Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
Esasen İslam'ın ahlakî hükümleri ile sosyal hayata dair hükümlerini ayırmak zaten mümkün değildir. İslamiyet'in ahlak hükümlerini geçmişte bir cemiyet yani sahabe topluluğu yaşamıştır. Bu döneme Nur Asrı denmiştir. O ahlakî hükümleri yaşayan fertler bir cemiyeti meydana getirmişlerdir. Bu fertlerin yaşadığı cemiyette de İslam'ın sosyal hükümleri, kural ve kaideleri vardır. Asr-ı Saadette de bu yaşanmıştır. O sosyal kuralların olmadığı yerde, o ahlakı da bulmak mümkün değildir.
İslam'ın ceza sistemi de aynı çerçevede değerlendirilmelidir. Tarihselliği savunanların bir kısmı İslam'da bazı suçlara ağır cezalar verilmesinin sebebini bu hükümlerin indiği cemiyetin şartlarına bağlarlar. Ve günümüzde başka ceza yöntemlerinin de aynı caydırıcılık fonksiyonunu icra edebileceğini söylemek suretiyle İslamî cezaların bugün geçerli olamayacağını iddia ederler.
Cahiliyye devri Arapları kumar oynayan, içki içen her türlü ahlaksızlığı normal kabul eden, zulmün, haksızlığın, ribânın hakim olduğu bir cemiyetin insanlarıydı. Tarihselcilerin iddiasının tam aksine İslam'ın ceza hükümleri bu derece cahil ve hakikatlerden habersiz insanlara inmemiştir. Zira bu seviyedeki insana ceza değil, onu ancak eğitmiş belli bir seviyeye yükselmiştir. Ceza dönemi de insanın kemalata eriştiği döneme ait kurallardır. İslamiyet de bunu yapmıştır. Resulullah (sav), Mekke döneminde her türlü ölçüden ve ahlakî değerden mahrum bulunan insanları, bir olan Allah'a imana çağırmış, onları kulluk yolunda ibadet ve zikirle eğitmiş ve neticede o fertlerden eşsiz bir cemiyet ve cemiyet nizamı vücuda getirmiştir. Bu devre Medine dönemidir ki, İslam'ın muamelatla (yani sosyal hayatla) ilgili hükümleri ve ceza ayetlerinin hepsi bu devrede nâzil olmuştur. Bu hükümler herkesin birbirinin elinden ve dilinden emin bulunduğu huzurun, barışın, kardeşliğin hâkim olduğu, insanların evlerini, dükkanlarını kilitlemeden geceledikleri bir cemiyete inmiştir. Hükümler bu huzuru, bu düzeni, bu asayişi bozmaya kalkışanlara yöneliktir.
Başka bir ifadeyle ceza, kızını diri diri toprağa gömen, adam öldüren, içki içen, zina eden cahiliye insanlarına değil, mükemmel bir cemiyetin düzenini bozmaya teşebbüs edenlere gelmiştir. Zira cezaların ağırlığı toplumun ilkelliğinin değil, tersine gelişmişliğinin, medeniliğinin bir ifadesidir. Toplumun medeniyet seviyesi ile cezanın ağırlığı doğru orantılıdır. Çünkü ceza da esasen bir lutuftur. Bir temizlenme vesiledir.
Son derece ileri bir medeniyet seviyesine erişmiş Asrı Saadet toplumuna inen bu cezalar, bu medeniyet seviyesini yakalayabilmiş, belli bir ahlakî olgunluğa erişmiş her cemiyette kıyamete kadar uygulanabilirliğini koruyacaktır. Ve bu yönüyle evrenseldirler.
KUR'AN'A GÖRE EHL-İ KİTAP VE DURUMU
Bilindiği gibi İsrailoğullarına Hz. Musa ve Hz. İsa aracılığıyla Tevrat ve İncil indirilmiştir. Bu kitaplara sahip olan İsevî ve Musevilerle birlikte, kendilerine kitap ve suhuf gelmiş bütün ümmetler Kur'an literatüründe Ehl-i Kitap olarak adlandırılırlar.
Şüphesiz Ehl-i Kitaba indirilen İncil ve Tevrat asılları itibarıyla semavî idiler. Yani Allah katından gelmişlerdi. Ancak daha sonra bu semavî kitaplar haham ve papazlar eliyle tahrifata uğramış ve onlar tarafından yeniden yazılan bu kitaplar yani muharref Tevrat ve İncil ilahî olarak kabul ettirilmeye çalışılmıştır.
Bazı Avrupa ülkelerinde ruhban sınıfı arasında yapılan bir ankette, ankete katılan papaz ve rahibelerin çoğunluğunun İncil'in tahrifata uğramış olduğuna inandıkları ortaya çıkmıştır. Ayrıca haham ve papazların kutsal kitapları üzerinde tahrifat yapıp, onları yeniden yazmış oldukları hakkında çok sayıda ayet de mevcuttur. İncil ve Tevrat'ın tahrif edilmesi hususunu ileride etraflı olarak izah edeceğiz.
Ehl-i Kitabın Durumuyla İlgili Ayetler
Kur'an'da Ehl-i Kitaptan bahseden ayetler, bu zümrenin son peygamber Hz. Muhammed'e tâbi olmadıkça ve O'nun dinine girmedikçe kurtulmalarının mümkün olmayacağını açıkça beyan etmektedir:
"Ehl-i Kitaptan ve müşriklerden kafir olanlar kendilerine apaçık delil gelinceye kadar O'na iman edeceklerine dair verdikleri sözden ayrılmadılar. O delil ise, Allah tarafından gönderilen ve hatadan ve şüpheden tertemiz Kur'an sayfalarını okuyan bir peygamberdir.
O sayfalarda dosdoğru yazılı hükümler vardır. Kendilerine kitap verilenler, o açık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.
Halbuki onlar bütün bâtıl dinlerden uzaklaşarak ihlas ile Allah'a kulluk etmekten, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten başka bir şey ile emrolunmamışlardı. Bu ise doğru dinin ta kendisidir.
Kitap Ehlinden ve müşriklerden kafir olanlar cehennem ateşinde ebedî olarak kalacaklardır. Onlar halkın en şerlileridir.124 Hulasat'ül Beyan Tefsirinde bu ayetin izahı şu şekilde yapılmaktadır:
"... Ehl-i Kitaptan ve ehl-i şirkten bazıları muttasıf oldukları küfürden ayrılmazlar, velev ki onlara zahir ve bâtın beyyine bile gelse, yine küfürden vazgeçmez ve ayrılmazlar. Zira küfürleri hasetleri sebebiyledir. Binaenaleyh dönmezler, ısrar ederler... Halbuki Resulullah nübüvvetini izhar etmeden evvel, cümlesi âhir zaman nebisine imanda müttefiklerdi. Çünkü Cenab-ı Hak, Tevrat ve İncil'de Resulullah'ın evsafını beyan buyurduğundan o beyan olunan evsaf üzere ba'solunacak resulün, gerçekten resul olduğuna iman etmişlerken, Resulullah nübüvvetini izhar edince hasetleri kabararak küfrettikleri gibi kitaplarında zikrolunan evsafı tebdil ve tağyir etmeye kadar cesaret etmişler ve bir çok kimselerin dalaletlerine dahi sebep olmuşlardır..."
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
Esasen İslam'ın ahlakî hükümleri ile sosyal hayata dair hükümlerini ayırmak zaten mümkün değildir. İslamiyet'in ahlak hükümlerini geçmişte bir cemiyet yani sahabe topluluğu yaşamıştır. Bu döneme Nur Asrı denmiştir. O ahlakî hükümleri yaşayan fertler bir cemiyeti meydana getirmişlerdir. Bu fertlerin yaşadığı cemiyette de İslam'ın sosyal hükümleri, kural ve kaideleri vardır. Asr-ı Saadette de bu yaşanmıştır. O sosyal kuralların olmadığı yerde, o ahlakı da bulmak mümkün değildir.
İslam'ın ceza sistemi de aynı çerçevede değerlendirilmelidir. Tarihselliği savunanların bir kısmı İslam'da bazı suçlara ağır cezalar verilmesinin sebebini bu hükümlerin indiği cemiyetin şartlarına bağlarlar. Ve günümüzde başka ceza yöntemlerinin de aynı caydırıcılık fonksiyonunu icra edebileceğini söylemek suretiyle İslamî cezaların bugün geçerli olamayacağını iddia ederler.
Cahiliyye devri Arapları kumar oynayan, içki içen her türlü ahlaksızlığı normal kabul eden, zulmün, haksızlığın, ribânın hakim olduğu bir cemiyetin insanlarıydı. Tarihselcilerin iddiasının tam aksine İslam'ın ceza hükümleri bu derece cahil ve hakikatlerden habersiz insanlara inmemiştir. Zira bu seviyedeki insana ceza değil, onu ancak eğitmiş belli bir seviyeye yükselmiştir. Ceza dönemi de insanın kemalata eriştiği döneme ait kurallardır. İslamiyet de bunu yapmıştır. Resulullah (sav), Mekke döneminde her türlü ölçüden ve ahlakî değerden mahrum bulunan insanları, bir olan Allah'a imana çağırmış, onları kulluk yolunda ibadet ve zikirle eğitmiş ve neticede o fertlerden eşsiz bir cemiyet ve cemiyet nizamı vücuda getirmiştir. Bu devre Medine dönemidir ki, İslam'ın muamelatla (yani sosyal hayatla) ilgili hükümleri ve ceza ayetlerinin hepsi bu devrede nâzil olmuştur. Bu hükümler herkesin birbirinin elinden ve dilinden emin bulunduğu huzurun, barışın, kardeşliğin hâkim olduğu, insanların evlerini, dükkanlarını kilitlemeden geceledikleri bir cemiyete inmiştir. Hükümler bu huzuru, bu düzeni, bu asayişi bozmaya kalkışanlara yöneliktir.
Başka bir ifadeyle ceza, kızını diri diri toprağa gömen, adam öldüren, içki içen, zina eden cahiliye insanlarına değil, mükemmel bir cemiyetin düzenini bozmaya teşebbüs edenlere gelmiştir. Zira cezaların ağırlığı toplumun ilkelliğinin değil, tersine gelişmişliğinin, medeniliğinin bir ifadesidir. Toplumun medeniyet seviyesi ile cezanın ağırlığı doğru orantılıdır. Çünkü ceza da esasen bir lutuftur. Bir temizlenme vesiledir.
Son derece ileri bir medeniyet seviyesine erişmiş Asrı Saadet toplumuna inen bu cezalar, bu medeniyet seviyesini yakalayabilmiş, belli bir ahlakî olgunluğa erişmiş her cemiyette kıyamete kadar uygulanabilirliğini koruyacaktır. Ve bu yönüyle evrenseldirler.
KUR'AN'A GÖRE EHL-İ KİTAP VE DURUMU
Bilindiği gibi İsrailoğullarına Hz. Musa ve Hz. İsa aracılığıyla Tevrat ve İncil indirilmiştir. Bu kitaplara sahip olan İsevî ve Musevilerle birlikte, kendilerine kitap ve suhuf gelmiş bütün ümmetler Kur'an literatüründe Ehl-i Kitap olarak adlandırılırlar.
Şüphesiz Ehl-i Kitaba indirilen İncil ve Tevrat asılları itibarıyla semavî idiler. Yani Allah katından gelmişlerdi. Ancak daha sonra bu semavî kitaplar haham ve papazlar eliyle tahrifata uğramış ve onlar tarafından yeniden yazılan bu kitaplar yani muharref Tevrat ve İncil ilahî olarak kabul ettirilmeye çalışılmıştır.
Bazı Avrupa ülkelerinde ruhban sınıfı arasında yapılan bir ankette, ankete katılan papaz ve rahibelerin çoğunluğunun İncil'in tahrifata uğramış olduğuna inandıkları ortaya çıkmıştır. Ayrıca haham ve papazların kutsal kitapları üzerinde tahrifat yapıp, onları yeniden yazmış oldukları hakkında çok sayıda ayet de mevcuttur. İncil ve Tevrat'ın tahrif edilmesi hususunu ileride etraflı olarak izah edeceğiz.
Ehl-i Kitabın Durumuyla İlgili Ayetler
Kur'an'da Ehl-i Kitaptan bahseden ayetler, bu zümrenin son peygamber Hz. Muhammed'e tâbi olmadıkça ve O'nun dinine girmedikçe kurtulmalarının mümkün olmayacağını açıkça beyan etmektedir:
"Ehl-i Kitaptan ve müşriklerden kafir olanlar kendilerine apaçık delil gelinceye kadar O'na iman edeceklerine dair verdikleri sözden ayrılmadılar. O delil ise, Allah tarafından gönderilen ve hatadan ve şüpheden tertemiz Kur'an sayfalarını okuyan bir peygamberdir.
O sayfalarda dosdoğru yazılı hükümler vardır. Kendilerine kitap verilenler, o açık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.
Halbuki onlar bütün bâtıl dinlerden uzaklaşarak ihlas ile Allah'a kulluk etmekten, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten başka bir şey ile emrolunmamışlardı. Bu ise doğru dinin ta kendisidir.
Kitap Ehlinden ve müşriklerden kafir olanlar cehennem ateşinde ebedî olarak kalacaklardır. Onlar halkın en şerlileridir.124 Hulasat'ül Beyan Tefsirinde bu ayetin izahı şu şekilde yapılmaktadır:
"... Ehl-i Kitaptan ve ehl-i şirkten bazıları muttasıf oldukları küfürden ayrılmazlar, velev ki onlara zahir ve bâtın beyyine bile gelse, yine küfürden vazgeçmez ve ayrılmazlar. Zira küfürleri hasetleri sebebiyledir. Binaenaleyh dönmezler, ısrar ederler... Halbuki Resulullah nübüvvetini izhar etmeden evvel, cümlesi âhir zaman nebisine imanda müttefiklerdi. Çünkü Cenab-ı Hak, Tevrat ve İncil'de Resulullah'ın evsafını beyan buyurduğundan o beyan olunan evsaf üzere ba'solunacak resulün, gerçekten resul olduğuna iman etmişlerken, Resulullah nübüvvetini izhar edince hasetleri kabararak küfrettikleri gibi kitaplarında zikrolunan evsafı tebdil ve tağyir etmeye kadar cesaret etmişler ve bir çok kimselerin dalaletlerine dahi sebep olmuşlardır..."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.