n Sağlıklı yaşamanı neye borçlusun?
Öztürk- Ben Rus çekildi çekileli bu dağda yaşıyorum. Geçen sene fizik tedavi doktoru bana "sen nasıl oldu da bu yaşa kadar yaşadın?" diye sordu. Ben çıtıruk yaprağı yedim. Karaağaç yaprağı yedim. Açlık dahil hepsini gördüm. Şimdi ekmek kapıya geliyor.
n Uzun yaşamayı bu dağların temiz havasına, suyuna mı bağlıyorsun?
Öztürk- Ben ona bağlıyorum. Ben çok çalıştım. 70 sene bu kolumu salladım. Ben bu suyun sayesinde bu yaşa kadar geldim.
n Çalışmak demek ki adamın ömrünü kısaltmıyor.
Öztürk- Çalışan demir pas tutmaz, derler. Ha şimdi gene bu kapıda buz gibi su içiyorum. Rus çekildi çekileli bu dağdayım. Bu dağın suyunu içiyorum. Üç sene askerlikte kaldım. İki sene gurbette idim. Gerisini hep burada geçirdim. Hep ilk gelen de ben oldum. Yalnız bu sene bu dağda bir kırmızı çiçek gördüm. Rus çekildi çekileli ilk defa bu sene gördüm bu çiçeği. Dağlar ıssızladı. Geçen sene köyde meyveden geçilmiyordu. Bu sene neredeyse hiç yok. Yandı. Fındık da yok.
n Geçen seneki bu lütfun kıymetini bilmedik mi?
Öztürk- Öyle ya.
n Cenab-ı Hakk'ın bize verdiği nimetlerin, güzelliklerin kıymetini biliyor muyuz?
Öztürk- Ben, elimden geldiği kadar biliyorum ama bilmeyen çok var.
"Her yere ev yap" öğüdü
n Yaşınız bir asrı aşkın biri olarak yaşı sizden küçüklere ve özellikle gençlere ne tavsiye edersiniz?
Öztürk- Ne tavsiye edeyim. Dünyada doğru yoldan, doğru istikametten ayrılma. Elinden geldiği kadar iyilik yap. Edebilirsen kötülük edene de iyilik et. Her şey sabra bakar. Sabırlı olmayı tavsiye ederim. Rahmetli anam bana, "Her yere bir ev yap" derdi. "Ana ben her yere, İstanbul'a, Ankara'ya nasıl ev yapacağım" derdim. Rahmetli, "Ora oğlum! Adama bir çay içirirsin, bir kahve içirirsin, bir ev yapmış olursun. Aç ise karnını doyurursan bir ev yapmış olursun" derdi. Bunların hepsi başıma geldi. Bazen bana iş buyururdu etmezdim de "sırtında yük tuvalete gidersin de ben görmem" derdi. Gerçekten göremedi. Askerde çanta sırtımda tuvalet yapma durumunda kaldım. Bir gün Hanyanı'nda (Sisdağı yaylasında bir oba) bir adam bağırıyordu. O zaman yol yoktu. Her taraf ormandı. Anam, "Oğlum bir çıra yak da var bak kim?" dedi. Gittim. Değneğinin ucunda mendilde bir ekmeği var. Belinde bir lagat tabancası var. Oğuzlu bir genç adam. Babası hasta olmuş. Kadırga'dan yola çıkmış. Geceye kalmış. Misafir ettik. Sabahtan yolladık, gitti. 1934'de Duraloğlu Muhammed, Bilaloğlu Mehmet ile Zonguldak'a düştük. Bilaloğlu Mehmet'in saatini sattık, yedik. Çünkü aç kaldık. İşe giremedik. Kozlu'da bir küçük kahvede oturduk. "Ne yapacağız? Nereye gideceğiz?" diye düşünüyoruz. Öğle paydosu sırasında kapıdan bir fötr şapkalı adam girdi. Sigara tabakasını çıkardı, sardı, yaktı, kahve söyledi, içiyor. Ama bir de bize bakıyor. Kahvesini içtikten sonra yanımıza geldi. "Neredensiniz?" diye sordu. Trabzon'dan, Şalpazarı'ndan olduğumuzu söyledik. Bana, "Nerede yayla yapıyorsunuz?" dedi. "Hanyanı'nda" dedim. "Beni tanıdın mı?" dedi. Zaman geçmişti. Nasıl tanıyacağım? "Bir gece beni Hanyanı'ndan almış, misafir etmiştin" dedi. Bize çok rağbet etti. Çay, kahve ısmarladı. Sonra lokantaya götürdü. "İstediğinizi yeyin" dedi. Lokantadaki yemekleri hep yiyeceğiz ama elin cebi yeniyor mu? İşte anamın dediği "her yere ev yap" sözü nasıl da kendini gösterdi.