"Validemin mezarı başında ve Allah'ın huzurunda aht ve peyman (yemin) ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği hâkimiyetin muhafazası ve müdafaası için, icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Hâkimiyeti milliye uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun..."
(Gâzi Mustafa Kemal, 27 Ocak 1923, İzmir'de Annesi Molla Zübeyde Hanımın mezarını ziyareti...)
Bu yemini, "Validem"in yerine, "Şüheda"yı koyarak tekrarlayalım mı?
Yoksa Allah korusun:
Bu kadar kan, boşa mı aktı?
Bu kadar can, nafile verilmiş mi sayılsın?
Bu canlar, biz değil miyiz?
Bu akan kan, bizim değil mi?
Göz gör-göre bu kan kaybıyla can çekişen Türk Milleti değil mi, biz değil miyiz?
Beğler! Efendiler!
"Çarıklı erkân-ı harb" denilen, Abdülhak Hamid'in; "Söylemeyen söylenen millet" diye tarif ettiği ahaliyi, toplumu, halkı, milleti biz duymazsak kim duyacak?
Biz duymazsak, duymayanlara kim duyuracak?
Tarihten ders alabilmemiz için, canımızı acıtan bazı gerçekleri hatırlamak, hatırlatmak gerek!
"93 Harbi" denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından, milli hafızada kalan, ağlanması gerekirken gülümseten, bir fıkra geldi aklıma:
Malum, Rusların ve Haçlı Avrupa'nın şımarttığı Ermeni Taşnak Komitacılar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da vahşice, kahpece, günümüz PKK 'sının yaptığına benzer katliamlar yapmışlardı. Erzurum'un bir yayla kasabasında, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, erkek-kadın onlarca kişilik bir vatandaş gurubunu, bir yere toplamış ve öncelikle genç erkeklerin başlarını bir kütüğe koyarak tek-tek sırayla balta ile kesiyorlar!
Sivil Müslümanların kanı, oluk oluk akıtılıyor!
Gençlerden birisi; "Yahu! Biz bu kadar adamız, bu dığalar üç kişi! Hep birlikte saldırıp silahlarını alalım, çoluk-çocuğumuzu kurtaralım!" Diye bir teklifte bulunur. Esirler içindeki bir âciz korkak; "Akıllı ol! Sıran sav, kurtul! Başımıza iş açma!" diye karşı çıkar! Başının kesilmesiyle sırasını savacak, başına iş almayacak!
Maalesef sanki aynı durumdayız!
Sıramızı susarak bekleyenlerdenmişiz gibi hissediyorum ve zoruma gidiyor!
Bir yıl süren o kanlı savaş sonunda; çok fazla toprak kaybetmişiz. Balkanlardaki nüfuzumuz bitmiş. Balkanlar ve Kafkasya'da 1 milyondan fazla insanımız, mülteci sayılmış, Kaçkın durumuna düşmüş. Savaş süresince ve savaştan sonra Anadolu'ya dev göç dalgaları yaşanmıştı. Ayrıca Batum'da yaşayan Müslüman Lazlar ve Gürcüler de Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmışlardı.
Yani demek istediğim; yüz yıl önce de bu coğrafyada Haçlı Batı'nın zulmüyle muhataptık!
Yüz yıl önce de ölmüş, öldürülmüş; mülteci veya Kaçkın durumuna düşmüştük!
Bu elîm ve vahşi olaylar sonunda; "İbret alınsa tarih, tekerrür mü ederdi?" Diye sorgulayan da biziz; "Tarih değil, aptallıklar tekerrür eder" diyen de...
"Aynı deneylerden farklı sonucu, ancak aptallar bekler" diyerek olanlara münasip bir yeriyle gülen ise bir gâvur!
Aklım kesti keseli, yıllardır; "Doğru zamanda, doğru safta, dosdoğru durmak, akıl-vicdan-îman gereğidir" diye çırpınıp durdum!
Beni, yıllarca safında mücadele verdiğim partiyi, diğerlerinden farkı olmadığını fark ederek terk ettiğim için ihanetle suçlayan, ömürdaşlarım-yoldaşlarım oldu!
Keşke olmasaydı ama oldu, canları sağ olsun!
Şimdi onların büyük bir çoğunluğu da, yaptığımı yapmaya niyetliler ama teşebbüs edemiyorlar!
Çünkü bu memlekette parti değiştirmek, din değiştirmekten çok daha zor! Tecrübe ile sabittir!
O günlere de, bugünlere de şükürler olsun...
Öylesine kuvvetli ve etkili bir algı operasyonu var ki, yıllarca; "Her türlü milliyetçiliği ayakları altına almış bir partiyiz" diyen birinin, "Millî Seferberlik Çağrısı"na koşarak katılmak için, işaret fişeği bekleniyor!
Evet! Armudun sapını, üzümün çöpünü karıştırmadan bu çağrıya icabet gerek!
Çünkü; kaptanın acemiliğinden veya forsanın yeterince kürek çekmeyişinden veya geminin rotasından çıkarılmasından veya bir başka nedenden gemimiz karaya oturdu maalesef!
Gemimiz su alıyor!
Allah korusun Devlet Gemimiz batarsa hepimiz helâk olacağız!
Kaptan köşküne ehil bir Evlâd-ı Vatanı oturtup gemimizi kurtarmak zorundayız!
Beğler!
Biz, Deli İbrahim'e sekiz yıl Cihan İmparatorluğu ettirmiş ve dünyaya fark ettirmemiş bir ırkın ahfadıyız!
"Dinde birlik sağlanmadan millî birlik sağlanamaz! Dinî birlik de ancak Tevhîdin merkezine Ehl-i Beyt'i koymakla ve Hz. Peygamber (s.a.a.)'in, 'Nûh'un Gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen helâk olur' diye tarif ettikleri Ehl-i Beyt Gemisi'ne binmekle mümkündür" diyen, Türk Milletini "KÂİNAT TÜRK DEVLETİ SEFERİ"ne çağıran, rota ve güzergâhı Milli Ekonomi Modeli ve Milli Devlet/Sosyal Devlet projeleriyle bütün dünyaya deklare eden Prof. Dr. Haydar Baş'ı işitmekle yetinmeyip, duymakla mükellefiz...
Millet biziz!
Vatan bizim!
Devlet bizim!
"Tarihi ben mi yazdım, tarih mi beni öğen,
Ben miyim böyle tevekkülle baş eğen?" diye yüz yıl önce sorgulayan şair gibi, sorgulamadan; bütün soruları bizzat kendimize sorup, yine kendimiz cevaplamadan; çare sahibini duyamayız, çaresiz kalan da biz oluruz Allah korusun..
Yeminle söylerim ki; Baş, başa bağlı; BAŞ da Allah'a...
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ Vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
(Gâzi Mustafa Kemal, 27 Ocak 1923, İzmir'de Annesi Molla Zübeyde Hanımın mezarını ziyareti...)
Bu yemini, "Validem"in yerine, "Şüheda"yı koyarak tekrarlayalım mı?
Yoksa Allah korusun:
Bu kadar kan, boşa mı aktı?
Bu kadar can, nafile verilmiş mi sayılsın?
Bu canlar, biz değil miyiz?
Bu akan kan, bizim değil mi?
Göz gör-göre bu kan kaybıyla can çekişen Türk Milleti değil mi, biz değil miyiz?
Beğler! Efendiler!
"Çarıklı erkân-ı harb" denilen, Abdülhak Hamid'in; "Söylemeyen söylenen millet" diye tarif ettiği ahaliyi, toplumu, halkı, milleti biz duymazsak kim duyacak?
Biz duymazsak, duymayanlara kim duyuracak?
Tarihten ders alabilmemiz için, canımızı acıtan bazı gerçekleri hatırlamak, hatırlatmak gerek!
"93 Harbi" denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından, milli hafızada kalan, ağlanması gerekirken gülümseten, bir fıkra geldi aklıma:
Malum, Rusların ve Haçlı Avrupa'nın şımarttığı Ermeni Taşnak Komitacılar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da vahşice, kahpece, günümüz PKK 'sının yaptığına benzer katliamlar yapmışlardı. Erzurum'un bir yayla kasabasında, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, erkek-kadın onlarca kişilik bir vatandaş gurubunu, bir yere toplamış ve öncelikle genç erkeklerin başlarını bir kütüğe koyarak tek-tek sırayla balta ile kesiyorlar!
Sivil Müslümanların kanı, oluk oluk akıtılıyor!
Gençlerden birisi; "Yahu! Biz bu kadar adamız, bu dığalar üç kişi! Hep birlikte saldırıp silahlarını alalım, çoluk-çocuğumuzu kurtaralım!" Diye bir teklifte bulunur. Esirler içindeki bir âciz korkak; "Akıllı ol! Sıran sav, kurtul! Başımıza iş açma!" diye karşı çıkar! Başının kesilmesiyle sırasını savacak, başına iş almayacak!
Maalesef sanki aynı durumdayız!
Sıramızı susarak bekleyenlerdenmişiz gibi hissediyorum ve zoruma gidiyor!
Bir yıl süren o kanlı savaş sonunda; çok fazla toprak kaybetmişiz. Balkanlardaki nüfuzumuz bitmiş. Balkanlar ve Kafkasya'da 1 milyondan fazla insanımız, mülteci sayılmış, Kaçkın durumuna düşmüş. Savaş süresince ve savaştan sonra Anadolu'ya dev göç dalgaları yaşanmıştı. Ayrıca Batum'da yaşayan Müslüman Lazlar ve Gürcüler de Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmışlardı.
Yani demek istediğim; yüz yıl önce de bu coğrafyada Haçlı Batı'nın zulmüyle muhataptık!
Yüz yıl önce de ölmüş, öldürülmüş; mülteci veya Kaçkın durumuna düşmüştük!
Bu elîm ve vahşi olaylar sonunda; "İbret alınsa tarih, tekerrür mü ederdi?" Diye sorgulayan da biziz; "Tarih değil, aptallıklar tekerrür eder" diyen de...
"Aynı deneylerden farklı sonucu, ancak aptallar bekler" diyerek olanlara münasip bir yeriyle gülen ise bir gâvur!
Aklım kesti keseli, yıllardır; "Doğru zamanda, doğru safta, dosdoğru durmak, akıl-vicdan-îman gereğidir" diye çırpınıp durdum!
Beni, yıllarca safında mücadele verdiğim partiyi, diğerlerinden farkı olmadığını fark ederek terk ettiğim için ihanetle suçlayan, ömürdaşlarım-yoldaşlarım oldu!
Keşke olmasaydı ama oldu, canları sağ olsun!
Şimdi onların büyük bir çoğunluğu da, yaptığımı yapmaya niyetliler ama teşebbüs edemiyorlar!
Çünkü bu memlekette parti değiştirmek, din değiştirmekten çok daha zor! Tecrübe ile sabittir!
O günlere de, bugünlere de şükürler olsun...
Öylesine kuvvetli ve etkili bir algı operasyonu var ki, yıllarca; "Her türlü milliyetçiliği ayakları altına almış bir partiyiz" diyen birinin, "Millî Seferberlik Çağrısı"na koşarak katılmak için, işaret fişeği bekleniyor!
Evet! Armudun sapını, üzümün çöpünü karıştırmadan bu çağrıya icabet gerek!
Çünkü; kaptanın acemiliğinden veya forsanın yeterince kürek çekmeyişinden veya geminin rotasından çıkarılmasından veya bir başka nedenden gemimiz karaya oturdu maalesef!
Gemimiz su alıyor!
Allah korusun Devlet Gemimiz batarsa hepimiz helâk olacağız!
Kaptan köşküne ehil bir Evlâd-ı Vatanı oturtup gemimizi kurtarmak zorundayız!
Beğler!
Biz, Deli İbrahim'e sekiz yıl Cihan İmparatorluğu ettirmiş ve dünyaya fark ettirmemiş bir ırkın ahfadıyız!
"Dinde birlik sağlanmadan millî birlik sağlanamaz! Dinî birlik de ancak Tevhîdin merkezine Ehl-i Beyt'i koymakla ve Hz. Peygamber (s.a.a.)'in, 'Nûh'un Gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen helâk olur' diye tarif ettikleri Ehl-i Beyt Gemisi'ne binmekle mümkündür" diyen, Türk Milletini "KÂİNAT TÜRK DEVLETİ SEFERİ"ne çağıran, rota ve güzergâhı Milli Ekonomi Modeli ve Milli Devlet/Sosyal Devlet projeleriyle bütün dünyaya deklare eden Prof. Dr. Haydar Baş'ı işitmekle yetinmeyip, duymakla mükellefiz...
Millet biziz!
Vatan bizim!
Devlet bizim!
"Tarihi ben mi yazdım, tarih mi beni öğen,
Ben miyim böyle tevekkülle baş eğen?" diye yüz yıl önce sorgulayan şair gibi, sorgulamadan; bütün soruları bizzat kendimize sorup, yine kendimiz cevaplamadan; çare sahibini duyamayız, çaresiz kalan da biz oluruz Allah korusun..
Yeminle söylerim ki; Baş, başa bağlı; BAŞ da Allah'a...
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ Vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017