Adaletin terazisi hassastır. Ceza adaletinde ise bu hassasiyet doruktadır. Nedeni de cezalandırılan insanın özgürlük ve hatta yaşam hakkının söz konusu olmasıdır. Yani yaptırımın şiddeti ve ağırlığıdır.
Onun içindir ki, hukukun kaynaklarını sıraladığımızda önce yasa gibi yazılı kaynaklar, sonra gelenek-görenek, yargısal ve bilimsel içtihat gelir. Nitekim Medeni Kanunumuz 1.maddesinde şu düzenlemeye yer vermiştir: "Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hâkim karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır."
Ceza hukukunda ise durum farklıdır ve yargıç, yasada hüküm yoksa kendisi kural koyamaz. Ceza adaletinde temel kural, "suçların ve cezaların yasallığı" ilkesidir; kanunsuz suç, kanunsuz ceza olmaz. Yasada yer almayan ne suç ne de ceza verilebilir. Yargıcın takdir yetkisi sınırlıdır; kural koyamaz ama olayın koşulları, sanığın yargı sürecindeki tutum ve davranışları "hafifletici neden" olarak yargıç tarafından değerlendirilebilir.
Ceza yargısında baştan sona en önemli husus "delillendirme"dir. Şikâyet dilekçesinden, iddianamenin hazırlanması ve nihayetinde hükmün kurulmasına kadar ağırlıklı ölçüt budur. Suçun işlenmesine dair delil yoksa, ya da bu konuda eksik inceleme yapılmışsa, suçun sabit bulunmaması nedeniyle beraat kararı verilmelidir.
İşte İstinaf Mahkemesi, ilk derece mahkemesi olan Ağır Ceza Mahkemesinin Prof. Dr. Haydar Baş aleyhine verdiği mahkûmiyet kararını, bu gerekçeyle ortadan kaldırmış, suçun işlendiğini ispatlayacak delil olmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Ve de hak yerini bulmuştur.
Usul yönünden yargılama süreci henüz tamamlanmadığı için davanın esası hakkında bir görüş ileri sürmek burada, bu satırlarda uygun ve mümkün görünmemektedir. Konuyla ilgili değerlendirme hakkımı saklı tutuyor ve erteliyorum.
Ceza hukuku anlayışındaki gelişmeyi yokladığımızda;
Devletin cezalandırma hakkı, yerini bireylerin haklarını korumak amacıyla cezaya başvurabilme yetkisine bırakmıştır. Bundan çıkan sonuç, devletin, vatandaşlarına ceza vermek gibi bir hakkının olmadığı, cezalandırmanın anayasal sınırları olan bir yetki olduğu ve bu yetkiye başvurulabilmesinin sadece bireyin haklarını korumak amacıyla sınırlı olduğudur.
Ceza hukukundan önce Anayasa, cezalandırmanın sınırlarını koymuştur: "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz" (madde-38).
Haydar Baş'a verilen beraat kararı bir hukuk mücadelesinin boyutlarını ortaya koyarken şu gerçeği de görmemizi sağlamıştır;
Bugün yargı, meslekte kazandığı deneyimlerle kendisini geliştirmiş, yansızlığı ve bağımsızlığı içine sindirmiş olan ve hukuka bağlılığını koruyan yargıçlar sayesinde ayakta durmaktadır.