Kur'an şifadır
Cenâb-ı Hakk'ın kulunun kalbine olan tecellisi haktır. Sevgi-sevda o tecellidedir. Muhabbet oradadır. Zikrullah ile kulun kalp âlemi fetholunur. Allah'ın muhabbeti o kulun kalbine iner
06.11.2024 18:17:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Cenâb-ı Hakk'ın kulunun kalbine olan tecellisi haktır. Sevgi-sevda o tecellidedir. Muhabbet oradadır. Zikrullah ile kulun kalp âlemi fetholunur. Allah'ın muhabbeti o kulun kalbine iner.
Kalp âleminde Cenâb-ı Hakk'ın sevgisi hâkim olan kulun, Cenâb-ı Hakk'ın emrettiği hususlarda Cenâb-ı Hakk'a itaatsizliği söz konusu olamaz.
Bütün emirlerine itaat gelişir. Emirlerine itaat geliştiği için, dediklerini öğrenmek ister. "Acaba ne buyurdu benim Rabbim?" der. O zaman Kur'ân-ı Kerim'i okumayı sever.
Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmıdır. İnsan Kur'ân-ı Kerim okuduğu zaman Rabbi ile konuştuğunu düşünse; bu doğrudur.
Ebû Saîd'den, "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) mescidde itikafa girdi. Cemaatin yüksek sesle Kur'ân okuduklarını duydu. Perdeyi açıp şöyle buyurdu: Dikkat edin, her biriniz husûsi bir şekilde Rabb'ine münâcaat ediyor, birbirlerinizi rahatsız etmeyin! Kıraatte (ya da namazda) birbirinizin okuyuşunu karıştırmayın!"
Kur'ân-ı Kerim âyetleri okunduğu ölçüde kul Rabbi ile konuşur, irtibat kurar. Mânâsı anlaşılsa da, anlaşılmasa da Kur'ân-ı Kerim okuyanın iç tabiatında, derûnunda fevkalâde bir haz, bir mânevîyat oluşturur. Bu mânâda okuyan, mânâsını anlasa da, anlamasa da faydasını görür…
Bu, şuna benzer; doktora giden hastaya, doktor bir reçete takdim eder. Hastanın, ilacın ne oluşumundan haberi vardır, ne de kendinden. Hasta, doktora teslim olur, ilaçları kullanır, sapasağlam olur.
Bu şifâ, ilacın nasıl oluşturulduğunu bildiği için mi hâsıl olmuştur? Yoksa doktorun dediğine teslim olduğu için mi olmuştur?
İlle de oluşumunu bilerek bu ilaç uygulanmalıdır denilirse; o zaman her hastanın eczacılık fakültesini bitirmesi lazım gelir. Özetle mânâsını anlasın ya da anlamasın, Kur'ân-ı Kerim inananlara şifâdır. Cenâbı Hakk'ın, Kur'ân-ı Kerim'e dâir beyanı böyledir:
"Biz, Kur'ân-ı Kerim'den öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü'minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise yalnızca ziyanını artırır."
İnanan kul, "Rabb'im ne demiş? Dediklerini dinleyip ona tâbi olayım, ibâdât u taatle ömrümü geçireyim, O'na yakın olayım, bu İlâhî kitaptakiler Rabb'imin kelâmıdır" diye Kur'ân-ı Kerim'i okur, dinler. Şifâ bulur.
İnanmayan ise onda sürekli bir hata, bir eksik var mı, diye araştırır. Ama bulamaz; o zaman hüsrana kapılır.
Mânâsını bilmeden okunan Kur'ân-ı Kerim de ibâdettir. Kur'ân-ı Kerim'in ruhuna vâkıf olmak ise ancak Allah'a kulluk ve zikrullah ile mümkündür. Hiçbir şey anlaşılmasa da mânâsından sevilir.
Okunur ve okuyanın hâli öyle olur ki, Allah'ın bütün âyetlerinin emrettiklerini yapar, nehyettiklerinden kaçar. Yani onun hâli de Kur'ânı Kerim'den bir numune olur. Allah'ın Sevgilisinin sünneti canlı Kur'an'dır. İşte o sünnetin bir misli de Kur'ân-ı Kerim'i okuyan inançlı kulun hâli olur.
Peygamber Efendimiz Kur'ân-ı Kerim'i hem güzel sesiyle okur, hem de güzel okuyandan dinlemeyi severdi. Kur'ân-ı Kerim okunduğu zaman da Allah'ın zikri sebebiyle gözleri dolu dolu olurdu. Bu hâl sadece O'nun hâli değildi. Beraberindeki sahabesinin de hâli bu idi. Bu mevzularda hadis kitaplarında bazı rivâyetler mevcuttur:
Berâ'dan, rivâyetle Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kur'ân'ı seslerinizle süsleyin!"
Ebû Hureyre'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Allah, Peygamber'e Kur'ân'ı güzel okuması karşılığı kadar hiçbir şey için mükâfat vermemiştir."
Diğer rivâyet ise şöyledir: "Kur'ân'ı güzel bir nağme ile sesli okumayan bizden değildir."
İbn Mes'ûd'dan, "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi), bana dedi ki: 'Haydi Bana biraz Kur'ân oku!'
'Ey Allah Resûlü! Kur'ân Sana indi; ben mi sana Kur'ân okuyacağım?' dedim.
Şöyle buyurdu: 'Kur'ân'ı başkasından dinlemekten hoşlanırım.'
Bunun üzerine ona Nisâ Sûresi'nden okumaya başladım. '(Mahşerde) her ümmetten bir şahit, Seni de bunlara şahit getirdiğimizde hâlleri nice olacak?' meâlindeki âyete gelince, 'Şimdi yeter, bu kadar yeter' buyurdu. Dönüp baktığımda gözleri dolu dolu olmuş ağlıyordu."
Esmâ'dan, "Selef'ten hiç kimse, Kur'ân okunurken ne bayılır, ne de kendinden geçerdi. Onlar (dinlerken) sadece ağlarlar ve derileri diken diken olurdu. Sonra hem derileri, hem de kalpleri Allah'ın zikri sebebiyle yumuşayıp yatışırdı."
Sahabenin ve Peygamber Efendimizin hâli bu idi. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerimesinde;
"Eğer Biz bu Kur'ân-ı Kerim'i bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz" buyuruyor.
Kur'ân-ı Kerim'in azametinden ve Allah korkusundan koskocaman dağlar için dahi "Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün" buyuruluyor. Kur'ân-ı Kerim okurken veya okunurken revâ mıdır ki insanoğlu, Allah'ın zikri sebebiyle etkilenmesin, tüyleri diken diken olmasın, kalbi yumuşamasın.
Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de, mü'minleri tarif ederken; "Mü'minler ancak, Allah zikredildiği/anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rab'lerine dayanıp güvenen kimselerdir" buyuruyor.
Peygamberlerin ve tüm kutsal kitapların gönderiliş amacı tevhidi ilan ve i'lam içindir. Âyet-i kerimede Kur'ân-ı Kerim'in de bu tevhid hakikatini insanlara bildirmek için gönderildiği vurgulanır:
"İşte bu (Kur'ân-ı Kerim), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir."
İnsanın yaratılış maksadı Cenâb-ı Hakk'a kulluk ve bu eşsiz tevhid hakikatinin bilinmesi içindir. Bu hakikati kavramanın ve mârifetullaha ulaşmanın ise zikrullahtan başka yolu yoktur.
Tevhid hakikatini gerçek mânâda ancak zikir ehli olan kavrayabilir. Yani Kur'ân-ı Kerim'in hakikatini kavramak ancak zikir ehline ait bir hâldir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Kalp âleminde Cenâb-ı Hakk'ın sevgisi hâkim olan kulun, Cenâb-ı Hakk'ın emrettiği hususlarda Cenâb-ı Hakk'a itaatsizliği söz konusu olamaz.
Bütün emirlerine itaat gelişir. Emirlerine itaat geliştiği için, dediklerini öğrenmek ister. "Acaba ne buyurdu benim Rabbim?" der. O zaman Kur'ân-ı Kerim'i okumayı sever.
Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmıdır. İnsan Kur'ân-ı Kerim okuduğu zaman Rabbi ile konuştuğunu düşünse; bu doğrudur.
Ebû Saîd'den, "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) mescidde itikafa girdi. Cemaatin yüksek sesle Kur'ân okuduklarını duydu. Perdeyi açıp şöyle buyurdu: Dikkat edin, her biriniz husûsi bir şekilde Rabb'ine münâcaat ediyor, birbirlerinizi rahatsız etmeyin! Kıraatte (ya da namazda) birbirinizin okuyuşunu karıştırmayın!"
Kur'ân-ı Kerim âyetleri okunduğu ölçüde kul Rabbi ile konuşur, irtibat kurar. Mânâsı anlaşılsa da, anlaşılmasa da Kur'ân-ı Kerim okuyanın iç tabiatında, derûnunda fevkalâde bir haz, bir mânevîyat oluşturur. Bu mânâda okuyan, mânâsını anlasa da, anlamasa da faydasını görür…
Bu, şuna benzer; doktora giden hastaya, doktor bir reçete takdim eder. Hastanın, ilacın ne oluşumundan haberi vardır, ne de kendinden. Hasta, doktora teslim olur, ilaçları kullanır, sapasağlam olur.
Bu şifâ, ilacın nasıl oluşturulduğunu bildiği için mi hâsıl olmuştur? Yoksa doktorun dediğine teslim olduğu için mi olmuştur?
İlle de oluşumunu bilerek bu ilaç uygulanmalıdır denilirse; o zaman her hastanın eczacılık fakültesini bitirmesi lazım gelir. Özetle mânâsını anlasın ya da anlamasın, Kur'ân-ı Kerim inananlara şifâdır. Cenâbı Hakk'ın, Kur'ân-ı Kerim'e dâir beyanı böyledir:
"Biz, Kur'ân-ı Kerim'den öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü'minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise yalnızca ziyanını artırır."
İnanan kul, "Rabb'im ne demiş? Dediklerini dinleyip ona tâbi olayım, ibâdât u taatle ömrümü geçireyim, O'na yakın olayım, bu İlâhî kitaptakiler Rabb'imin kelâmıdır" diye Kur'ân-ı Kerim'i okur, dinler. Şifâ bulur.
İnanmayan ise onda sürekli bir hata, bir eksik var mı, diye araştırır. Ama bulamaz; o zaman hüsrana kapılır.
Mânâsını bilmeden okunan Kur'ân-ı Kerim de ibâdettir. Kur'ân-ı Kerim'in ruhuna vâkıf olmak ise ancak Allah'a kulluk ve zikrullah ile mümkündür. Hiçbir şey anlaşılmasa da mânâsından sevilir.
Okunur ve okuyanın hâli öyle olur ki, Allah'ın bütün âyetlerinin emrettiklerini yapar, nehyettiklerinden kaçar. Yani onun hâli de Kur'ânı Kerim'den bir numune olur. Allah'ın Sevgilisinin sünneti canlı Kur'an'dır. İşte o sünnetin bir misli de Kur'ân-ı Kerim'i okuyan inançlı kulun hâli olur.
Peygamber Efendimiz Kur'ân-ı Kerim'i hem güzel sesiyle okur, hem de güzel okuyandan dinlemeyi severdi. Kur'ân-ı Kerim okunduğu zaman da Allah'ın zikri sebebiyle gözleri dolu dolu olurdu. Bu hâl sadece O'nun hâli değildi. Beraberindeki sahabesinin de hâli bu idi. Bu mevzularda hadis kitaplarında bazı rivâyetler mevcuttur:
Berâ'dan, rivâyetle Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kur'ân'ı seslerinizle süsleyin!"
Ebû Hureyre'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Allah, Peygamber'e Kur'ân'ı güzel okuması karşılığı kadar hiçbir şey için mükâfat vermemiştir."
Diğer rivâyet ise şöyledir: "Kur'ân'ı güzel bir nağme ile sesli okumayan bizden değildir."
İbn Mes'ûd'dan, "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi), bana dedi ki: 'Haydi Bana biraz Kur'ân oku!'
'Ey Allah Resûlü! Kur'ân Sana indi; ben mi sana Kur'ân okuyacağım?' dedim.
Şöyle buyurdu: 'Kur'ân'ı başkasından dinlemekten hoşlanırım.'
Bunun üzerine ona Nisâ Sûresi'nden okumaya başladım. '(Mahşerde) her ümmetten bir şahit, Seni de bunlara şahit getirdiğimizde hâlleri nice olacak?' meâlindeki âyete gelince, 'Şimdi yeter, bu kadar yeter' buyurdu. Dönüp baktığımda gözleri dolu dolu olmuş ağlıyordu."
Esmâ'dan, "Selef'ten hiç kimse, Kur'ân okunurken ne bayılır, ne de kendinden geçerdi. Onlar (dinlerken) sadece ağlarlar ve derileri diken diken olurdu. Sonra hem derileri, hem de kalpleri Allah'ın zikri sebebiyle yumuşayıp yatışırdı."
Sahabenin ve Peygamber Efendimizin hâli bu idi. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerimesinde;
"Eğer Biz bu Kur'ân-ı Kerim'i bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz" buyuruyor.
Kur'ân-ı Kerim'in azametinden ve Allah korkusundan koskocaman dağlar için dahi "Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün" buyuruluyor. Kur'ân-ı Kerim okurken veya okunurken revâ mıdır ki insanoğlu, Allah'ın zikri sebebiyle etkilenmesin, tüyleri diken diken olmasın, kalbi yumuşamasın.
Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de, mü'minleri tarif ederken; "Mü'minler ancak, Allah zikredildiği/anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rab'lerine dayanıp güvenen kimselerdir" buyuruyor.
Peygamberlerin ve tüm kutsal kitapların gönderiliş amacı tevhidi ilan ve i'lam içindir. Âyet-i kerimede Kur'ân-ı Kerim'in de bu tevhid hakikatini insanlara bildirmek için gönderildiği vurgulanır:
"İşte bu (Kur'ân-ı Kerim), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir."
İnsanın yaratılış maksadı Cenâb-ı Hakk'a kulluk ve bu eşsiz tevhid hakikatinin bilinmesi içindir. Bu hakikati kavramanın ve mârifetullaha ulaşmanın ise zikrullahtan başka yolu yoktur.
Tevhid hakikatini gerçek mânâda ancak zikir ehli olan kavrayabilir. Yani Kur'ân-ı Kerim'in hakikatini kavramak ancak zikir ehline ait bir hâldir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)