Salı günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Meclis'teki grup toplantısında, İran'a yönelik terör saldırılarının Türkiye'ye etkileri konusunda şu açıklamayı yaptı:
"Her türlü olumsuzluğa, senaryoya karşı hazırlıklarımızı yaptık, yapıyoruz."
Geçen hafta da İran'a yönelik İsrail saldırılarının hemen ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan başkanlığında ilk güvenlik toplantısı yapılmıştı. Devlet yöneticilerimizin teyakkuza geçtiğini görmek önemli. Ancak bu toplantıların "ruhunun" ne olduğuna dair bir şeffaflık eksikliği var.
Asıl kaygımız da bu belirsizlikten kaynaklanıyor.
KAYGININ ARKA PLANI: İSRAİL-ABD-TÜRKİYE ÜÇGENİNDE SORU İŞARETLERİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasında geçmişte oldukça samimi ilişkiler olduğunu hepimiz biliyoruz. Eğer bu samimiyet anlatıldığı gibiyse, burnumuzun dibindeki bu süreçten Türkiye haberdar edilmedi mi?
Yoksa bu sürecin bu noktaya gelmesine biz mi engel olamadık?
Şimdi dikkat çeken eski bir haberi hatırlatmak istiyorum.
Tarih: 19 Aralık 2023
"Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Avrupa Birliği (AB) ile Milli Savunma Bakanlığına (MSB) bağlı Milli Mayın Faaliyet Merkezi (MAFAM) iş birliğinde, Türkiye'nin doğu sınırlarındaki 94 mayın tarlası ve 50 bin kara mayınının, 3 yıl süren 23,8 milyon dolar bütçeli proje ile temizlendiği bildirildi."
Türkiye, 2004 yılında Ottawa Sözleşmesi'ne taraf olarak anti-personel kara mayınlarını temizlemeyi ve sınır güvenliğini "insani" yöntemlerle sağlamayı taahhüt etmişti. Bu karar, ilk bakışta olumlu görünse de jeopolitik etkileri açısından çok ciddi soru işaretlerini barındırıyor.
MAYINSIZLAŞTIRMA MI, GEÇİRGENLİK Mİ?
Türkiye, BM ile birlikte mayın temizliği yapan yaklaşık 30 ülkeden biri. Ancak bu sürecin teknik değil jeopolitik bir anlamı da var:
Sınırdaki mayınlar kaldırıldıkça, göç ve kaçak geçişler için alan açılıyor.
Özellikle Suriye sınırındaki temizlik, Türkiye'yi yasa dışı geçişlerden koruyan doğal bariyerlerin ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Bu alanlar, şimdi göç hareketleri için fiilen açık hale geldi.
Ben Kilisliyim. Bölgede bu süreci çok yakından yaşamış biriyim. Suriye savaşı öncesinde sınırda hâlâ mayınlar vardı. "Sırtçılık" denilen, çantayla ya da merkeplerle kaçak sınır ticareti yapanlar mayınlara basar, sakatlanırdı. Bu yüzden Kilis'te hemen her ailede bir "topal" vardı. Şimdi o mayınlar temizlendi ve sınır tekrar geçişe açıldı. Bu durum Suriye iç savaşıyla gelen göç dalgasının ana etkenlerinden biriydi.
YENİ TEHLİKE: İRAN'DAN YOĞUN GÖÇ RİSKİ
İran tarafında da benzer bir risk var.
Bu sadece güvenlik meselesi değil; aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir kırılma riski. Petrol fiyatları, döviz ve altın kurları yükseliyor. İran'da iç istikrarsızlık derinleşirse, göç baskısı doğu sınırımıza da yansıyabilir.
KÜRECİK ÜSSÜ VE İSRAİL SALDIRILARI
Bir başka kaygı ise Malatya Kürecik'teki radar üssü. Bu radar, İsrail'in İran'a yönelik saldırılarında istihbarat merkezi konumunda ve bizim ülkemizde.
Yarın İran bize karşılık verse, kim ne diyebilir?
Bu ortamda ABD'ye karşı "duruş" sergilemekten söz etmek ne kadar gerçekçi?
MEZHEP SİYASETİ TEHLİKESİ VE TARİHİ HATALAR
Suriye Savaşı'nda olduğu gibi, yine mezhep temelli bir politikanın içine sürüklenme riski var mı? O dönem bazı sözde din adamları, Şiilerin öldürülmesinin caiz olduğunu söylemişti. Türkiye, mezhepçi bir refleksle Esad'ın karşısında pozisyon aldı.
Bu hata tekrar edilirse, sonuçları çok daha ağır olur.
Bu zemini hazırlamak için de toplumsal önyargılar kullanılabilir.
Ben çocukken, mahallede sakallı birine "İrancı" denilirdi. İran'a dair bilinçaltına yerleşmiş negatif kodlar şimdi yeniden devreye sokulmak isteniyor.
TEHLİKELİ SELEFİ YÜKSELİŞ
Türkiye'de son yıllarda Selefi akımlar güç kazanıyor.
Selefilik; Hazreti Ali'ye savaş açan Muaviye zihniyetinin bugünkü izdüşümüdür. Ehlibeyt'i reddeden bu anlayış topluma hâkim olursa, Türkiye bir anda İran'la ideolojik olarak da çatışma pozisyonuna sürüklenebilir.
HAYDAR BAŞ'IN UYARILARI VE BUGÜNÜN GERÇEĞİ
Prof. Dr. Haydar Baş, yıllar önce bu sürece dair net uyarılarda bulunmuştu.
"İki aslanı karşı karşıya getirip kavga ettirecekler: İran ve Türkiye. Bu mücadeleden ne İran ne Türkiye kazançlı çıkar. Kazanan, bu çatışmayı perde arkasından yöneten akıl olur. Türk milleti bu tuzaktan %500.000 kaçınmalıdır."
Ayrıca:
"Türkiye, 'İran'la ne alıp veremediğimiz var?' diye sormalı. Başkalarının oyuncağı hâline gelmeye asla müsaade edilmemeli."
Bu yaklaşım, Türkiye'nin bağımsız, barışçıl ve stratejik bir dış politika izlemesinin gereğini ortaya koyuyor.
MEDYANIN MEZHEPÇİ DİL TUZAĞI
İktidara yakın bir gazetede köşe yazarı şunları yazdı:
"İran, Sünnî dünyayı hızla Şiîleştirecek… Türkiye'de de çok hızlı bir şiileştirme projesi yürürlükte…"
Bu tür ifadeler, mezhep savaşının fitilini ateşlemeye yöneliktir. Bu söylem çok tehlikelidir.
Sakın unutmayalım: ABD ve İsrail'in planı, bölgede iki engel olan Türkiye ve İran'ı tokuşturmaktır.
TARİHTEN DERS: YENİ TESTİLER KIRILMASIN
Nasreddin Hoca'nın meşhur sözü aklımızda olsun:
"Testiyi kırmadan önce vuruyorum."
Biz de bu yazıyla olası bir testi kırılmadan uyarıyoruz.
1991'de Haydar Baş Hoca, Körfez Savaşı sırasında ABD'nin Türkiye'yi hedeflediğini ve Kürt koridoru planını söylemişti. O günden bugüne bu uyarılar hiç değişmedi. Çünkü tarih tekerrür ediyor.
Sayın Naim Babüroğlu'nun dediği gibi:
"Tarih dikiz aynasıdır. Ara sıra bakmak gerekir."
Biz de başka bir yere değil, o aynaya bakıyoruz.
Ve gördüğümüzü söylüyoruz.
"Her türlü olumsuzluğa, senaryoya karşı hazırlıklarımızı yaptık, yapıyoruz."
Geçen hafta da İran'a yönelik İsrail saldırılarının hemen ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan başkanlığında ilk güvenlik toplantısı yapılmıştı. Devlet yöneticilerimizin teyakkuza geçtiğini görmek önemli. Ancak bu toplantıların "ruhunun" ne olduğuna dair bir şeffaflık eksikliği var.
Asıl kaygımız da bu belirsizlikten kaynaklanıyor.
KAYGININ ARKA PLANI: İSRAİL-ABD-TÜRKİYE ÜÇGENİNDE SORU İŞARETLERİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasında geçmişte oldukça samimi ilişkiler olduğunu hepimiz biliyoruz. Eğer bu samimiyet anlatıldığı gibiyse, burnumuzun dibindeki bu süreçten Türkiye haberdar edilmedi mi?
Yoksa bu sürecin bu noktaya gelmesine biz mi engel olamadık?
Şimdi dikkat çeken eski bir haberi hatırlatmak istiyorum.
Tarih: 19 Aralık 2023
"Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Avrupa Birliği (AB) ile Milli Savunma Bakanlığına (MSB) bağlı Milli Mayın Faaliyet Merkezi (MAFAM) iş birliğinde, Türkiye'nin doğu sınırlarındaki 94 mayın tarlası ve 50 bin kara mayınının, 3 yıl süren 23,8 milyon dolar bütçeli proje ile temizlendiği bildirildi."
Türkiye, 2004 yılında Ottawa Sözleşmesi'ne taraf olarak anti-personel kara mayınlarını temizlemeyi ve sınır güvenliğini "insani" yöntemlerle sağlamayı taahhüt etmişti. Bu karar, ilk bakışta olumlu görünse de jeopolitik etkileri açısından çok ciddi soru işaretlerini barındırıyor.
MAYINSIZLAŞTIRMA MI, GEÇİRGENLİK Mİ?
Türkiye, BM ile birlikte mayın temizliği yapan yaklaşık 30 ülkeden biri. Ancak bu sürecin teknik değil jeopolitik bir anlamı da var:
Sınırdaki mayınlar kaldırıldıkça, göç ve kaçak geçişler için alan açılıyor.
Özellikle Suriye sınırındaki temizlik, Türkiye'yi yasa dışı geçişlerden koruyan doğal bariyerlerin ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Bu alanlar, şimdi göç hareketleri için fiilen açık hale geldi.
Ben Kilisliyim. Bölgede bu süreci çok yakından yaşamış biriyim. Suriye savaşı öncesinde sınırda hâlâ mayınlar vardı. "Sırtçılık" denilen, çantayla ya da merkeplerle kaçak sınır ticareti yapanlar mayınlara basar, sakatlanırdı. Bu yüzden Kilis'te hemen her ailede bir "topal" vardı. Şimdi o mayınlar temizlendi ve sınır tekrar geçişe açıldı. Bu durum Suriye iç savaşıyla gelen göç dalgasının ana etkenlerinden biriydi.
YENİ TEHLİKE: İRAN'DAN YOĞUN GÖÇ RİSKİ
İran tarafında da benzer bir risk var.
Bu sadece güvenlik meselesi değil; aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir kırılma riski. Petrol fiyatları, döviz ve altın kurları yükseliyor. İran'da iç istikrarsızlık derinleşirse, göç baskısı doğu sınırımıza da yansıyabilir.
KÜRECİK ÜSSÜ VE İSRAİL SALDIRILARI
Bir başka kaygı ise Malatya Kürecik'teki radar üssü. Bu radar, İsrail'in İran'a yönelik saldırılarında istihbarat merkezi konumunda ve bizim ülkemizde.
Yarın İran bize karşılık verse, kim ne diyebilir?
Bu ortamda ABD'ye karşı "duruş" sergilemekten söz etmek ne kadar gerçekçi?
MEZHEP SİYASETİ TEHLİKESİ VE TARİHİ HATALAR
Suriye Savaşı'nda olduğu gibi, yine mezhep temelli bir politikanın içine sürüklenme riski var mı? O dönem bazı sözde din adamları, Şiilerin öldürülmesinin caiz olduğunu söylemişti. Türkiye, mezhepçi bir refleksle Esad'ın karşısında pozisyon aldı.
Bu hata tekrar edilirse, sonuçları çok daha ağır olur.
Bu zemini hazırlamak için de toplumsal önyargılar kullanılabilir.
Ben çocukken, mahallede sakallı birine "İrancı" denilirdi. İran'a dair bilinçaltına yerleşmiş negatif kodlar şimdi yeniden devreye sokulmak isteniyor.
TEHLİKELİ SELEFİ YÜKSELİŞ
Türkiye'de son yıllarda Selefi akımlar güç kazanıyor.
Selefilik; Hazreti Ali'ye savaş açan Muaviye zihniyetinin bugünkü izdüşümüdür. Ehlibeyt'i reddeden bu anlayış topluma hâkim olursa, Türkiye bir anda İran'la ideolojik olarak da çatışma pozisyonuna sürüklenebilir.
HAYDAR BAŞ'IN UYARILARI VE BUGÜNÜN GERÇEĞİ
Prof. Dr. Haydar Baş, yıllar önce bu sürece dair net uyarılarda bulunmuştu.
"İki aslanı karşı karşıya getirip kavga ettirecekler: İran ve Türkiye. Bu mücadeleden ne İran ne Türkiye kazançlı çıkar. Kazanan, bu çatışmayı perde arkasından yöneten akıl olur. Türk milleti bu tuzaktan %500.000 kaçınmalıdır."
Ayrıca:
"Türkiye, 'İran'la ne alıp veremediğimiz var?' diye sormalı. Başkalarının oyuncağı hâline gelmeye asla müsaade edilmemeli."
Bu yaklaşım, Türkiye'nin bağımsız, barışçıl ve stratejik bir dış politika izlemesinin gereğini ortaya koyuyor.
MEDYANIN MEZHEPÇİ DİL TUZAĞI
İktidara yakın bir gazetede köşe yazarı şunları yazdı:
"İran, Sünnî dünyayı hızla Şiîleştirecek… Türkiye'de de çok hızlı bir şiileştirme projesi yürürlükte…"
Bu tür ifadeler, mezhep savaşının fitilini ateşlemeye yöneliktir. Bu söylem çok tehlikelidir.
Sakın unutmayalım: ABD ve İsrail'in planı, bölgede iki engel olan Türkiye ve İran'ı tokuşturmaktır.
TARİHTEN DERS: YENİ TESTİLER KIRILMASIN
Nasreddin Hoca'nın meşhur sözü aklımızda olsun:
"Testiyi kırmadan önce vuruyorum."
Biz de bu yazıyla olası bir testi kırılmadan uyarıyoruz.
1991'de Haydar Baş Hoca, Körfez Savaşı sırasında ABD'nin Türkiye'yi hedeflediğini ve Kürt koridoru planını söylemişti. O günden bugüne bu uyarılar hiç değişmedi. Çünkü tarih tekerrür ediyor.
Sayın Naim Babüroğlu'nun dediği gibi:
"Tarih dikiz aynasıdır. Ara sıra bakmak gerekir."
Biz de başka bir yere değil, o aynaya bakıyoruz.
Ve gördüğümüzü söylüyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025
- Gazze unutturuluyor, hedef: İran ve yeni cizye düzeni / 18.06.2025
- Ortadoğu’da kritik savaş ve Türkiye’nin rolü / 17.06.2025
- İsrail’in mesajı ve Ortadoğu’nun kaderi / 16.06.2025
- Yükselen Aslan: Sadece İran’a mı? / 15.06.2025
- İran bombalanırken Türkiye kuşatılıyor / 14.06.2025
- Türkiye için üçüncü yol zamanı / 12.06.2025
- Menemen pişti, şimdi servis edilecek: Anayasa sürecinin perde arkası / 11.06.2025
- Rusya-Ukrayna savaşı: Barış mı, zaman kazanma oyunu mu? / 08.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025
- Gazze unutturuluyor, hedef: İran ve yeni cizye düzeni / 18.06.2025
- Ortadoğu’da kritik savaş ve Türkiye’nin rolü / 17.06.2025
- İsrail’in mesajı ve Ortadoğu’nun kaderi / 16.06.2025
- Yükselen Aslan: Sadece İran’a mı? / 15.06.2025
- İran bombalanırken Türkiye kuşatılıyor / 14.06.2025
- Türkiye için üçüncü yol zamanı / 12.06.2025
- Menemen pişti, şimdi servis edilecek: Anayasa sürecinin perde arkası / 11.06.2025
- Rusya-Ukrayna savaşı: Barış mı, zaman kazanma oyunu mu? / 08.06.2025