Haftalardır medyada mafya haberleri ve yorumları çarşaf çarşaf yayınlanıyor. Mafya, bürokrasi, işadamı ve yargı mensupları arasında geçen diyaloglar deşifre ediliyor. Yazılanlara ve söylenenlere bakanlar, mafyanın derinlemesine sorgulandığını ve yargılandığını zanneder. Halbuki gerçek hiç de öyle değil. Gündeme getirilen konular temelden ve özden yoksun. Daha ziyade magazin ağırlıklı. Bir başka değişle mafya örgütlenmesi kriminal suçlar çerçevesinde değerlendiriliyor. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Doğru olan tespit şudur: Mafya örgütlenmesi sosyal bir olgudur.
Bu sosyal olgunun en önemli ayağı ekonomik güçtür. Hukuk dışı yollarla ekonomik güç elde eden mafya örgütleri, bu gücü baskı unsuru olarak kullanır ve ekonominin doğal seyrini bozarlar. Bundan dolıdır ki, bazı ekonomistler şöyle der: Bir ülkede mafya örgütlerinin işi iyi ise, anlayın ki; o ülkede doğru dürüst çalışanların işi kötüdür. Kötü olması bir yana, bazen o kişiler kaçmalarına rağmen, mafya örgütlerinin kucağına düşerler. İster istemez onlarla karşı karşıya kalırlar.
Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan "Hayatımız Mafya Raporu" aslında mafyanın sosyal bir olgu olduğunu gözler önüne seriyordu. Ama rapor, bu açıdan ele alınmadı, tartışılmadı. Bu günlerde de aynısı yapılıyor.
Mafya örgütleri ve ekonomik güçleri konu edilince, söz gelip kara para aklamaya dayanıyor. Maalesef Türkiye bu konuda da başı çekiyor. Uluslararası kara para aklamayı araştırmak ve önlemek için kurulan "Karaparayı Aklamaya Karşı Eylem Görev Gücü" yetkilileri diyorlar ki;
"Bizi kara parayı aklamada en fazla kaygılandıran ülke Türkiye'dir." Ne yazık ki, Türkiye dünyada böyle bir üne sahip. İsviçre'de yaşayan Türk asıllı mafya babalarının geçmişleri üzerinde araştırma yapan Ticino Gazatesi muhabiri şöyle der:
"15 yıl önce içlerinden birçoğu Anadolu'da keçi güdüyordu."
Anadolu'da keçi güden bu kişiler, nasıl oluyorda 15 yıl içerisinde İsviçre'de sefahat hayatı sürer bir konuma yükselebiliyor? Hangi sosyal şartlar, Türkiye'yi mafyada lider bir ülke yapıyor. Bunların üzerinde durmak, düşünmek, araştırma ve inceleme yapmak gerekmez mi? Bu çürümüşlüğü bir iki kanun değiştirmekle veya mafya işbirliği yapanları cezalandırmakla önlemek mümkün mü? Böyle bir davranış, bataklığı kurutmadan sineklerle tek tek mücadele etmeye benzer. Türkiye'nin sosyal yapısı değişmedikçe, yani bataklık kurutulmadıkça, mafya örgütlenmelerinin önü alınmaz.
Eski milletvekillerimizden Kamran İnan'ın Türkiye'deki sosyal çürümüşlük hakkındaki şu tespitleri ne kadar da yerinde. Diyor ki; Nobel coğrafyasında yokuz, buna mukabil Türk mafyası, dünyada söz sahipi oldu. Toplumu temizleyecek güçte çamaşır makinesi yapamadık, ancak her türlü kara parayı aklayan makine imalinde ön saftayız. Milletlerarası uyuşturucu pazarında iddialıyız. Çetelerimiz içeride olduğu gibi dışarıda da at koşturmaya başladı. Kanunlarımız ve kapılarımız para gücüne dayanmıyor. Haine prim veriyor, hırsızı marifetli görüyor, cahile koltuk uzatıyoruz. Hain yetiştirmede rekor, hırsız üretmede şöhret, cehalet tedrisinde tecrübe sahibiyiz".
İşte Türkiye'nin manzarası, sosyal yapısı bu tehlikeli boyuta gelmiş dayanmış. Tabiri caizse, uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanmak üzereyiz.
İlkönce bu manzaranın, bu sosyal gidişin değişmesi, değiştirilmesi gerekiyor. Bunlar yapılmadan mafya örgütleriyle mücadeleye girişmek, havanda su dövmek olur. Dünyaya hizmet vermiş, iyilikte öncü ve önder olmuş Türk milletine bu manzara yakışmıyor. Bunun mutlaka değişmesi gerekiyor. Yapılması gerekenler ise belli. Yeniden milli değerlerimize dönmek ve onları hayata hakim kılmaktır. Dahası, insan yetiştirmektir. Bunun dışında yazılanlar, söylenenler, lâf olsun, torba dolsun kabilinden şeylerdir.
Bu sosyal olgunun en önemli ayağı ekonomik güçtür. Hukuk dışı yollarla ekonomik güç elde eden mafya örgütleri, bu gücü baskı unsuru olarak kullanır ve ekonominin doğal seyrini bozarlar. Bundan dolıdır ki, bazı ekonomistler şöyle der: Bir ülkede mafya örgütlerinin işi iyi ise, anlayın ki; o ülkede doğru dürüst çalışanların işi kötüdür. Kötü olması bir yana, bazen o kişiler kaçmalarına rağmen, mafya örgütlerinin kucağına düşerler. İster istemez onlarla karşı karşıya kalırlar.
Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan "Hayatımız Mafya Raporu" aslında mafyanın sosyal bir olgu olduğunu gözler önüne seriyordu. Ama rapor, bu açıdan ele alınmadı, tartışılmadı. Bu günlerde de aynısı yapılıyor.
Mafya örgütleri ve ekonomik güçleri konu edilince, söz gelip kara para aklamaya dayanıyor. Maalesef Türkiye bu konuda da başı çekiyor. Uluslararası kara para aklamayı araştırmak ve önlemek için kurulan "Karaparayı Aklamaya Karşı Eylem Görev Gücü" yetkilileri diyorlar ki;
"Bizi kara parayı aklamada en fazla kaygılandıran ülke Türkiye'dir." Ne yazık ki, Türkiye dünyada böyle bir üne sahip. İsviçre'de yaşayan Türk asıllı mafya babalarının geçmişleri üzerinde araştırma yapan Ticino Gazatesi muhabiri şöyle der:
"15 yıl önce içlerinden birçoğu Anadolu'da keçi güdüyordu."
Anadolu'da keçi güden bu kişiler, nasıl oluyorda 15 yıl içerisinde İsviçre'de sefahat hayatı sürer bir konuma yükselebiliyor? Hangi sosyal şartlar, Türkiye'yi mafyada lider bir ülke yapıyor. Bunların üzerinde durmak, düşünmek, araştırma ve inceleme yapmak gerekmez mi? Bu çürümüşlüğü bir iki kanun değiştirmekle veya mafya işbirliği yapanları cezalandırmakla önlemek mümkün mü? Böyle bir davranış, bataklığı kurutmadan sineklerle tek tek mücadele etmeye benzer. Türkiye'nin sosyal yapısı değişmedikçe, yani bataklık kurutulmadıkça, mafya örgütlenmelerinin önü alınmaz.
Eski milletvekillerimizden Kamran İnan'ın Türkiye'deki sosyal çürümüşlük hakkındaki şu tespitleri ne kadar da yerinde. Diyor ki; Nobel coğrafyasında yokuz, buna mukabil Türk mafyası, dünyada söz sahipi oldu. Toplumu temizleyecek güçte çamaşır makinesi yapamadık, ancak her türlü kara parayı aklayan makine imalinde ön saftayız. Milletlerarası uyuşturucu pazarında iddialıyız. Çetelerimiz içeride olduğu gibi dışarıda da at koşturmaya başladı. Kanunlarımız ve kapılarımız para gücüne dayanmıyor. Haine prim veriyor, hırsızı marifetli görüyor, cahile koltuk uzatıyoruz. Hain yetiştirmede rekor, hırsız üretmede şöhret, cehalet tedrisinde tecrübe sahibiyiz".
İşte Türkiye'nin manzarası, sosyal yapısı bu tehlikeli boyuta gelmiş dayanmış. Tabiri caizse, uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanmak üzereyiz.
İlkönce bu manzaranın, bu sosyal gidişin değişmesi, değiştirilmesi gerekiyor. Bunlar yapılmadan mafya örgütleriyle mücadeleye girişmek, havanda su dövmek olur. Dünyaya hizmet vermiş, iyilikte öncü ve önder olmuş Türk milletine bu manzara yakışmıyor. Bunun mutlaka değişmesi gerekiyor. Yapılması gerekenler ise belli. Yeniden milli değerlerimize dönmek ve onları hayata hakim kılmaktır. Dahası, insan yetiştirmektir. Bunun dışında yazılanlar, söylenenler, lâf olsun, torba dolsun kabilinden şeylerdir.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018