dediği gibi, "insan kendinden kopunca, tedaviye ihtiyacı oldu."
Bugün o tedaviye, her zamankinden fazla ihtiyacımız var.
Ama bu tedavi hapla değil, inançla olur.
Bir sistemin değil, bir ruhun yeniden inşasıyla olur.
Din, insanın varlık bilincini tazeler; "Ben kimim?" sorusuna cevap verir.
O cevabı bulamayan genç, yönünü bulamaz.
AHKÂM-I HATİME
İnsanı unuttuk; sonuç, yönünü kaybeden toplum.
Eğitimi sistemleştirdik ama ruhunu kaybettirdik.
İnancı "gereksiz" gördük, şimdi maneviyat arıyoruz.
Oysa çözüm, 1998'te söylenmişti:
"İnsanı tanımadan hiçbir şey inşa edemezsiniz."
Bugün bu milletin yeniden dirilişi, insanı yeniden hatırlamakla başlayacak.
Teknolojiyi, sanatı, bilimi değil; insanın kendisini merkezine alan bir anlayışla.
Çünkü insanı unutan çağ, sonunda insanlığını kaybeder.
Kaynak: Prof. Dr. Haydar Baş, Televizyon Programı, 9 Ekim 1998, www.profdrhaydarbasenstitusu.org
"Bir bakıma insanı biz yalnız bıraktık."
Ne kadar sade, ne kadar derin bir tespit...
Gerçekten de öyle değil mi?
Teknolojiyle, bilgiyle, üretimle, sistemle o kadar meşgul olduk ki insanı unuttuk.
Yani, o sistemi kuran, o üretimi yapan, o bilgiyi işleyen varlığın kendisini...
İnsanı anlamadan, insan için bir gelecek kurabileceğimizi sandık.
Sonuç ortada: Yalnızlaşan birey, yönsüzleşen gençlik ve mesuliyet duygusunu yitirmiş bir toplum.
YALNIZ İNSAN: TEKNOLOJİNİN GÖLGESİNDE KAYBOLAN RUH
Bugün elimizde her türlü teknik imkân, her türlü bilgi var ama insanı anlamaya dair kabiliyetimizi kaybettik.
Haydar Hoca o gün, bir delikanlı üzerinden meseleyi öyle güzel özetlemişti:
"Kitaba bakıyor ama kendisi bir başka âlemde seyrediyor."
Bugünün gençliği, bu cümlenin tam karşılığı.
Ekrana bakıyor ama düşünmüyor.
Dinliyor ama anlamıyor.
Okuyor ama hissetmiyor.
Zekâ var, hafıza var, fırsat var; ama bir eksik var: sorumluluk bilinci.
İnsanın bilgiye erişimi arttı ama iç dünyası aç kaldı.
O boşluk da, "mesuliyetsizlik" dediğimiz hastalıkla doldu.
Haydar Hoca'nın ifadesiyle:
"Bu, öyle bir hastalık ki kendini hiçbir şeyden mesul kabul etmiyor. Mesuliyetsizlik, duyarsızlık artık ne derseniz deyin. Bu günümüzde hat safhada."
Bugün sosyal medyada, trafikte, okulda, siyasette… Aynı tabloyu görmüyor muyuz?
Herkes konuşuyor ama kimse sorumluluk almıyor.
Kimse yanlışını sahiplenmiyor.
Oysa insan, hata yapabilir; mesele, o hatayı mesuliyet duygusuyla onarmak.
EĞİTİM İNSANI TANIMADAN OLMAZ
Hoca'nın o yıllarda altını çizdiği bir başka hakikat, bugün eğitim sistemimizin tam ortasına dokunuyor:
"Bir eğitimci olarak bizlere düşen vazife, insanı tanımadır."
Evet, insanı tanımadan eğitim olmaz.
Sadece bilgi yükleyerek insan yetiştiremeyiz.
Bir ülkenin en büyük hatası, ne yetiştirdiğini bilmeden yetiştirmeye çalışmasıdır.
Bugün okullarımızda başarı ölçütü test puanı; ama vicdan, ahlak, sorumluluk, inanç, bunlar hangi testte ölçülüyor?
Haydar Hoca yıllar önce uyarmıştı:
"Ne yetiştirdiğini bilmeyen bir anlayış, eğitim anlayışı herhalde bu insanı, bu gençliği mesuliyetsizlik badiresiyle iç içe bırakıyor."
İşte bugünkü tablo tam da bu.
Ders kitapları dolu ama kalpler boş.
Kütüphaneler büyüyor ama karakter küçülüyor.
Ve en acısı, gençlerimiz zekâlarını olumluya değil, olumsuza ispat ediyor.
O gün Hoca'nın dediği gibi:
"Müspette kendisini ispatlamayan genç, menfi yolda ispatlıyor."
DİN: İNSANIN KENDİNİ TANIMA OKULU
Hoca'nın bu konuşmasında bir diğer güçlü vurgusu da "din" kurumuna dairdi.
Bugün dine olan mesafe, aslında insanın kendine olan mesafesi.
"Allah var diyoruz ama var dediğimiz bu Allah benim neremde, ben onun neresindeyim?"
Bu soru, çağın bütün psikolojik buhranlarının özeti gibidir.
Modern insan Allah'ı değil, kendisini kaybetti.
Çünkü inancı, hayatının merkezinden çıkardı.
"20. asırda dine gerek yoktur" diyen anlayış, insanı başıboş bıraktı.
Ve Haydar Hoca'nın dediği gibi, "insan kendinden kopunca, tedaviye ihtiyacı oldu."
Bugün o tedaviye, her zamankinden fazla ihtiyacımız var.
Ama bu tedavi hapla değil, inançla olur.
Bir sistemin değil, bir ruhun yeniden inşasıyla olur.
Din, insanın varlık bilincini tazeler; "Ben kimim?" sorusuna cevap verir.
O cevabı bulamayan genç, yönünü bulamaz.
AHKÂM-I HATİME
İnsanı unuttuk; sonuç, yönünü kaybeden toplum.
Eğitimi sistemleştirdik ama ruhunu kaybettirdik.
İnancı "gereksiz" gördük, şimdi maneviyat arıyoruz.
Oysa çözüm, 1998'te söylenmişti:
"İnsanı tanımadan hiçbir şey inşa edemezsiniz."
Bugün bu milletin yeniden dirilişi, insanı yeniden hatırlamakla başlayacak.
Teknolojiyi, sanatı, bilimi değil; insanın kendisini merkezine alan bir anlayışla.
Çünkü insanı unutan çağ, sonunda insanlığını kaybeder.
Kaynak: Prof. Dr. Haydar Baş, Televizyon Programı, 9 Ekim 1998, www.profdrhaydarbasenstitusu.org
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- İnsanı unutan çağ / 18.10.2025
- Öfke çağı: Direksiyonda, evde, sokakta aynı sorun / 17.10.2025
- Uyuşturucuda aile ve ekonomi etkisi / 14.10.2025
- Çeteleşme: Yönsüz ve gayesiz bırakılan gençlik / 13.10.2025
- Çeteler: Gençliğin suçla değil, umutsuzlukla kurduğu ittifak / 12.10.2025
- Uyuşturucu ve alkolün görünmeyen dinamiği / 07.10.2025
- Fakirlik ölüm getiriyor: Uyuşturucunun sessiz ekonomisi / 05.10.2025
- Sessiz çığlık: Uyuşturucu ve kumar raporlarının anlattığı gerçek / 04.10.2025
- Ev genci gerçeği ve sessiz tehlike / 28.09.2025
- Çıraklıktan açık liseye: Nerede yanlış yaptık? / 27.09.2025
- Öfke çağı: Direksiyonda, evde, sokakta aynı sorun / 17.10.2025
- Uyuşturucuda aile ve ekonomi etkisi / 14.10.2025
- Çeteleşme: Yönsüz ve gayesiz bırakılan gençlik / 13.10.2025
- Çeteler: Gençliğin suçla değil, umutsuzlukla kurduğu ittifak / 12.10.2025
- Uyuşturucu ve alkolün görünmeyen dinamiği / 07.10.2025
- Fakirlik ölüm getiriyor: Uyuşturucunun sessiz ekonomisi / 05.10.2025
- Sessiz çığlık: Uyuşturucu ve kumar raporlarının anlattığı gerçek / 04.10.2025
- Ev genci gerçeği ve sessiz tehlike / 28.09.2025
- Çıraklıktan açık liseye: Nerede yanlış yaptık? / 27.09.2025