Avrupa Parlamentosu'nun İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı ve Fransa Yeşiller Milletvekili Helene Flautre'nin Diyarbakır'da yaptığı açıklama Türkiye'de büyük tepki topladı.
"Diyarbakır, Kürt bölgesinin başkentidir diyen ve AB'ye girmek için Türkiye'nin bu bölgedeki sorunları halletmesi gerektiğini" ifade eden Flautre'ye kızdığımız gibi kendimizi de otokritik etmek durumundayız.
Avrupa Birliği'nin gerek Parlamento temsilcileri, gerekse Komisyon ve Konsey'deki şahsiyetleri niçin Ankara'ya değil de Diyarbakır'a vurgu yapıyorlar?
Onlara bu hakkı kim veriyor?
Asıl düşünülmesi gereken bu soru.
Evet, onlar bu yetkiyi kimlerden ve ne şekilde alıyorlar?
İran'dan gelen heyetler Ankara'ya ilgi göstermeyince yer yerinden oynuyor da, Brüksel'den gelenler Ankara'yı es geçince neden daha etkili sesler çıkarılamıyor?
Fransız Yeşilleri'nden Alman Sosyal Demokratlarına; İngiliz hariciyecilerinden Kaypak Verheugen'e kadar uzanan geniş bir temsil yelpazesinde etkili ve yetkili görünenler, Doğu ve Güneydoğumuza gelerek ahkam kesiyor, nutuk atıyor ve çekip gidiyorlar.
Türk siyasilerden ne bir ses, ne bir tepki...YOK.
Bu duruma gelmemizde/getirilmemizde onların da payı var çünkü.
O zihniyet değilmi ki bizi bu noktaya getiren.
" AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer'' diyen bir Başbakan'ı gördü bu ülke.
Bu ülke, Doğu ve Güneydoğu'da ayrımcılık yapanları, teröre destek çıkanları affetmedi mi?
Affedenler ile affa uğrayanlar şimdi kolkola siyasal ve demokratik bir mücadele verecekler..
Ne kadar da tuhaf değil mi?
Seçim barajı hükümet tarafından büyük bir ihtimalle indirilecek, Zana ve ekibi kurdukları Apo destekli partileri ile meclise bile girebilecek.
Belki de koalisyona girip hükümet olacak ve hükmetmeye başlayacaklar.
Böylesi bir ikilem başka hangi ülkede yaşanıyor?
Şaşmamak elde değil...
Bizler Türk halkı olarak, Türk siyasileri ve Türk bürokratları olarak Avrupalı'nın bize karşı yaptıklarını kabullenmedik mi?
Halen de kabullenmiyor muyuz?
Yazımızın başında ifade ettiğimiz tepki ne sonuç verdi?
Medyadan öğreniyor, medya tepki verirse bizler yorum yapmaya soyunuyoruz...
Yasama ve Yürütme gücü neden daha etkili olamıyor.
Türkiye, Avrupalı olacak mı olmayacak mı? tartışmalarının ayyuka çıktığı bir süreçte bizleri doğu illerimizde test etmeye kalkışan mihraklara en uygun cevabın verilmesi gerekiyor.
Ne Verheugen, ne Karen Fog, ne Flautre,
Ne Almanı, ne Fransızı, ne bir başkası
Bizi bizim topraklarımızda test edemezler.
"Diyarbakır, Kürt bölgesinin başkentidir diyen ve AB'ye girmek için Türkiye'nin bu bölgedeki sorunları halletmesi gerektiğini" ifade eden Flautre'ye kızdığımız gibi kendimizi de otokritik etmek durumundayız.
Avrupa Birliği'nin gerek Parlamento temsilcileri, gerekse Komisyon ve Konsey'deki şahsiyetleri niçin Ankara'ya değil de Diyarbakır'a vurgu yapıyorlar?
Onlara bu hakkı kim veriyor?
Asıl düşünülmesi gereken bu soru.
Evet, onlar bu yetkiyi kimlerden ve ne şekilde alıyorlar?
İran'dan gelen heyetler Ankara'ya ilgi göstermeyince yer yerinden oynuyor da, Brüksel'den gelenler Ankara'yı es geçince neden daha etkili sesler çıkarılamıyor?
Fransız Yeşilleri'nden Alman Sosyal Demokratlarına; İngiliz hariciyecilerinden Kaypak Verheugen'e kadar uzanan geniş bir temsil yelpazesinde etkili ve yetkili görünenler, Doğu ve Güneydoğumuza gelerek ahkam kesiyor, nutuk atıyor ve çekip gidiyorlar.
Türk siyasilerden ne bir ses, ne bir tepki...YOK.
Bu duruma gelmemizde/getirilmemizde onların da payı var çünkü.
O zihniyet değilmi ki bizi bu noktaya getiren.
" AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer'' diyen bir Başbakan'ı gördü bu ülke.
Bu ülke, Doğu ve Güneydoğu'da ayrımcılık yapanları, teröre destek çıkanları affetmedi mi?
Affedenler ile affa uğrayanlar şimdi kolkola siyasal ve demokratik bir mücadele verecekler..
Ne kadar da tuhaf değil mi?
Seçim barajı hükümet tarafından büyük bir ihtimalle indirilecek, Zana ve ekibi kurdukları Apo destekli partileri ile meclise bile girebilecek.
Belki de koalisyona girip hükümet olacak ve hükmetmeye başlayacaklar.
Böylesi bir ikilem başka hangi ülkede yaşanıyor?
Şaşmamak elde değil...
Bizler Türk halkı olarak, Türk siyasileri ve Türk bürokratları olarak Avrupalı'nın bize karşı yaptıklarını kabullenmedik mi?
Halen de kabullenmiyor muyuz?
Yazımızın başında ifade ettiğimiz tepki ne sonuç verdi?
Medyadan öğreniyor, medya tepki verirse bizler yorum yapmaya soyunuyoruz...
Yasama ve Yürütme gücü neden daha etkili olamıyor.
Türkiye, Avrupalı olacak mı olmayacak mı? tartışmalarının ayyuka çıktığı bir süreçte bizleri doğu illerimizde test etmeye kalkışan mihraklara en uygun cevabın verilmesi gerekiyor.
Ne Verheugen, ne Karen Fog, ne Flautre,
Ne Almanı, ne Fransızı, ne bir başkası
Bizi bizim topraklarımızda test edemezler.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005