Batılıların korkulu rüyası Türkiye'nin sanayileşmesi idi. Bunu önlemek için elerinden ne geldiyse yaptılar. Türkiye'yi idare edenlere, sürekli şu telkin ve tavsiyede bulundular: "Türkiye bir tarım ülkesidir. Toprağınız verimli, Ortadoğu'nun tarım ambarı, Avrupa'nın meyve ve sebze bahçesi olabilirsiniz. Sizin sanayileşmenize hiç gerek yok. Zaten sanayileşemezsiniz, zira alt yapınız, sermayeniz, yetişmiş insan gücünüz eksiktir."
Aynı telkin ve tavsiyeler Cumhuriyetin kurucusu olan Atatürk'e de yapılmıştı. 1934 yılında ciltler dolusu raporlar hazırlayan yabancı uzmanlar grubu, demir-çelik fabrikaları kurmanın ekonomik olmadığını, Türkiye'nin tonu 41 liradan çeliği, tonu 33 liradan demiri ithal edebileceğini söylüyorlardı. Raporlarda Türkiye'nin demiri 40.5 liraya çeliği 51 liraya mal edebileceği belirtiyordu. Ancak Atatürk, bu tekliflere hiç ama hiç kulak asmadı. Kendi bildiğini okudu. Demir-çelik fabrikalarının temelini attı.
2.Dünya savaşı çıktı. Batı ekonomisi felç oldu. Çeliği 41 liradan satacağı söylenen batılılar, 500 liraya çelik bulamaz hale düştüler.
Ne yazık ki Atatürk'ten sonra Batılıların telkin ve tavsiyeleri Türkiye'de baş tacı edildi. Onlar sanayiye, biz tarıma yöneldik. Tarım yapmak içinde sanayileşmenin şart olduğunu anlayamadık. Tonlarca tarım ürünü ihraç ederek, küçük bir makine almayı marifet ve ticaret saydık. Bu sömürü çarkı yıllarca aleyhimize döndü durdu.
Şimdi batılılar tarımı da beceremediğimizi onu da terk etmemizi söylüyorlar. "Peki biz ne yapacağız?" diye soranlara cevapları hazır: Siz turist ağırlayıcısı olun. Ülkeniz güzel dört mevsim bir arada yaşanıyor. Turizme yönelin zengin olursunuz. Bunun ardından turizmi geliştirmek için turizm alanlarının, yani topraklarımızın yabancılara satılmasını telkin ettiler. Maalesef AKP hükümeti buna da "EVET" dedi.
Topraklarımız gerçekten turizm amaçlı mı satılıyor? Böyle bile olsa toprak satmanın anlamı değişmez, ama gerçek bu değildir. Gerçek satışlarda rol oynayan asıl faktörün strateji olduğudur. Satın alınan topraklara bakanlar, bunu rahatlıkla görebilir.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Yabancı İşler Daire Başkanlığı'nın hazırladığı 14 Temmuz 2004 tarih adli rapor durumun vahim olduğunu, vatan topraklarının parsel parsel satıldığını ortaya koyuyor. Rapora göre; Türkiye'de gayrimenkula yatırım yapan yabancı sayısı 44 bin 740'tır. Satın alınan gayrimenküllerin toplam alanı 273 milyon 408 bin 392 metrekare. 68 Ülkenin vatandaşı Türkiye'den mülk satın aldı. Yabancılara toprak satışları devam ediyor. Yabancıların Türkiye'de mülk edilmesini kolaylaştıran kanun 19 temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe girince,işte böyle oldu.
Bizim bildiğimiz, toprak ve devletin ve bağımsızlığın ayrılmaz parçasıdır. Okullarda ve kışlalarda "ister savaş ister barış /vermem ondan ben bir karış " marşları okuyorduk.
Demek ki bütün bu değerler küreselleşmeye kurban edildi de bizim haberimiz yeni oldu. Sağlık İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu 'da bizim gibi "toprağını satan vatansız kalır" diye haykırıyor ama bilmem sesini yetkililere duyurabilecek mi? Varsın onlar duymasın bu sesi. Duyan ve Sayın Başoğu ile ayni görüşü paylaşanlar az değil. Bunlardan birini ve yaptığını anlamak istiyorum. Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü; 20 Ağustos 2004 tarihinde Trabzon'a gelir ve Akyazı'na ziyaretinde bulunur. Bakanın Trabzon'a geldiğini haber alan 85 yaşındaki Ali Bahadır, Tonya ilçesinden kalkıp Bakan Sami Güçlü'yü Akyazı beldesinde bulur. Ve ona şunları söyler: "Atalarımız bu ülkeyi keten don ile kurtardı .Siz Osmanlının torunları değil misiniz? Bu ülkeyi masa başında satanlar var" herkes Tonyalı Ali Dede kadar duyarlı olsa tepkisini koysa, bu millete hiç kimse turist ağırlayıcılığı rolünü biçemez. Unutmayalım, turist ağırlayıcılığının açık anlamı hizmetçiliktir. Ondan ötesi de esarettir. Bu yolun oraya çıktığını bugünden görelim.
Aynı telkin ve tavsiyeler Cumhuriyetin kurucusu olan Atatürk'e de yapılmıştı. 1934 yılında ciltler dolusu raporlar hazırlayan yabancı uzmanlar grubu, demir-çelik fabrikaları kurmanın ekonomik olmadığını, Türkiye'nin tonu 41 liradan çeliği, tonu 33 liradan demiri ithal edebileceğini söylüyorlardı. Raporlarda Türkiye'nin demiri 40.5 liraya çeliği 51 liraya mal edebileceği belirtiyordu. Ancak Atatürk, bu tekliflere hiç ama hiç kulak asmadı. Kendi bildiğini okudu. Demir-çelik fabrikalarının temelini attı.
2.Dünya savaşı çıktı. Batı ekonomisi felç oldu. Çeliği 41 liradan satacağı söylenen batılılar, 500 liraya çelik bulamaz hale düştüler.
Ne yazık ki Atatürk'ten sonra Batılıların telkin ve tavsiyeleri Türkiye'de baş tacı edildi. Onlar sanayiye, biz tarıma yöneldik. Tarım yapmak içinde sanayileşmenin şart olduğunu anlayamadık. Tonlarca tarım ürünü ihraç ederek, küçük bir makine almayı marifet ve ticaret saydık. Bu sömürü çarkı yıllarca aleyhimize döndü durdu.
Şimdi batılılar tarımı da beceremediğimizi onu da terk etmemizi söylüyorlar. "Peki biz ne yapacağız?" diye soranlara cevapları hazır: Siz turist ağırlayıcısı olun. Ülkeniz güzel dört mevsim bir arada yaşanıyor. Turizme yönelin zengin olursunuz. Bunun ardından turizmi geliştirmek için turizm alanlarının, yani topraklarımızın yabancılara satılmasını telkin ettiler. Maalesef AKP hükümeti buna da "EVET" dedi.
Topraklarımız gerçekten turizm amaçlı mı satılıyor? Böyle bile olsa toprak satmanın anlamı değişmez, ama gerçek bu değildir. Gerçek satışlarda rol oynayan asıl faktörün strateji olduğudur. Satın alınan topraklara bakanlar, bunu rahatlıkla görebilir.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Yabancı İşler Daire Başkanlığı'nın hazırladığı 14 Temmuz 2004 tarih adli rapor durumun vahim olduğunu, vatan topraklarının parsel parsel satıldığını ortaya koyuyor. Rapora göre; Türkiye'de gayrimenkula yatırım yapan yabancı sayısı 44 bin 740'tır. Satın alınan gayrimenküllerin toplam alanı 273 milyon 408 bin 392 metrekare. 68 Ülkenin vatandaşı Türkiye'den mülk satın aldı. Yabancılara toprak satışları devam ediyor. Yabancıların Türkiye'de mülk edilmesini kolaylaştıran kanun 19 temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe girince,işte böyle oldu.
Bizim bildiğimiz, toprak ve devletin ve bağımsızlığın ayrılmaz parçasıdır. Okullarda ve kışlalarda "ister savaş ister barış /vermem ondan ben bir karış " marşları okuyorduk.
Demek ki bütün bu değerler küreselleşmeye kurban edildi de bizim haberimiz yeni oldu. Sağlık İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu 'da bizim gibi "toprağını satan vatansız kalır" diye haykırıyor ama bilmem sesini yetkililere duyurabilecek mi? Varsın onlar duymasın bu sesi. Duyan ve Sayın Başoğu ile ayni görüşü paylaşanlar az değil. Bunlardan birini ve yaptığını anlamak istiyorum. Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü; 20 Ağustos 2004 tarihinde Trabzon'a gelir ve Akyazı'na ziyaretinde bulunur. Bakanın Trabzon'a geldiğini haber alan 85 yaşındaki Ali Bahadır, Tonya ilçesinden kalkıp Bakan Sami Güçlü'yü Akyazı beldesinde bulur. Ve ona şunları söyler: "Atalarımız bu ülkeyi keten don ile kurtardı .Siz Osmanlının torunları değil misiniz? Bu ülkeyi masa başında satanlar var" herkes Tonyalı Ali Dede kadar duyarlı olsa tepkisini koysa, bu millete hiç kimse turist ağırlayıcılığı rolünü biçemez. Unutmayalım, turist ağırlayıcılığının açık anlamı hizmetçiliktir. Ondan ötesi de esarettir. Bu yolun oraya çıktığını bugünden görelim.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018