Birçok tefsir ve hadis kitaplarında bu ayeti kerimedeki "Ehl-i Beyt"ten maksadın, Peygamber'in Ehl-i Beyt'i ve onların da, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s.) olduğu açıklanmıştır.
Bu ayet açık bir şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Kur'an'daki isimlerinden birisinin "Zikir" olduğunu vurgulamaktadır. Bazıları ayette geçen "Zikir"den maksadın Kur'an olduğunu düşünebilirler. Ancak bu yanlış bir varsayımdır. Zira ayet, Allah tarafından gönderilenin "Zikir" olduğunu ve ardından "Zikir"in resul olduğunu vurgulamış ve bunlardan sonra "O size Allah'ın ayetlerini tilavet eder" şeklinde nazil olmuştur. Zikirden maksat Kuran olmuş olursa Kuran'ın kendisinin kendisini tilavet etme olgusu ortaya çıkar. Oysa Kuran hakkında böyle bir düşüncenin yanlış olduğu açıktır. Zira Kuran'ın kendisi kendisini tilavet edemez aksine Kuranı tilavet eden "Resul" unvanında tanımlanan "Zikir" yani Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Kısacası, Talak suresi on birinci ayette geçen "Zikir"den maksat Hz. Peygamber (s.a.v.)'dir.
"Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun"Bir diğer ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." (Nahl, 43) Bu ayette zikirden maksat Hz. Peygamber (s.a.v.), zikir ehlinden maksat ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beytidir. (Tefsir-i Bürhan, c. 2, s. 369) Dolayısıyla Allah-u Teâlâ Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ehline-Ehl-i Beyt'ine sorulmasını beyan buyurmuştur. Yukarıda zikredilen ayetlerin tamamı aynı hedefi ve amacı takip etmektedir. Mezkur ayetler bir bütün olarak yan yana incelendiğinde bu zümrenin Ehl-i Beyt olduğu anlaşılır. Zira Al-i İmran suresinin 33. ayetine göre "Al-i İbrahim" seçilmiş bir zümredir. Fatır suresinin 32. ayetine göre bu seçkin zümre Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra "kitap ilmini miras alan, hayırlarda önde giden" Ehl-i Beyt imamlarıdır. Bu seçkin ve kitaba varis olan zümre Vakıa suresinin 10. ve 11. ayetlerinde "önde gidenler ve mukarreb makamında olanlar" olarak nitelendirilmiştir. Seçkin, kitaba vâris, mukarreb makamında olanlar Al-i İmran suresinin 7. ayetinde "İlimde kökleşenler-derinleşenler" olarak anlatılmıştır. Yine bu zümre Vakıa suresinin 79. ayetinde "Kur'an'a temizlenenlerden başkası dokunamaz" şeklinde beyan olunmuştur. Ahzab suresi 33. ayete göre de temizlenenlerden maksat Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beyt'idir. Nitekim, bu seçkin zümreye Nahl suresi 43. ayette "Zikir ehli" olarak vurgu yapılmıştır. Ayetlerde de görüldüğü gibi, "Al-i İbrahim", "kitap ilmini miras alanlar, hayırlarda önde gidenler", "mukarreb makamında olanlar", "İlimde kökleşenler-derinleşenler", "temizlenenler", "Zikir ehli" olanlardan maksat Ehl-i Beyt'tir. Bu gerçeklerden dolayı Allah-u Teala risaletin karşılığı olarak onların meveddetlerini, itaatlerini farz kılmıştır. Bunlardan dolayı ümmet, hidayet ve saadeti için seçilen, hayırlarda önde giden, mukarreb makamında olan, zikir ehli ve temizlenen Ehl-i Beyt imamlarına tutunmalı, İslam dinini ve Kur'an'ı onların beyanı ile anlamaya ve yaşamaya çalışmalıdırlar. İşte bundan dolayı, bu hakikatin tasdiki için Allah Resulü "Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum, onlara sarıldığınız sürece benden sonra asla delalete düşmezsiniz. Onlar Allah'ın Kitabı ve benim itretim Ehl-i Beytimdir. Bu ikisi kevser havuzu üzerinde bana tekrar dönünceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Bakın görün benden sonra onlara nasıl davranacaksınız" şeklinde buyurmuştur.
Tathir Ayeti"Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister." (Ahzab Sûresi, 33). Birçok tefsir ve hadis kitaplarında bu ayet-i kerimedeki "Ehl-i Beyt"ten maksadın, Peygamber'in Ehl-i Beyt'i ve onların da, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s.) olduğu açıklanmıştır. Peygamber'in (s.a.v.) zevcesi Ümmü Seleme'den nakledilen bir hadiste de şöyle geçer: "Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin evinde bir yatakta yatmıştı ve üzerine de bir Hayber abası örtmüştü. O sırada Fatıma (a.s.) biraz yemek getirdi. Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "(Ey Fatıma!) Kocanı ve çocukların Hasan ve Hüseyin'i benim yanıma çağır." O da onları çağırdı. Yemeği yedikleri sırada Peygamber'e (s.a.v.) şu ayet nazil oldu: "Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister."Peygamber (s.a.v.) üzerindeki abanın fazlasını onların (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in) üzerine örttü, daha sonra elini abadan çıkarıp göğe kaldırarak şöyle dua etti: "Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beytim ve bana ait olan kimselerdir; öyleyse her türlü pisliği ve kötülüğü onlardan gider ve onları tertemiz kıl."Tathir ayetinin Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğunu nakleden bir çok ehli sünnet alimi vardır. Onlardan bazıları şunlardır; 1-Sahih-i Müslim, Ehl-i Beyt'in faziletleri babı. c.5. S.36, h.2424. 2- Sahih- Tirmizi, c.5. s. 351, h. 3205. 3- Müsned-i Hanbel, c.4, s. 107. 4- Müstedrek-i Hakim, c.3, s. 133 ve 147 ve c. 2, s. 416. 5- Hasaisi Nesei, s. 33. 6- İbn-i Hacer, El- İsabe, c.2, s. 509. 7- Tefsir-i Fahri Razi, c. 25, s. 209. 8- Tefsir-i Taberi, c. 22, s. 6. Evet, Kuran-ı Kerim, Ehl-i Beyt'ten (a.s.) bu şekilde bahsetmekte ve onların her çeşit pislikten, günahtan, heva ve hevesten pak ve temiz olduklarını belirtmektedir. Bunun için, onların amelleri ve şahsiyetleri bütün Müslümanlara örnektir. Kuran-ı Kerim'in onları bu şekilde tanıtmasından maksat, ümmete onların yüce makam ve değerlerini açıklayarak, ümmetin onlara tabi olmasını, şeriatı kavrayıp, ilahî hükümleri anlamakta onlara başvurmasını sağlamak, görüş farklılıklarında, anlayış ve inanç çelişkilerinde onları amelî bir ölçü tayin etmektir. Kurân-ı Kerim'in, birçok ayette bu manayı tekit etmesi, Ehl-i Beyt'in (a.s.) Hz. Peygamber'den sonra Müslümanların rehberi olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.
Mübahele Ayeti"(Ey Peygamber!) Sana gelen bilgiden sonra, kim seninle bu hususta tartışacak olursa, de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra Allah'ın lânetini yalancıların üzerine kılalım." (Âl-i İmran, 61)Tarihçiler ve müfessirler, İslâm tarihinde meydana gelen çok önemli bir olayı nakletmişlerdir ki, bu olay, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beyti'nin (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin) Allah (c.c) katında olan değerlerini ve Müslümanların arasında olan makamlarını açıkça ortaya koymuştur."Mübahele" olarak anılan bu olayı tarihçiler, müfessirler ve raviler şöyle nakletmişlerdir: "Hıristiyan olan Necran kabilesinden bir heyet, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yanına gelip onun peygamberliği hakkında bahsedip delil isteyince, Allah-u Teâlâ bu ayet-i kerimeyi nazil ederek Hz. Peygamber'e; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i yanına alıp çöle çıkmasını, Hıristiyanlara da kendi hanım ve çocuklarıyla birlikte çöle çıkmalarını, sonra da Allah'tan yalancıların üzerine lânet ve cezasını indirmesi için dua etmelerini emretti."Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde şöyle yazıyor: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Necran Hıristiyanlarını mübahele etmeye çağırdığı zaman dediler ki: "Müsaade edin, dönüp bu konuda biraz düşünelim. Kendi aralarında toplanıp konuştukları zaman, fikir sahipleri olan Akıb'e dönerek: "Ey Mesih'in kulu! Senin görüşün nedir?" diye sordular. O da şöyle dedi: "Ey Hıristiyan Cemaati! Andolsun Allah'a ki, siz Muhammed'in Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu ve O'ndan hak bir kitap getirmiş olduğunu biliyorsunuz. Allah'a andolsun ki, peygamberi ile mübahele eden hiçbir ümmetin büyükleri diri kalmamış ve küçükleri de büyümemiştir. Eğer onunla mübahele ederseniz, gerçekten hepimiz helâk oluruz. Bununla beraber yine de kendi dininizin üzerinde kalmak isterseniz, bu şahısla (Muhammed'le) vedalaşın ve kendi diyarınıza dönün." Bu arada Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın elinden tutmuş, peşi sıra Hz. Fatıma ve onun peşi sıra da Hz. Ali olduğu halde geldi ve: "Ben dua ettiğim zaman siz de âmin deyin." diye buyurdular.Necran papazı bu manzarayı görünce, Hıristiyanlara dönerek şöyle dedi:"Ey Hıristiyan topluluğu! Ben öyle simalar görüyorum ki, Allah bir dağı onların hürmetine yerinden koparmak istese, koparır. Onlarla mübahele etmeyin. Eğer mübahele ederseniz, helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir Hıristiyan kalmaz. Bunun üzerine Hıristiyanlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e dediler ki: "Ey Ebe'l-Kasım! Biz seninle mübahele etmemeye karar verdik; sen kendi dininde kal, biz de kendi dinimizde."
Seçilmişlerin karşısında kim durabilir!Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurdu: "Eğer mübahele etmiyorsanız, öyleyse İslâm dinini kabul edin ve Müslüman olun ki, Müslümanların menfaat ve zararlarına ortak olasınız." Hıristiyanlar bunu kabul etmeyince, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Öyleyse sizinle savaşacağım." Onlar şöyle dediler: "Bizim Arap milleti ile savaşmaya gücümüz yoktur. Fakat seninle bir anlaşma yapmaya hazırız. Eğer bizimle savaşmaz, bizi korkutmaz ve bizi kendi dinimizden döndürmezseniz, her yıl size iki bin tane elbise veririz. Bundan başka, bir de demirden dokunan otuz adet zırh veririz." Peygamber (s.a.v.) de buna razı oldu ve daha sonra şöyle buyurdu:"Canım elinde olan Allah'a andolsun ki, Necran ehlinin helâk olma vakti gelip çatmıştı. Eğer onlar mübahele etmiş olsalardı, şüphesiz ki suretleri değiştirilip maymun ve domuz olacaklardı ve bu sahra onlar için ateşten bir cehenneme dönecekti. Hatta ağaçların üstündeki kuşlar da dahil olmak üzere Necran ehlinin hepsi helâk olacaktı ve bir yıl bile geçmeden bütün Hıristiyanlar yok olup gideceklerdi."Ehl-i Sünnet'in büyük müfessirlerinden Fahr-i Razî de, Tefsir-i Kebir adlı eserinde şöyle demiştir: "O gün Peygamber üzerinde siyah, yünden dokulu bir parçayla, mübahale için şehirden dışarı çıktı. Hüseyin'i şefkat dolu kucağına almış ve Hasan'ın da ellerinden tutmuştu. Hz. Fatıma (a.s.) hazretin ardından, Ali'de (a.s.) Fatıma'nın (a.s.) ardından hareket ediyordu. Peygamber onlara şöyle buyurdu: "Ben Allah'a dua ederken siz de amin deyin." Fahri Razi daha sonra şöyle eklemiştir: Bil ki, bu hadisin doğru olduğuna tefsir ve hadis ehli ittifak ve icma etmişlerdir."Bu ayette dakik edebî incelikler vardır ki, onlara da dikkat etmek gerekir. Mesela; ayet-i kerimede "çocuklarımız, kadınlarımız ve kendilerimiz"denilerek Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.) Hz. Peygamber'e izafe edilmiştir.Eğer bu olay pratikte gerçekleşmez ve Hz. Peygamber (s.a.v.) amelî olarak isimlerini zikrettiğimiz o mukaddes zatlarla mübaheleye çıkmasaydı, bu sözlerle başka şahısların akla gelmesi mümkündü. Mesela; "kadınlarımız" kelimesiyle Hz. Fatıma (a.s.) ve Peygamber (s.a.v.)'in diğer kızları ve "kendilerimiz" kelimesiyle de yalnızca Peygamber (s.a.v.)'in kendisi anlaşılabilirdi. Ancak Peygamber-i Ekrem'in başkalarını değil de bu dört şahsiyeti mübahele için kendisiyle götürmesi, bize şunu bildirmektedir: Bu ümmetin kadınlarının en seçkini ve onların örneği, Hz. Fatıma (a.s.)'dır ve ümmetin evlatlarının en seçkini, Hz. Hasan (a.s.) ile Hz. Hüseyin (a.s.)'dir ve Kur'an-ı Kerim onları Peygamber'in evlatları olarak kabul etmiştir. "Kendilerimiz" kelimesiyle de Kur'an-ı Kerim, Hz. Ali'yi Peygamber'in kendi canı sayılacak bir makama sahip olduğunu açıklamıştır.Mübahele ayetinin Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğunu nakleden bir çok Ehl-i Sünnet alimi vardır. Onlardan bazıları şunlardır: 1- Sahih-i Müslim, c.2, s.108. 2- Müsnedi Ahmed, c.1, s.185. 3-Sahih-i Tirmizi, c.2, s.66. 4-Tefsiri Taberi, c.3, s.213. 5-Tefsiri Beyzavi, c.2, s.32
Kelimeler Ayeti"Derken Âdem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı da Rabbi bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O tövbeleri daima kabul edendir, merhameti bol olandır." (Bakara, 37)İbn-i Abbas Hz. Resulullah'a (s.a.v.), bu ayetin tefsirini sorarak "Âdem (a.s.), hangi kelimeleri aldı da Rabbi onun tövbesini kabul etti?" dedi. Hz. Resulullah şöyle buyurdu: "Âdem, Allah'a şöyle yalvarmıştı: "Ey Rabbim, Muhammed (s.a.v.), Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin' in hakkı için beni bağışla." Böylece yüce Allah Âdem'in bu kelimeler ile yalvarışından dolayı onun tövbesini kabul etti."Bu ayetin Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğunu nakleden bir çok ehli sünnet aliminden bazıları şunlardan ibarettir: 1-Tefsir-ül Levami, c.1, s.215. 2-Dürr-ül Mensur, c.1, s.60. 3-Yenabi-ül Mevedde, s.98.4-Menakıb-i İbni Meğazili, s.63.
İki Deniz Ayeti"Birbirleriyle kavuşup karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? İkisinden de inci ve mercan çıkar." (Rahman, 19-22)Bazı rivayetlerde nakledildiğine göre bu ayetlerde geçen iki denizden maksat Hz. Ali ve Hz. Fatıma'dır. Berzahtan maksat Hz. Peygamber (s.a.v.)'dir. İnci ve mercandan da maksat imam Hasan ve imam Hüseyin'dir. Bu ayeti bu şekilde tefsir eden ve ayet hakkındaki rivayertleri bu doğrultuda nakleden bir çok ehli sünnet âliminden bazıları şunlardır: 1- Dürr-ül Mensur, c.6, s.142. 2-Ruh-ül Meani,c.27, s.93. 3-Menakıb-i İbni Meğazili, s.339. 4-Yenabi-ül Mevedde, s.118.İşte nakledilen bu ayetler ve daha nakledilmeyen nice ayetler Ehl-i Beyt'in makam ve faziletlerini inanlara açıklayarak onlara itaatin farz olduğunu vurgulamaktadır.Sözlerimin sonunda Uluslararası Ehl-i Beyt Sempozyumu'nu objektif ve tarafsız olarak yapılmasını sağlayan ve bu vesile ile meveddetleri ve itaatleri farz olan Ehl-i Beyt imamlarının İslam âlemine doğru bir biçimde anlatılmasına, gerek TV programlarında gerek yazmış olduğu eserlerinde ve bu tür sempozyumlarda öncü olan Prof. Dr. Haydar Baş Hocamıza, değerli dava arkadaşlarına, gönüldaşlarına, bu programda emeği geçenlere ve değerli basın mensuplarına teşekkürlerimi sunarım?
Bu ayet açık bir şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Kur'an'daki isimlerinden birisinin "Zikir" olduğunu vurgulamaktadır. Bazıları ayette geçen "Zikir"den maksadın Kur'an olduğunu düşünebilirler. Ancak bu yanlış bir varsayımdır. Zira ayet, Allah tarafından gönderilenin "Zikir" olduğunu ve ardından "Zikir"in resul olduğunu vurgulamış ve bunlardan sonra "O size Allah'ın ayetlerini tilavet eder" şeklinde nazil olmuştur. Zikirden maksat Kuran olmuş olursa Kuran'ın kendisinin kendisini tilavet etme olgusu ortaya çıkar. Oysa Kuran hakkında böyle bir düşüncenin yanlış olduğu açıktır. Zira Kuran'ın kendisi kendisini tilavet edemez aksine Kuranı tilavet eden "Resul" unvanında tanımlanan "Zikir" yani Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Kısacası, Talak suresi on birinci ayette geçen "Zikir"den maksat Hz. Peygamber (s.a.v.)'dir.
"Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun"Bir diğer ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." (Nahl, 43) Bu ayette zikirden maksat Hz. Peygamber (s.a.v.), zikir ehlinden maksat ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beytidir. (Tefsir-i Bürhan, c. 2, s. 369) Dolayısıyla Allah-u Teâlâ Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ehline-Ehl-i Beyt'ine sorulmasını beyan buyurmuştur. Yukarıda zikredilen ayetlerin tamamı aynı hedefi ve amacı takip etmektedir. Mezkur ayetler bir bütün olarak yan yana incelendiğinde bu zümrenin Ehl-i Beyt olduğu anlaşılır. Zira Al-i İmran suresinin 33. ayetine göre "Al-i İbrahim" seçilmiş bir zümredir. Fatır suresinin 32. ayetine göre bu seçkin zümre Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra "kitap ilmini miras alan, hayırlarda önde giden" Ehl-i Beyt imamlarıdır. Bu seçkin ve kitaba varis olan zümre Vakıa suresinin 10. ve 11. ayetlerinde "önde gidenler ve mukarreb makamında olanlar" olarak nitelendirilmiştir. Seçkin, kitaba vâris, mukarreb makamında olanlar Al-i İmran suresinin 7. ayetinde "İlimde kökleşenler-derinleşenler" olarak anlatılmıştır. Yine bu zümre Vakıa suresinin 79. ayetinde "Kur'an'a temizlenenlerden başkası dokunamaz" şeklinde beyan olunmuştur. Ahzab suresi 33. ayete göre de temizlenenlerden maksat Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beyt'idir. Nitekim, bu seçkin zümreye Nahl suresi 43. ayette "Zikir ehli" olarak vurgu yapılmıştır. Ayetlerde de görüldüğü gibi, "Al-i İbrahim", "kitap ilmini miras alanlar, hayırlarda önde gidenler", "mukarreb makamında olanlar", "İlimde kökleşenler-derinleşenler", "temizlenenler", "Zikir ehli" olanlardan maksat Ehl-i Beyt'tir. Bu gerçeklerden dolayı Allah-u Teala risaletin karşılığı olarak onların meveddetlerini, itaatlerini farz kılmıştır. Bunlardan dolayı ümmet, hidayet ve saadeti için seçilen, hayırlarda önde giden, mukarreb makamında olan, zikir ehli ve temizlenen Ehl-i Beyt imamlarına tutunmalı, İslam dinini ve Kur'an'ı onların beyanı ile anlamaya ve yaşamaya çalışmalıdırlar. İşte bundan dolayı, bu hakikatin tasdiki için Allah Resulü "Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum, onlara sarıldığınız sürece benden sonra asla delalete düşmezsiniz. Onlar Allah'ın Kitabı ve benim itretim Ehl-i Beytimdir. Bu ikisi kevser havuzu üzerinde bana tekrar dönünceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Bakın görün benden sonra onlara nasıl davranacaksınız" şeklinde buyurmuştur.
Tathir Ayeti"Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister." (Ahzab Sûresi, 33). Birçok tefsir ve hadis kitaplarında bu ayet-i kerimedeki "Ehl-i Beyt"ten maksadın, Peygamber'in Ehl-i Beyt'i ve onların da, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s.) olduğu açıklanmıştır. Peygamber'in (s.a.v.) zevcesi Ümmü Seleme'den nakledilen bir hadiste de şöyle geçer: "Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin evinde bir yatakta yatmıştı ve üzerine de bir Hayber abası örtmüştü. O sırada Fatıma (a.s.) biraz yemek getirdi. Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "(Ey Fatıma!) Kocanı ve çocukların Hasan ve Hüseyin'i benim yanıma çağır." O da onları çağırdı. Yemeği yedikleri sırada Peygamber'e (s.a.v.) şu ayet nazil oldu: "Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister."Peygamber (s.a.v.) üzerindeki abanın fazlasını onların (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in) üzerine örttü, daha sonra elini abadan çıkarıp göğe kaldırarak şöyle dua etti: "Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beytim ve bana ait olan kimselerdir; öyleyse her türlü pisliği ve kötülüğü onlardan gider ve onları tertemiz kıl."Tathir ayetinin Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğunu nakleden bir çok ehli sünnet alimi vardır. Onlardan bazıları şunlardır; 1-Sahih-i Müslim, Ehl-i Beyt'in faziletleri babı. c.5. S.36, h.2424. 2- Sahih- Tirmizi, c.5. s. 351, h. 3205. 3- Müsned-i Hanbel, c.4, s. 107. 4- Müstedrek-i Hakim, c.3, s. 133 ve 147 ve c. 2, s. 416. 5- Hasaisi Nesei, s. 33. 6- İbn-i Hacer, El- İsabe, c.2, s. 509. 7- Tefsir-i Fahri Razi, c. 25, s. 209. 8- Tefsir-i Taberi, c. 22, s. 6. Evet, Kuran-ı Kerim, Ehl-i Beyt'ten (a.s.) bu şekilde bahsetmekte ve onların her çeşit pislikten, günahtan, heva ve hevesten pak ve temiz olduklarını belirtmektedir. Bunun için, onların amelleri ve şahsiyetleri bütün Müslümanlara örnektir. Kuran-ı Kerim'in onları bu şekilde tanıtmasından maksat, ümmete onların yüce makam ve değerlerini açıklayarak, ümmetin onlara tabi olmasını, şeriatı kavrayıp, ilahî hükümleri anlamakta onlara başvurmasını sağlamak, görüş farklılıklarında, anlayış ve inanç çelişkilerinde onları amelî bir ölçü tayin etmektir. Kurân-ı Kerim'in, birçok ayette bu manayı tekit etmesi, Ehl-i Beyt'in (a.s.) Hz. Peygamber'den sonra Müslümanların rehberi olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.
Mübahele Ayeti"(Ey Peygamber!) Sana gelen bilgiden sonra, kim seninle bu hususta tartışacak olursa, de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra Allah'ın lânetini yalancıların üzerine kılalım." (Âl-i İmran, 61)Tarihçiler ve müfessirler, İslâm tarihinde meydana gelen çok önemli bir olayı nakletmişlerdir ki, bu olay, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beyti'nin (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin) Allah (c.c) katında olan değerlerini ve Müslümanların arasında olan makamlarını açıkça ortaya koymuştur."Mübahele" olarak anılan bu olayı tarihçiler, müfessirler ve raviler şöyle nakletmişlerdir: "Hıristiyan olan Necran kabilesinden bir heyet, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yanına gelip onun peygamberliği hakkında bahsedip delil isteyince, Allah-u Teâlâ bu ayet-i kerimeyi nazil ederek Hz. Peygamber'e; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i yanına alıp çöle çıkmasını, Hıristiyanlara da kendi hanım ve çocuklarıyla birlikte çöle çıkmalarını, sonra da Allah'tan yalancıların üzerine lânet ve cezasını indirmesi için dua etmelerini emretti."Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde şöyle yazıyor: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Necran Hıristiyanlarını mübahele etmeye çağırdığı zaman dediler ki: "Müsaade edin, dönüp bu konuda biraz düşünelim. Kendi aralarında toplanıp konuştukları zaman, fikir sahipleri olan Akıb'e dönerek: "Ey Mesih'in kulu! Senin görüşün nedir?" diye sordular. O da şöyle dedi: "Ey Hıristiyan Cemaati! Andolsun Allah'a ki, siz Muhammed'in Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu ve O'ndan hak bir kitap getirmiş olduğunu biliyorsunuz. Allah'a andolsun ki, peygamberi ile mübahele eden hiçbir ümmetin büyükleri diri kalmamış ve küçükleri de büyümemiştir. Eğer onunla mübahele ederseniz, gerçekten hepimiz helâk oluruz. Bununla beraber yine de kendi dininizin üzerinde kalmak isterseniz, bu şahısla (Muhammed'le) vedalaşın ve kendi diyarınıza dönün." Bu arada Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın elinden tutmuş, peşi sıra Hz. Fatıma ve onun peşi sıra da Hz. Ali olduğu halde geldi ve: "Ben dua ettiğim zaman siz de âmin deyin." diye buyurdular.Necran papazı bu manzarayı görünce, Hıristiyanlara dönerek şöyle dedi:"Ey Hıristiyan topluluğu! Ben öyle simalar görüyorum ki, Allah bir dağı onların hürmetine yerinden koparmak istese, koparır. Onlarla mübahele etmeyin. Eğer mübahele ederseniz, helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir Hıristiyan kalmaz. Bunun üzerine Hıristiyanlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e dediler ki: "Ey Ebe'l-Kasım! Biz seninle mübahele etmemeye karar verdik; sen kendi dininde kal, biz de kendi dinimizde."
Seçilmişlerin karşısında kim durabilir!Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurdu: "Eğer mübahele etmiyorsanız, öyleyse İslâm dinini kabul edin ve Müslüman olun ki, Müslümanların menfaat ve zararlarına ortak olasınız." Hıristiyanlar bunu kabul etmeyince, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Öyleyse sizinle savaşacağım." Onlar şöyle dediler: "Bizim Arap milleti ile savaşmaya gücümüz yoktur. Fakat seninle bir anlaşma yapmaya hazırız. Eğer bizimle savaşmaz, bizi korkutmaz ve bizi kendi dinimizden döndürmezseniz, her yıl size iki bin tane elbise veririz. Bundan başka, bir de demirden dokunan otuz adet zırh veririz." Peygamber (s.a.v.) de buna razı oldu ve daha sonra şöyle buyurdu:"Canım elinde olan Allah'a andolsun ki, Necran ehlinin helâk olma vakti gelip çatmıştı. Eğer onlar mübahele etmiş olsalardı, şüphesiz ki suretleri değiştirilip maymun ve domuz olacaklardı ve bu sahra onlar için ateşten bir cehenneme dönecekti. Hatta ağaçların üstündeki kuşlar da dahil olmak üzere Necran ehlinin hepsi helâk olacaktı ve bir yıl bile geçmeden bütün Hıristiyanlar yok olup gideceklerdi."Ehl-i Sünnet'in büyük müfessirlerinden Fahr-i Razî de, Tefsir-i Kebir adlı eserinde şöyle demiştir: "O gün Peygamber üzerinde siyah, yünden dokulu bir parçayla, mübahale için şehirden dışarı çıktı. Hüseyin'i şefkat dolu kucağına almış ve Hasan'ın da ellerinden tutmuştu. Hz. Fatıma (a.s.) hazretin ardından, Ali'de (a.s.) Fatıma'nın (a.s.) ardından hareket ediyordu. Peygamber onlara şöyle buyurdu: "Ben Allah'a dua ederken siz de amin deyin." Fahri Razi daha sonra şöyle eklemiştir: Bil ki, bu hadisin doğru olduğuna tefsir ve hadis ehli ittifak ve icma etmişlerdir."Bu ayette dakik edebî incelikler vardır ki, onlara da dikkat etmek gerekir. Mesela; ayet-i kerimede "çocuklarımız, kadınlarımız ve kendilerimiz"denilerek Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s.) Hz. Peygamber'e izafe edilmiştir.Eğer bu olay pratikte gerçekleşmez ve Hz. Peygamber (s.a.v.) amelî olarak isimlerini zikrettiğimiz o mukaddes zatlarla mübaheleye çıkmasaydı, bu sözlerle başka şahısların akla gelmesi mümkündü. Mesela; "kadınlarımız" kelimesiyle Hz. Fatıma (a.s.) ve Peygamber (s.a.v.)'in diğer kızları ve "kendilerimiz" kelimesiyle de yalnızca Peygamber (s.a.v.)'in kendisi anlaşılabilirdi. Ancak Peygamber-i Ekrem'in başkalarını değil de bu dört şahsiyeti mübahele için kendisiyle götürmesi, bize şunu bildirmektedir: Bu ümmetin kadınlarının en seçkini ve onların örneği, Hz. Fatıma (a.s.)'dır ve ümmetin evlatlarının en seçkini, Hz. Hasan (a.s.) ile Hz. Hüseyin (a.s.)'dir ve Kur'an-ı Kerim onları Peygamber'in evlatları olarak kabul etmiştir. "Kendilerimiz" kelimesiyle de Kur'an-ı Kerim, Hz. Ali'yi Peygamber'in kendi canı sayılacak bir makama sahip olduğunu açıklamıştır.Mübahele ayetinin Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğunu nakleden bir çok Ehl-i Sünnet alimi vardır. Onlardan bazıları şunlardır: 1- Sahih-i Müslim, c.2, s.108. 2- Müsnedi Ahmed, c.1, s.185. 3-Sahih-i Tirmizi, c.2, s.66. 4-Tefsiri Taberi, c.3, s.213. 5-Tefsiri Beyzavi, c.2, s.32
Kelimeler Ayeti"Derken Âdem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı da Rabbi bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O tövbeleri daima kabul edendir, merhameti bol olandır." (Bakara, 37)İbn-i Abbas Hz. Resulullah'a (s.a.v.), bu ayetin tefsirini sorarak "Âdem (a.s.), hangi kelimeleri aldı da Rabbi onun tövbesini kabul etti?" dedi. Hz. Resulullah şöyle buyurdu: "Âdem, Allah'a şöyle yalvarmıştı: "Ey Rabbim, Muhammed (s.a.v.), Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin' in hakkı için beni bağışla." Böylece yüce Allah Âdem'in bu kelimeler ile yalvarışından dolayı onun tövbesini kabul etti."Bu ayetin Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğunu nakleden bir çok ehli sünnet aliminden bazıları şunlardan ibarettir: 1-Tefsir-ül Levami, c.1, s.215. 2-Dürr-ül Mensur, c.1, s.60. 3-Yenabi-ül Mevedde, s.98.4-Menakıb-i İbni Meğazili, s.63.
İki Deniz Ayeti"Birbirleriyle kavuşup karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? İkisinden de inci ve mercan çıkar." (Rahman, 19-22)Bazı rivayetlerde nakledildiğine göre bu ayetlerde geçen iki denizden maksat Hz. Ali ve Hz. Fatıma'dır. Berzahtan maksat Hz. Peygamber (s.a.v.)'dir. İnci ve mercandan da maksat imam Hasan ve imam Hüseyin'dir. Bu ayeti bu şekilde tefsir eden ve ayet hakkındaki rivayertleri bu doğrultuda nakleden bir çok ehli sünnet âliminden bazıları şunlardır: 1- Dürr-ül Mensur, c.6, s.142. 2-Ruh-ül Meani,c.27, s.93. 3-Menakıb-i İbni Meğazili, s.339. 4-Yenabi-ül Mevedde, s.118.İşte nakledilen bu ayetler ve daha nakledilmeyen nice ayetler Ehl-i Beyt'in makam ve faziletlerini inanlara açıklayarak onlara itaatin farz olduğunu vurgulamaktadır.Sözlerimin sonunda Uluslararası Ehl-i Beyt Sempozyumu'nu objektif ve tarafsız olarak yapılmasını sağlayan ve bu vesile ile meveddetleri ve itaatleri farz olan Ehl-i Beyt imamlarının İslam âlemine doğru bir biçimde anlatılmasına, gerek TV programlarında gerek yazmış olduğu eserlerinde ve bu tür sempozyumlarda öncü olan Prof. Dr. Haydar Baş Hocamıza, değerli dava arkadaşlarına, gönüldaşlarına, bu programda emeği geçenlere ve değerli basın mensuplarına teşekkürlerimi sunarım?