Eskiden çiftçi tohumu tarlaya serperken, "Kurda, kuşa, aşa" diyerek herkesin rızkına, hakkına duyarlılığını ve saygısını gösterirdi. Hukuka bile adaleti öğretebilecek bir davranıştı bu. Bugün ise, yaşamın kendisine karşı insanlık tarihinin en büyük adaletsizliği ile karşı karşıyayız. Dereler, denizler, göller ve orman alanları, nihayetinde çevre zarara uğratılmaktadır.Peki kirletilen suyun, toprağın havanın haklarını kim koruyacak? Hukuk diyeceksiniz tabii ki. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56/1.maddesine göre herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında yapılan düzenleme ile de çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek gerek Devlete gerekse vatandaşlara ödev olarak yüklenmiştir.Ödev yerine getirilmezse yaptırımı var mı?Çevre Kanunu, Türk Ceza Kanunu(TCK) ve Çevre Kanunu'na dayanılarak çıkartılan yönetmelikler ve bazı kanunlardaki hükümlere göre, çevrenin kirletilmesi suçtur, cezayı gerektirir.Çevre kirliliği suçlarında hava, toprak ve su şeklinde üç alıcı ortam söz konusudur. Bu alıcı ortamların birini kirleten ya da kirletme ihtimali bulunan atıkların verilmesi ile suç işlenmiş olur.Anayasa ve yasaların düzenlediği çevre ile ilgili hak, "çevresel insan hakları" kapsamındadır.İnsan hakları değişik yönlerden sınıflandırılmaktadır. Tarihi gelişim sürecinde yapılan sınıflandırmada insan hakları kuşaklar şeklinde incelenmektedir; birinci kuşak insan hakları, ikinci kuşak insan hakları gibi. İnsan haklarının gerekli kıldığı politikalar açısından da sınıflandırma yapılabilir. Örneğin politika kamu güvenliği ise kişi özgürlüğü bahse konudur. Sosyal güvenlikte ise sosyal haklar öne çıkar. Ekolojik güvenlikte de çevresel hakları görürüz.Türkiye, ekolojik (çevresel) tahribatın en ileri düzeyde yaşandığı, bu yönden de ekolojik mücadelenin çok önem taşıdığı ülkelerden biridir.Çevresel insan haklarının de merkezinde insan vardır. İnsan hayatı için çevrenin korunması elzemdir.O halde yeni bir anayasanın gündemde olduğu şu günlerde "Doğa hakları" konusu müzakere edilmelidir.2010 yılında "Doğa Hakları ve İklim Değişikliği Konferansı" nda açıklanan beyannamede, canlı bir varlık olarak görülen ve tüm varlıkları kapsayan doğanın da haklarının olduğu vurgulanmıştır. Doğa'nın davada taraf olma ehliyeti bulunmadığına göre davayı kim açacak? Uygulamayı Ekvator'da şu şekilde görüyoruz: Herkes dava açabilir. Bir tür halk davası olarak da yorumlanabilir bu. 2011 yılında bir mahkeme Vicabamba nehri adına açılan bir davada doğanın haklarına yönelik içtihadını ortaya koymuştur. Vicabamba nehrinin kenarındaki bir otoban projesinin bu nehrin var olma hakkını ihlâl ettiği iddiasına dayanan davada yüksek mahkeme bu davayı kabul etmiştir.Latin Amerika'daki mücadelenin tüm ülkelere örnek olmasını dilerken, imzaladığımız insan hakları alanındaki önemli antlaşma "Avrupa Sosyal Şartı" nın gereğini yerine getirmek bile ülke adına ileri bir adım olacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023