Geçtiğimiz günlerde siyasetin gündemi yine "temsil", "birlik" ve "hak arayışı" gibi yüksek ideallerle sunulan; ancak arka planında derin toplumsal mühendislik barındıran açıklamalarla sarsıldı. Geçtiğimiz günlerde siyasetin gündemi yine "temsil", "birlik" ve "hak arayışı" gibi yüksek ideallerle sunulan; ancak arka planında derin toplumsal mühendislik barındıran açıklamalarla sarsıldı. Gazeteci İsmail Saymaz köşesinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, birkaç gün önce milletvekilleriyle gerçekleştirdiği toplantıda, Cumhurbaşkanı'nın iki yardımcısından birinin Alevi, diğerinin Kürt olması gerektiğini söylediği iddia edildi. Uzun bir süre geçmesine rağmen bu konuda herhangi bir düzeltme yapılmadı. Bu durumda, açıklamanın doğru olduğunu varsaymak artık yerinde olacaktır.
Birçok kesimde hak arayışı olarak yorumlansa da bu teklifin ardında yatan yapısal paradigma değişikliği göz ardı edilemez.
Peki bu teklifin gerçek arka planı ne?
SEVR'DEN BUGÜNE: TEMSİLİYET Mİ, DAYATMA MI?
Hatırlayalım: Sevr Antlaşması'nın 145. maddesi, "soy azınlıkların orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemi"nin iki yıl içinde kurulmasını şart koşuyordu. Bugün dillendirilen teklif, görünürde temsili eşitlik gibi dursa da özünde Sevr'in satır aralarındaki zihniyetin devamı değil mi?
Konu yalnızca bir öneri değil; bir sistemin yeniden tasarlanması meselesidir. Nitekim Suriye'de hazırlanan anayasa modeli, Türkiye için adeta bir prototip olarak sunulmakta.
Bu noktada, 2013–2015 yılları arasında Akil İnsanlar Heyeti'nde yer almış, KYB Politbüro üyesi Abdurrahim Semavi'nin son açıklamaları şaşırtıcı değil, tamamlayıcıdır.
SEMAVİ NE DEDİ, NE ORTAYA ÇIKTI?
24 Ekim 2024'te Rûdaw'a verdiği röportajda Semavi, son yaşanan sürecin kararının çok önceden alındığını ve Bahçeli'nin çağrısından çok önce netleştiğini söylüyor. Mayıs 2025'te KRT Televizyonu'nda katıldığı programda Semavi, sürecin Suriye'deki anayasa çalışmalarıyla eşzamanlı yürütüldüğünü; bu anayasayla Kürtlerin temsiliyet adı altında kabinede yer almasının öngörüldüğünü ve oluşturulacak yapının, Türkiye'de tartışılan yerel yönetim modeline benzediğini ifade ediyor.
Açıklamasında şu cümlelere yer veriyor:
"Suriye'de yeni bir anayasa hazırlanıyor. Bu anayasada Kürtlerin varlığı anayasal düzeyde tanınacak. Hükümette yer alacaklar; Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ve birkaç bakanlık alacaklar."
Şimdi soralım: Bu ifadeler, MHP Lideri Bahçeli'nin Cumhurbaşkanı yardımcılarından birinin Kürt, diğerinin Alevi olması gerektiği yönündeki açıklamalarıyla nasıl da örtüşüyor, değil mi?
Semavi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o günlerde grup toplantısında söylediği "vali ve kaymakamlarımızın koordinasyon görevlerinin daha aktif hale getirilmesi" sözünü çok değerli bulduğunu belirtiyor. Valilerin seçimle gelmesini "ortak akıl süreciyle yeni bir model üretmek" olarak tanımlıyor. Bu modelin "Osmanlı'ya öykünme değil, çağdaş bir uyarlama" olduğunu da özellikle vurguluyor.
GERÇEK HEDEF NE?
Peki, bu sistemin gerçek hedefi nedir?
Bunu anlayabilmek için geçmişte yazdığım "Yeni Anayasa İçin CHP Hamlesi: Siyasal Mühendisliğin Şifreleri" başlıklı yazımdaki şu tespiti hatırlamak gerekiyor:
Bu senaryoya göre, Türkiye'de mezhebi ve etnik temelli üç ayrı yapı oluşturularak, her birinin başına ayrı bir siyasi temsilci yerleştirilmesi planlanıyor olabilir:
Bu yapı, görünüşte çeşitliliği esas alıyor gibi dursa da toplumsal bütünlüğü çözmeyi hedefleyen bir siyaset mühendisliğidir.
Yine soralım:
Eğer gerçekten Alevi vatandaşlarımızın haklarını korumak gibi bir niyet olsaydı:
• Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllar önce söylediği "Cemevleri ibadethanedir" sözüne neden sahip çıkılmadı?
• Hüseyin Baş'ın "Diyanet İşleri Başkanı Alevi olabilir" önerisi neden desteklenmedi?
Yoksa mesele gerçekten hak değil de, yapısal bir parçalama planı mı?
Görünen o ki;
İşlerine geldiğinde "birlik" söylemi, işlerine geldiğinde "farklılıkları temsil ediyoruz" adı altında ayrıştırma siyaseti devreye giriyor.
Birlik söylemde, ayrışma uygulamada.
AKİL İNSANLAR SÜRECİ: ŞİMDİ HER ŞEY DAHA NET
Bugünkü tablo bizi yeniden 2013–2015 yıllarına götürüyor: Akil İnsanlar dönemi...
Malum isim Abdurrahim Semavi, o dönemde halkı ikna etmek üzere sahaya çıkarılanlardan biri.
Dönemin Başbakanı bu heyeti halka "irşad ehli", "mürşit" olarak takdim etmişti.
Ancak Prof. Dr. Haydar Baş bu söylemi çok net biçimde eleştirmişti:
"Akil insanlar milletin değil, Kandil'in yolunu tutmalıydı!"
Ve devamında şöyle demişti:
"Eğer bunlar gerçekten irşad ehliyse, katillerin yanına gönderin. Halkın kapısını çalıp akıl vermeye kalkmasınlar. O cesaret onlarda yoktur."
Bugün artık açıkça görülmektedir ki, "akil insanlar"ın görevi barış sağlamak değil, önceden çizilmiş sistem değişikliği planını topluma pazarlamaktı.
Yani mesele PKK'yı ikna etmek değil; milleti dönüştürmekti.
SURİYE MODELİ: LABORATUVARDA NE DENENİYOR?
Semavi, Suriye'nin Türkiye için bir "laboratuvar" gibi kullanıldığını söylüyor.
Bu ifadenin satır araları dikkat çekici:
"Suriye'de tasarlanan modelin Türkiye'ye ithali"
"Bu modele itiraz edenler, laboratuvarda yaşananları yaşar" tehdidi mi gizli?
Suriye bombalanıyor, karıştırılıyor, şekillendiriliyor. Sonra bu formül Türkiye'ye sunuluyor.
Türkiye'yi yeniden formatlamak için sosyolojik alt yapı hazırlanıyor.
AHKÂM-I HATİME: UYAN TÜRKİYE!
Sözüm özü; milletin birliğini, dinin tevhidini parçalayacak her hamleye karşı uyanık olmalıyız.
Mezhepler arası adalet, ayrıştırmakla değil, hakka hakkını vermekle mümkündür.
Türkiye bir bütündür.
Mezhebi değil, vicdanı esas alan bir adalet anlayışı ile yürümek zorundayız.
Aksi hâlde bizi Sevr'in güncellenmiş versiyonları, Suriye laboratuvarında pişirilmiş modeller ve milleti parçalayan mühendislik projeleri bekliyor demektir.
Birçok kesimde hak arayışı olarak yorumlansa da bu teklifin ardında yatan yapısal paradigma değişikliği göz ardı edilemez.
Peki bu teklifin gerçek arka planı ne?
SEVR'DEN BUGÜNE: TEMSİLİYET Mİ, DAYATMA MI?
Hatırlayalım: Sevr Antlaşması'nın 145. maddesi, "soy azınlıkların orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemi"nin iki yıl içinde kurulmasını şart koşuyordu. Bugün dillendirilen teklif, görünürde temsili eşitlik gibi dursa da özünde Sevr'in satır aralarındaki zihniyetin devamı değil mi?
Konu yalnızca bir öneri değil; bir sistemin yeniden tasarlanması meselesidir. Nitekim Suriye'de hazırlanan anayasa modeli, Türkiye için adeta bir prototip olarak sunulmakta.
Bu noktada, 2013–2015 yılları arasında Akil İnsanlar Heyeti'nde yer almış, KYB Politbüro üyesi Abdurrahim Semavi'nin son açıklamaları şaşırtıcı değil, tamamlayıcıdır.
SEMAVİ NE DEDİ, NE ORTAYA ÇIKTI?
24 Ekim 2024'te Rûdaw'a verdiği röportajda Semavi, son yaşanan sürecin kararının çok önceden alındığını ve Bahçeli'nin çağrısından çok önce netleştiğini söylüyor. Mayıs 2025'te KRT Televizyonu'nda katıldığı programda Semavi, sürecin Suriye'deki anayasa çalışmalarıyla eşzamanlı yürütüldüğünü; bu anayasayla Kürtlerin temsiliyet adı altında kabinede yer almasının öngörüldüğünü ve oluşturulacak yapının, Türkiye'de tartışılan yerel yönetim modeline benzediğini ifade ediyor.
Açıklamasında şu cümlelere yer veriyor:
"Suriye'de yeni bir anayasa hazırlanıyor. Bu anayasada Kürtlerin varlığı anayasal düzeyde tanınacak. Hükümette yer alacaklar; Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ve birkaç bakanlık alacaklar."
Şimdi soralım: Bu ifadeler, MHP Lideri Bahçeli'nin Cumhurbaşkanı yardımcılarından birinin Kürt, diğerinin Alevi olması gerektiği yönündeki açıklamalarıyla nasıl da örtüşüyor, değil mi?
Semavi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o günlerde grup toplantısında söylediği "vali ve kaymakamlarımızın koordinasyon görevlerinin daha aktif hale getirilmesi" sözünü çok değerli bulduğunu belirtiyor. Valilerin seçimle gelmesini "ortak akıl süreciyle yeni bir model üretmek" olarak tanımlıyor. Bu modelin "Osmanlı'ya öykünme değil, çağdaş bir uyarlama" olduğunu da özellikle vurguluyor.
GERÇEK HEDEF NE?
Peki, bu sistemin gerçek hedefi nedir?
Bunu anlayabilmek için geçmişte yazdığım "Yeni Anayasa İçin CHP Hamlesi: Siyasal Mühendisliğin Şifreleri" başlıklı yazımdaki şu tespiti hatırlamak gerekiyor:
Bu senaryoya göre, Türkiye'de mezhebi ve etnik temelli üç ayrı yapı oluşturularak, her birinin başına ayrı bir siyasi temsilci yerleştirilmesi planlanıyor olabilir:
- Alevi kimliğini temsil eden bir siyasi heyet (örneğin Kılıçdaroğlu etrafında),
- Kürt kimliğini temsil eden bir heyet (örneğin Öcalan figürüyle),
- Sünni-muhafazakâr kimliği temsil eden ayrı bir siyasi heyet.
Bu yapı, görünüşte çeşitliliği esas alıyor gibi dursa da toplumsal bütünlüğü çözmeyi hedefleyen bir siyaset mühendisliğidir.
Yine soralım:
Eğer gerçekten Alevi vatandaşlarımızın haklarını korumak gibi bir niyet olsaydı:
• Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllar önce söylediği "Cemevleri ibadethanedir" sözüne neden sahip çıkılmadı?
• Hüseyin Baş'ın "Diyanet İşleri Başkanı Alevi olabilir" önerisi neden desteklenmedi?
Yoksa mesele gerçekten hak değil de, yapısal bir parçalama planı mı?
Görünen o ki;
İşlerine geldiğinde "birlik" söylemi, işlerine geldiğinde "farklılıkları temsil ediyoruz" adı altında ayrıştırma siyaseti devreye giriyor.
Birlik söylemde, ayrışma uygulamada.
AKİL İNSANLAR SÜRECİ: ŞİMDİ HER ŞEY DAHA NET
Bugünkü tablo bizi yeniden 2013–2015 yıllarına götürüyor: Akil İnsanlar dönemi...
Malum isim Abdurrahim Semavi, o dönemde halkı ikna etmek üzere sahaya çıkarılanlardan biri.
Dönemin Başbakanı bu heyeti halka "irşad ehli", "mürşit" olarak takdim etmişti.
Ancak Prof. Dr. Haydar Baş bu söylemi çok net biçimde eleştirmişti:
"Akil insanlar milletin değil, Kandil'in yolunu tutmalıydı!"
Ve devamında şöyle demişti:
"Eğer bunlar gerçekten irşad ehliyse, katillerin yanına gönderin. Halkın kapısını çalıp akıl vermeye kalkmasınlar. O cesaret onlarda yoktur."
Bugün artık açıkça görülmektedir ki, "akil insanlar"ın görevi barış sağlamak değil, önceden çizilmiş sistem değişikliği planını topluma pazarlamaktı.
Yani mesele PKK'yı ikna etmek değil; milleti dönüştürmekti.
SURİYE MODELİ: LABORATUVARDA NE DENENİYOR?
Semavi, Suriye'nin Türkiye için bir "laboratuvar" gibi kullanıldığını söylüyor.
Bu ifadenin satır araları dikkat çekici:
"Suriye'de tasarlanan modelin Türkiye'ye ithali"
"Bu modele itiraz edenler, laboratuvarda yaşananları yaşar" tehdidi mi gizli?
Suriye bombalanıyor, karıştırılıyor, şekillendiriliyor. Sonra bu formül Türkiye'ye sunuluyor.
Türkiye'yi yeniden formatlamak için sosyolojik alt yapı hazırlanıyor.
AHKÂM-I HATİME: UYAN TÜRKİYE!
Sözüm özü; milletin birliğini, dinin tevhidini parçalayacak her hamleye karşı uyanık olmalıyız.
Mezhepler arası adalet, ayrıştırmakla değil, hakka hakkını vermekle mümkündür.
Türkiye bir bütündür.
Mezhebi değil, vicdanı esas alan bir adalet anlayışı ile yürümek zorundayız.
Aksi hâlde bizi Sevr'in güncellenmiş versiyonları, Suriye laboratuvarında pişirilmiş modeller ve milleti parçalayan mühendislik projeleri bekliyor demektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Mezheple değil, vicdanla yürüyelim / 23.07.2025
- Bahçeli’nin “Alevi-Kürt temsili” önerisi / 22.07.2025
- Asıl mesele: Sistem mi, insan mı? / 21.07.2025
- İsrail’in Kürt ve Dürzi hamlesi / 20.07.2025
- İdamdan müzakereye: Bir sürecin sessiz yürüyüşü / 19.07.2025
- Barışın bedeli ne olacak? / 18.07.2025
- Kerbelâ’dan günümüze: Yalnızlığın imtihanı ve Hüseynî duruşun gerekliliği / 17.07.2025
- Erken seçim gerçekten bir çözüm mü? / 16.07.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ın uyardığı günlere mi geldik? / 15.07.2025
- Karanlıkta yanan bir ışık: 1997’de düşülen notlar, 2025’in gerçekliği / 14.07.2025
- Bahçeli’nin “Alevi-Kürt temsili” önerisi / 22.07.2025
- Asıl mesele: Sistem mi, insan mı? / 21.07.2025
- İsrail’in Kürt ve Dürzi hamlesi / 20.07.2025
- İdamdan müzakereye: Bir sürecin sessiz yürüyüşü / 19.07.2025
- Barışın bedeli ne olacak? / 18.07.2025
- Kerbelâ’dan günümüze: Yalnızlığın imtihanı ve Hüseynî duruşun gerekliliği / 17.07.2025
- Erken seçim gerçekten bir çözüm mü? / 16.07.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ın uyardığı günlere mi geldik? / 15.07.2025
- Karanlıkta yanan bir ışık: 1997’de düşülen notlar, 2025’in gerçekliği / 14.07.2025