Tercüman'dan Cengiz Çandar, dünkü yazısında Kürtlerin niyetlerini analiz ettikten sonra Kerkük üzerinde duruyor. Gerçi Çandar'ın yazısında katımadığım bir çok husus var ama Kerkük'ün bir Türkmen şehri olduğunu vurgulaması önemli bir husus...
Çandar, şunları yazıyor:
"Kürtler, bağımsızlık ilanı ve dolayısıyla Irak'ın bölünmesi yönünde ilerlemiyorlar. Tam tersine, 'Irak'a hükmetmek' yönünde hareket ediyorlar. Bir yandan Bağdat'taki merkezi iktidarda neredeyse yüzde 50 hisseye sahip olmak isterken, diğer yandan da kuzeyi kendi yönetimleri altına almakta kararlı gözüküyorlar. (Recep Bahar'ın notu: Kürt gruplar, hazırladıkları anayasanın 47. maddesinde vurguladıkları gibi, istedikleri anda merkezi hükümetten kopabilecekleri gevşeklikte bir federasyon istiyorlar. Bunun anlamı aslında konfederasyon.)
Irak'ın geçici hükümetinin dışişleri bakanı bir Kürt, KDP'li Hoşyar Zebari. Çok yakında Irak'ın Birleşmiş Milletler Temsilcisi de bir Kürt, KYB'li Barham Salih olacak. Yani, Irak'ı dış dünyada Kürtler temsil edecek. Iraklı tüm kesimler arasında, çeşitli nedenlerle, siyasi ve diplomatik ve idari açılardan, bu konulardaki tecrübe ve bilgi birikimi açısından en ilerde olan onlar. Bu nedenle, Irak nüfusunda yaklaşık yüzde 20'lik bir oranı temsil etseler de, nüfus oranlarıyla ters orantılı bir siyasi rol oynamaktalar.
Irak'ın kuzeyinde neredeyse bağımsızlığa yakın bir özerklik ve Bağdat yönetiminde özel ağırlık ile Kürtler, 'Irak Devleti'ni belli ölçülerde yönetecek ve dış dünyada temsil edecek olduktan sonra, 'bağımsız Kürt devleti'ne ihtiyaç da kalmıyor. Irak'ın bölünmesi anlamına gelecek ve hem Amerika, hem de Irak'ın komşuları tarafından istenmeyen böyle bir durumun 'fizibilitesi' bulunmadığı için, Kürtler de bunu istemiyor.
Türkiye, durumu ve 'Irak'taki trendi' olduğu gibi ve doğru görmek zorunda ve 'statüko değişikliği'ni sindirmek zorunda. (Çandar'ın bu görüşüne katılmıyorum. Çevresindeki her olayı sindiren Türkiye, bir süre sonra midede oluşan asit yüzünden hazımsızlık çekmeye başlar. Bu asit Türkiye'yi ülser yapar. Asitli midenin yol açacağı sıkıntı belki de kansere yol açar... Mide kanserine yakalanmış bir Türkiye'nin yaşaması ise zorlaşır. Yaşasa bile sağlıklı bir yaşam değildir bu) Sadece sindirmenin ötesine de geçmek ve kendisini 'yeni gerçekler'e göre ayarlamak ve Irak'ın geleceğinde rol almak zorunda. Çıkarları gereği bu, böyle.
Kürtlerin 3 planı
Şu anda, 'maksimalist Kürt talepleri'nin üç konuda 'pürüz' çıkaracağı seziliyor:
1. Kerkük'ün statüsü;
2. Kerkük petrolleri dahil, kendi yönetimlerine almak istedikleri bölgede yeraltı kaynakları üzerinde tasarruf hakkı;
3. Peşmerge güçlerinin, kuzeydeki federal yönetimin silahlı kuvvetlerine dönüştürülmesi.
Üçüncü hususa ilişkin, Bosna-Hersek anayasasına, ikinci hususa ilişkin olarak Kanada anayasasına atıf yapıyor ve bu taleplerin 'yasallığı'nı vurgulamak istiyorlar.
Kerkük petrolleri, münhasıran Kürt yönetimine bırakılırsa, Irak'ın petrollerinin yüzde 60'ını kapsayan güneydeki Rumeyla bölgesi de Şii denetimi altına girecek demektir. Bu Irak'ı 'fiili parçalanma'ya yaklaştırır. Bu nedenle, petrolün, Bağdat'taki 'merkezi yönetim'in tasarrufuna bırakılması doğru olur.
Üçüncü hususa karşı sağlam bir argüman bulmak zor. Ancak, buna karşılık, 'Kerkük'ün statüsü', Türkmenler (ve Türkmenler üzerinden Türkiye) ile Kürtler arasında 'pimi çekilmiş bir bomba' niteliğinde.
Kerkük, Türkmen şehridir
Kürt liderleri, başta Mesut Barzani, Kerkük'ün 'tarihi ve coğrafi olarak Kürdistan'ın bir şehri' olduğunu ısrarla ileri sürüyorlar. Burada, bir 'nüans' var. 'Kürt şehri' demiyorlar; 'coğrafi olarak Kürdistan'a aittir' diyorlar. Ama anayasa taslaklarında, 'Irak Kürdistan'ının merkezi' olduğu ibaresine yer veriyorlar.
Kürt aydınları, Osmanlı ansiklopedisti Şemseddin Sami'nin 'Kamus-u Alem'inde Kerkük'ün 'Kürt şehri' olduğunun yazılmış bulunduğunu hatırlatıyorlar. Aylardır bu konular üzerinde çalışıyor, araştırma yapıyorum; ciddiye alınabilir başka hiçbir belgede bu iddiaya raslamadım. Tersine, bir dizi ve Kürtlerin itiraz edemeyeceği kaynakta, Kerkük'ün bir 'Türk şehri' olduğu ortaya çıkıyor. Savaştan sonra Kerkük'e birkaç kez gittim, mahalle mahalle dolaşıp, şehrin geçmişini öğrenmeye ve bugününü anlamaya çalıştım. Kerkük'ün bir 'Irak Türk şehri' bir başka deyimle esas olarak 'Türkmen şehri' olduğu kanaatim sabitleşti. Kerkük, gerçi 'kozmopolit', içinde çok sayıda Kürt'ün, bu arada Arap'ın ve Asuri'nin yaşadığı bir şehir ama 'Türk kültürüne ait' ve her şeye, onca demografik değişikliğe rağmen bir 'Türkmen ağırlıklı' şehir.
Bu konuda en şaşmaz belge, 1978 yılında 'Old Social Classes and the Revolutionary Movements of Iraq' (Eski Sosyal Sınıflar ve Irak'ın Devrimci Hareketleri) adlı 1283 sayfalık, Irak hakkında bir anıt-eser bırakmış olan Hanna Batatu'ya ait. Hanna Batatu, yıllardır Irak hakkında kalem oynatan her uzmanın bir numaralı başvuru kaynağı. 1959 yılında Kürt komünistlerinin giriştiği Kerkük'teki Türkmen katliamına dair eserindeki bölümden şu satırları izleyelim:
"... Bir petrol merkezi olan ve Bağdat'ın 180 mil kuzeyinde uzanan Kerkük, pek uzakta olmayan geçmiş boyunca hep Türk olagelmiştir. Kürtler, çevre köylerden derece derece şehre gelmeye başlamışlardır. Petrol endüstrisinin gelişmesiyle, bu göçleri yoğunlaşmıştır. 1959'da nüfusun üçte biri olacak kadar şişmişler ve Türkmenler nüfusun yarısının hemen üzerinde olacak şekilde gerilemişlerdir. Asuriler ve Araplar, 120,000 olarak sayılan nüfusun geri kalan bölümünü oluşturmuşlardır. Erbil gibi diğer Türk şehirleri de benzer bir süreçten geçmişlerdir. Erbil'in kendisi büyük ölçüde Kürtleşmiştir ve değişim büyük ölçüde barışçıl biçimde gerçekleşmiştir. Fakat Türkiye ile kuvvetli kültürel bağlarını koruyan Kerkükler, daha sağlam dokuya sahiptiler ve daha güçlü bir etnik kimlikle birleşmişlerdir..."
Hanna Batatu, elinin altındaki sayısız verinin yanısıra, Irak'ın 'son namuslu' nüfus sayımı olan 1957'deki sayımın kayıtları üzerindeki titiz çalışmasına da dayanıyor.
'Yarın' için en doğrusu, Kerkük'e, bir tür 'Brüksel modeli' uygulama ile 'özel statü' kazandırmak. Türkiye'nin ağırlığı bunun için gerekli. Ama, Kürtlere yönelik, geri tepmesi mukadder hot-zot ile değil. Bilgi ve diplomasiyle. 'Soft power(Recep Bahar'ın notu: Yumuşak güç yani ekonomik ve kültarel güç)' ile."Bunun sonu Müslümanları cayır cayır yakmaya varacak"Başörtüsü karşıtlığı" Fransa'da gittikçe Müslüman düşmanlığına dönüşüyor. Cumhurbaşkanı Chirac'ın başörtülü öğrencilerin devlet okullarına alınmayacağını açıklaması, Fransız toplumunda her türden taşkınlığın yaşanmasını da beraberinde getiriyor. Artık Müslüman bayanlar, hastanelere ve bankalara da alınmıyor. Bunun son örneği Paris'te yaşandı. Fransa'nın en büyük bankalarında biri olan Societe Generale'in güvenlik görevlisi, yüzün görünmesine engel olduğu gerekçesiyle başörtülü bir bayanı içeriye almadı. Neyse ki, banka yetkilileri geri adım atıp, olayın güvenlik görevlisinin işgüzarlığı sonucu meydana geldiğini savunmuşlar. Ancak bu olay, Haçlı seferlerinin çıkış noktası olan Fransa'da Müslümanlara karşı bundan böyle bir çok saldırı yaşanacağının önemli bir göstergesi olarak öne çıkıyor. Irak misyonerlerin kıskacındaABD tarafından işgal edilen Irak'ta, İcmal dergisinin Mayıs sayısında işaret edildiği gibi, şimdi de misyonerler cirit atıyor. İngiliz "Daily Telegraph" gazetesinin haberine göre, kendilerine "Müslüman ruhları kurtarma" görevi veren misyonerler, önümüzdeki haziranda yönetimin Iraklılara devredilmesinden ve ABD işgal gücü otoritesinin sona ermesinden önce önlerine açılan tarihi fırsattan yararlanmak için kolları sıvamış. Misyonerler, Irak'a çok sayıda Arapça İncil ve broşür götürüyor. Misyonerler faaliyetlerini, tıpkı 17 Ağustos 1999'daki Marmara Depremi sonrasında yaptıkları gibi, insani yardım kisvesi altında yürütüyor. Gıda ve ilaç götüren misyonerler, bir yandan da Hıristiyanlık propagandası yapıyor.
Amerikan misyoner teşkilatların Irak'a çıkarma yapması, "misyonerliğin sömürgeciliğin Truva atı" olduğu gerçeğni bir kez daha dışa vuruyor.