Lozan antlaşmasının üzerinden tam 99 yıl geçti. Önümüzdeki yıl 100. yıldönümü. Lozan Antlaşmasının ne anlama geldiğini anlamak için o günün koşullarını ve o günden bugüne yaşanan süreci iyi izlemek gerekir. Birinci Dünya Savaşı ile dünya adeta yıkılmıştır. Her devlet kendi payına düşen kayıpları paylaşmıştır. Devletlerin kendi aralarında yaptıkları barış antlaşmaları ile bir müddet sükûnet ortaya çıkmış ise devletler sonuçlardan memnun değildir. Nitekim yaşanan 2. Dünya Savaşı, 1. Dünya savaşının devamı olarak yaşanmıştır.
Birinci Dünya Savaşının sonunda ülkemize Sevr dayatılmıştır. Osmanlı Devleti bu antlaşmayı kabul ederek resmi olarak işgale 'evet' demiştir. İstanbul ve Anadolu işgalcilerin çizmeleri ile çiğnenmiştir.
Ancak Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kuvay-ı Milliye mücadelesi ile Anadolu işgalden kurtarılmıştır. Netice olarak savaşın tarafları ile yeniden barış masasına oturulmuş, vatan toprakları yeniden kazanılmıştır. Milletimiz esaretten kurtarılmış Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur. Türkün ismi dünyadan silindiği kabul edilen o zaman diliminde Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde küllerimizden ve köklerimizden Türkiye Cumhuriyet Devleti doğmuştur. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın ifadesiyle Lozan Antlaşması Türkiye'nin tapu senedidir.
Bu sonuç İngilizleri ve onların adeta tetikçiliğini yapan Yunanlıları çok rahatsız etmiştir. Bu devletlerin istihbarat örgütleri marifetiyle kendi kamuoyunda propaganda yapılmıştır. Nasıl bir garabet ki, Lozan Antlaşması gibi büyük bir başarı adeta hezimet olarak gösterilmiştir. Millete Lozan Antlaşmasının maddeleri yerine Sevr anlatılmıştır. Asıl üzerinde durulması gereken de burasıdır. Bir güneş koca bir milletten gizlenecek ve gerçekler ters yüz edilecek. Maalesef ülkemize bu kader yaşatılmıştır.
Kim, hangi yollarla burada rol almıştır? Bu gafletin tespiti ve düzeltmesi gerekiyor. Bu bir milli güvenlik meselesidir.
Ülkemizi askeri olarak ve açıktan teslim alamayan emperyal güçler kaleyi içten işgal etmenin hesabını yapmaktadır. Bu sadece bizim ülkemizde değil bütün İslam âleminde bu şekilde cereyan etmektedir. Bir keresinde Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın Hicaz'dayken yaptığı şu tespit kulağımıza küpe olmuştur: "Hac mevsiminde bütün İslam ülkelerinden insanlar bu topraklara gelir. Algı yöneten güçler, adamları vasıtasıyla gündem açar, kamuoyu oluşturur." Kamuoyuna pompalanan haberlere de bu gözle bakılmalıdır. Önce fitne tohumlarını ekmek ardından bu tohumlardan çıkan zehirli ürünler ile toplum zehirlenmeye çalışmak, bu projeye dikkat etmek gerekir.
Söylemelere bu perspektiften bakılmalıdır.
- İstanbul’un kurtuluş diyalektiği / 09.10.2025
- Erdoğan–Trump görüşmesi: The Apprentice diplomasisi sahada / 06.10.2025
- Arzu Mev’ûd’un gölgesinde: İsrail’in kuruluşu ve işgalin sürekliliği / 05.10.2025
- Bahçeli’nin TRÇ çıkışı: Strateji mi, PR hamlesi mi? / 22.09.2025
- Bir iman formülünün siyasete alet edilmesi / 21.09.2025
- Geleceği savunmak: Bir nesli kayıp vermemek / 20.09.2025
- Sağ–solun ötesinde: Türkiye siyasetini yeniden okumak / 11.09.2025
- Hüseyin Baş dosyası: Demokrasiye ayar duruşması / 09.09.2025
- Batum’un Osmanlı ve Türkiye Eksenindeki Tarihsel Serüveni / 03.09.2025