1970-80 arasını değişik zaman ve görevlerle Kıbrıs'ta geçirenler için adanın şimdiki durumu tam bir gönül yarasıdır.
Kokuşma Özal ile başlamıştı. Her zaman yaptığı gibi bir Rusya gezisine giderken uçakta "Kıbrıs'ın yıllık maliyeti şu kadar" deyivermişti. Sonra 1995'te Çiller-Karayalçın ikilisi, Kıbrıs'ın AB ile ilişkilendirilmesine GB rüyası ile göz yumdular.
Avrupa 57'inci Hükümet'ten çok umutlu idi. Kıbrıs meselesinin "hâlledilmesi" için "Kıbrıs Fatihi" Ecevit'in, "Milliyetçi Şahin" olduğu varsayılan Bahçeli'nin ve "gözü kara AB sevdalısı" Yılmaz'dan oluşan koalisyon bulunmaz nimet idi.
AB için istenilen tâviz düzenlemelerini, Helsinki teslimiyet şartlarını 74'te de işbaşında bulunan Ecevit-Denktaş yerine getiremezse başka kim getirirdi?
Ecevit-Denktaş ikilisine Demirel de eklenince üç as tamamlandı.
Onun için Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilmesi için arabalar atların önüne koşuldu. Onun için Denktaş'ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde "Kıbrıs'ın Derin Devlet"i devreye girdi.
Mücadelede Demirel fire verildi ama Türkiye gemisi Kıbrıs mavnası yedeğinde olarak AB'nin sakin sularına doğru yüzmeye devam ediyor.
Şimdi ise kimin ne dediği anlaşılmıyor. Kimse ne yapılmak istenildiğini bilmiyor, ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Dizginler AB'nin ve "içerideki bizim Avrupalıların" elinde.
Ve Kıbrıs gitti gider.
Son bir hafta içinde hükümet yetkilileri tarafından birbiri arkasına verilen tamamen zıt demeçler kafaları iyice karıştırdı. Bırakınız hükümeti, aynı partinin iki bakanı arasında bile Kıbrıs konusunda görüş birliği bulunmuyor.
Mesut Yılmaz Köln'de AB için dört şart, önümüze konulan dört engel saydı; birisi Kıbrıs'tı. (Diğerleri idam ve anadilde eğitim-yayın hakları). Aynı gün Cem ise Kıbrıs'ı şart olarak saymıyor, idam, ana dil ve OHAL'in kaldırılması gerektiğini söylüyordu.
En radikal açılımı ise büyük ortak DSP'nin bir zamanlar Kıbrıs'tan sorumlu olduğu ifade edilen ama şimdi neyle iştigal ettiği pek bilinmeyen bir başka bakanı, Gürel getiriyor ve "Bizi AB'ye almayacaklar" diyordu. Gürel, Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenlenen "Kıbrıs Gerçeği ve Dünyadaki Yeni Arayışlar" adli bir panelde yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
"Dünyada ulus devleti ortadan kaldırmak için genel plan bulunduğuna inanıyorum. Ulus devlet emekçi ve üretenler için koruyucu bir kalkan oluşturmaktadır. Ulusal Program hazırlanarak global saldırıların önüne geçmek, emekçileri korumak mümkündür. Avrupalı devletler bizimle görüşürken adaylık statüsünden bahsediyorlar kendi aralarında görüşürlerken Türkiye'ye yer vermiyorlar. AB'nin Türkiye'yi üye yapmak gibi bir niyeti yok. Gümrük Birliği'nden sonra 57 milyar dolar ticaret açığı verdik. AB'nin Türkiye'ye vermesi gereken fakat vermediği 15 milyar dolar var. Bunlar istenmiyor. Türkiye'den güvenlik açısından yararlanmak istiyor. Türkiye'yi AB'ye entegre etmek için Yunanistan'ın 6.5 katı kaynak verilmesi gerekiyor. AB Kıbrıs'ta barışın önünü tıkıyor. Kıbrıs'ın tamamını alırız dedikleri müddetçe Rum tarafı anlaşmaya yanaşmaz. Kıbrıs Türkiye'den ayrı olarak AB'ye giremez. Rum kesimi AB'ye alınırsa ufkumuzu sınır koymadığımız bir şekilde ayarlarız. Türk tarafının egemen eşitliğini göz ardı eden çözüm çözüm değildir. Kıbrıs'ta çözümsüzlük AB'nin işine geliyor. Kıbrıs'ta planlı bir şekilde AB'ye girme konusunda kafalar bulandırılıyor. Kendi gözlerimle oluşturulan yapıdaki isimleri gördüm. Üzerinde Türk toplumu yasamasaydı da Kıbrıs Türkiye için önemli olacaktı."
Son zamanlarda siyasi faaliyetleri ile değil de özel hayatı ile gündeme gelen Gürel'in Kıbrıs konusunda söylediği "doğruları", ucuz bir popülizm sergileyerek "ulus devlet-emekçi" yaklaşımı ile neden harcadığını merak ediyorum.
Yorumunu "sol" ideolojiye yaslama gayretinde acaba aynı panelde bulunan Perinçek'ten fazla çekinmesi mi etkili olmuştur?
Dünyada ulus devleti kaldırmak için plân olduğu doğrudur da ulus devlet, öncelikle milliyetçiler için kalkan oluşturmamakta mıdır? Ulus devletleri kaldırmaya çalışan "küreselleştirmeciler" öncelikle kendi ulus devletlerini en sağlam temellere oturtmak gayretinde değiller midir?
Sonuçta kıymetli okuyucu Kıbrıs el birliği ile haraç mezat ve üç kuruşa satılıyor.
Kokuşma Özal ile başlamıştı. Her zaman yaptığı gibi bir Rusya gezisine giderken uçakta "Kıbrıs'ın yıllık maliyeti şu kadar" deyivermişti. Sonra 1995'te Çiller-Karayalçın ikilisi, Kıbrıs'ın AB ile ilişkilendirilmesine GB rüyası ile göz yumdular.
Avrupa 57'inci Hükümet'ten çok umutlu idi. Kıbrıs meselesinin "hâlledilmesi" için "Kıbrıs Fatihi" Ecevit'in, "Milliyetçi Şahin" olduğu varsayılan Bahçeli'nin ve "gözü kara AB sevdalısı" Yılmaz'dan oluşan koalisyon bulunmaz nimet idi.
AB için istenilen tâviz düzenlemelerini, Helsinki teslimiyet şartlarını 74'te de işbaşında bulunan Ecevit-Denktaş yerine getiremezse başka kim getirirdi?
Ecevit-Denktaş ikilisine Demirel de eklenince üç as tamamlandı.
Onun için Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilmesi için arabalar atların önüne koşuldu. Onun için Denktaş'ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde "Kıbrıs'ın Derin Devlet"i devreye girdi.
Mücadelede Demirel fire verildi ama Türkiye gemisi Kıbrıs mavnası yedeğinde olarak AB'nin sakin sularına doğru yüzmeye devam ediyor.
Şimdi ise kimin ne dediği anlaşılmıyor. Kimse ne yapılmak istenildiğini bilmiyor, ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Dizginler AB'nin ve "içerideki bizim Avrupalıların" elinde.
Ve Kıbrıs gitti gider.
Son bir hafta içinde hükümet yetkilileri tarafından birbiri arkasına verilen tamamen zıt demeçler kafaları iyice karıştırdı. Bırakınız hükümeti, aynı partinin iki bakanı arasında bile Kıbrıs konusunda görüş birliği bulunmuyor.
Mesut Yılmaz Köln'de AB için dört şart, önümüze konulan dört engel saydı; birisi Kıbrıs'tı. (Diğerleri idam ve anadilde eğitim-yayın hakları). Aynı gün Cem ise Kıbrıs'ı şart olarak saymıyor, idam, ana dil ve OHAL'in kaldırılması gerektiğini söylüyordu.
En radikal açılımı ise büyük ortak DSP'nin bir zamanlar Kıbrıs'tan sorumlu olduğu ifade edilen ama şimdi neyle iştigal ettiği pek bilinmeyen bir başka bakanı, Gürel getiriyor ve "Bizi AB'ye almayacaklar" diyordu. Gürel, Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenlenen "Kıbrıs Gerçeği ve Dünyadaki Yeni Arayışlar" adli bir panelde yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
"Dünyada ulus devleti ortadan kaldırmak için genel plan bulunduğuna inanıyorum. Ulus devlet emekçi ve üretenler için koruyucu bir kalkan oluşturmaktadır. Ulusal Program hazırlanarak global saldırıların önüne geçmek, emekçileri korumak mümkündür. Avrupalı devletler bizimle görüşürken adaylık statüsünden bahsediyorlar kendi aralarında görüşürlerken Türkiye'ye yer vermiyorlar. AB'nin Türkiye'yi üye yapmak gibi bir niyeti yok. Gümrük Birliği'nden sonra 57 milyar dolar ticaret açığı verdik. AB'nin Türkiye'ye vermesi gereken fakat vermediği 15 milyar dolar var. Bunlar istenmiyor. Türkiye'den güvenlik açısından yararlanmak istiyor. Türkiye'yi AB'ye entegre etmek için Yunanistan'ın 6.5 katı kaynak verilmesi gerekiyor. AB Kıbrıs'ta barışın önünü tıkıyor. Kıbrıs'ın tamamını alırız dedikleri müddetçe Rum tarafı anlaşmaya yanaşmaz. Kıbrıs Türkiye'den ayrı olarak AB'ye giremez. Rum kesimi AB'ye alınırsa ufkumuzu sınır koymadığımız bir şekilde ayarlarız. Türk tarafının egemen eşitliğini göz ardı eden çözüm çözüm değildir. Kıbrıs'ta çözümsüzlük AB'nin işine geliyor. Kıbrıs'ta planlı bir şekilde AB'ye girme konusunda kafalar bulandırılıyor. Kendi gözlerimle oluşturulan yapıdaki isimleri gördüm. Üzerinde Türk toplumu yasamasaydı da Kıbrıs Türkiye için önemli olacaktı."
Son zamanlarda siyasi faaliyetleri ile değil de özel hayatı ile gündeme gelen Gürel'in Kıbrıs konusunda söylediği "doğruları", ucuz bir popülizm sergileyerek "ulus devlet-emekçi" yaklaşımı ile neden harcadığını merak ediyorum.
Yorumunu "sol" ideolojiye yaslama gayretinde acaba aynı panelde bulunan Perinçek'ten fazla çekinmesi mi etkili olmuştur?
Dünyada ulus devleti kaldırmak için plân olduğu doğrudur da ulus devlet, öncelikle milliyetçiler için kalkan oluşturmamakta mıdır? Ulus devletleri kaldırmaya çalışan "küreselleştirmeciler" öncelikle kendi ulus devletlerini en sağlam temellere oturtmak gayretinde değiller midir?
Sonuçta kıymetli okuyucu Kıbrıs el birliği ile haraç mezat ve üç kuruşa satılıyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002