"Felsefi ve şahsi gayret göstermek suretiyle dine hizmette kusursuz hale gelebilmek için Cemaleddin Efgani'ye katılmaya karar vermiştim. Ve düşünce özgürlüğü olduğu kanaatiyle Mısır'a gitmeye karar verdim. Elde etmeyi en çok umduğum şey, M. Abduh'un bu ülkede gerçekleştirmiş olduğu ıslahatların ruhundan, tecrübesinden ve hikmetinden istifade etmektir."
Reşid Rıza "Tarihu'l-Üstadu'l-İmam eş-şeyh M. Abduh" isimli eserinde böyle yazmaktadır. Kendisi Kahire'ye varır varmaz hocasıyla temas kurar. Onu bir gölge gibi izler. Beraber çıkardıkları el-Menar dergisinde yayının başladığı günden itibaren Müslümanların ne itikadi konularda ne de ibadetle ilgili konularda belli bir müçtehidi taklid etmek zorunda olmadıklarını defalarca yazar. Muhammed Abduh'daki liberal modernizm, Reşid Rıza'da muhafazakar modernizm olarak kendini gösterir.
O da üstadı gibi mucizeleri te'vil ve inkar eder. Örneğin Şakk-ı Kamer -Ay Yarılması- mucizesini anlatan Kamer suresindeki "Saat yaklaştı. Ay yarıldı" ayetini "sabah oldu" şeklinde tefsir etmiştir. Konuyla alakalı hadisleri Buhari, Müslim, Tirmizi Ahmed b. Hanbel, İbn Cerir, İbn Münzir, İbn Merdeveyh, Ebu Nuaym, Hakim ve Beyhaki; Hz. Ali'den, İbn Mesud, Huzeyfe, Cubeyr, İbn Ömer, İbn Abbas ve Hz. Enes (r.a.)'dan rivayet etmişlerdir.
Reşid Rıza ise Şakk-ı Kamer ile ilgili bu hadislere şüpheyle yaklaşmıştır (Davudoğlu, a.g.e., sy.117).
Enfal suresi 12. ayetinde geçen; Bedir savaşında, Allah'ın Müslümanlara yardım için gönderdiği meleklerin cihada bizzat katıldığına dair ifadeleri Reşid Rıza farklı ele almıştır. Kur'an'daki Allah'ın meleklere olan "Ey melekler hem o kafirlerin boyunlarının üstüne vurun" hitabını meleklerin cihada bizzat iştirak etmeyip, sadece savaşan Müslümanların ruhlarına karışıp onları moral açısından güçlendirdikleri şeklinde tefsir etmiştir (Reşid Rıza, Tefsiru'l Menar).
Başka bir yerde sahabenin sünnetini Kur'an gibi kalıcı olur endişesiyle yazmadıklarını, kavli sünnetin de belge değerinde olmayacağını, dolayısıyla sıhhatinde şüphe olabileceğini iddia eder. Bu bağlamda Hz. İsa (a.s)'ın ahir zamanda zuhuru, Deccal, Hz. Peygamber (sav)'e büyü yapılması, Mirac v.b. hadiseleri akla ters düştükleri düşüncesiyle inançta delil kabul etmez (Dr. Cüneyt Eren, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler).
Reşid Rıza'nın fikirlerinde üstadı Muhammed Abduh'tan sonra Vehhabiliği Hicaz'da hayata geçiren Şerif Hüseyin'in de etkisi vardır. Kendisiyle 1916 yılında hac esnasında görüşmüştür.
Genel bir değerlendirme
"Yenilenler yenenleri taklid ederler."
- İbn. Haldun-
1800'lü yıllar insanlık tarihinde Avrupa için yüzyıllardan beri Doğuyla olan mücadelesinin final dönemini içermektedir. Bu asra kadar Batı Dünyası; 17. yüzyılda bilim devrimini, 18. yüzyılda sanayi hamlesini gerçekleştirmiş, kendi coğrafyasında bilimi araç edinerek dini reforma tâbi tutmuştur. Temelinde Protestan ahlakın bulunduğu kapitalist bir mantıkla dünyaya yeni bir paradigma geliştirmiştir. Ekonomik, siyasi ve teknolojik gelişmesinin alt yapısını sömürgeciliğe borçlu olan, hatta bu alanda kıtalararası sömürüyü becerebilen Avrupa; 19. yüzyılda İslam aleminin %67'sini yine sömürmek amacıyla işgal etmiştir.
Adeta Haçlı Seferlerinin bir uzantısı özelliğini taşıyan işgal çabalarını sadece askeri ve siyasi bakımdan ele almak yeterli değildir. Çünkü, üstün teknolojiye sahip silahlarıyla beraber buharlı gemileri, elektrikli telgrafları, buharlı lokomotifleri, ellerinde İncil bulunan misyonerleri ve kendilerinden başka bütün medeniyetleri ilkel bulan dünya görüşleriyle varlık göstermektedirler.
Böyle bir manzara karşısında Müslüman dünyasının bir çok düşünürü telaşa kapılmış, içinde bulunduğu karamsar tablonun sorumlusunu aramıştır. Zihinlerde dolaşan en temel soru ise "İslam dünyası neden geri kaldı?" olmuştur. Cevabını farklı kesimlerin değişik açıklamalarla verdiği bu soruya, makaleye konu olan zümre "din yanlış anlaşıldı" diye izah getirmiştir. Batının geldiği noktayı modern bilime, İslam aleminin geri kalmasını Ehl-i Sünnet geleneğine bağlayan modernist ıslahatçılar, çözümü modern bilimle dinin sentezinde bulmuşlardır. Beraberinde ulemayı reddeden hatta gelinen noktanın sorumluluğunu alime yükleyen, İslam'ın anlaşılıp yaşanmasında tarih boyunca hayati önem arzeden mezhep ve meşepleri tenkid eden bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Dinde reformu esas alıp yöntemi ise "Kaynaklara Dönüş" olarak açıklamışlardır. Bu metodda güvenilir tek kaynak olarak Kur'an ile akla ve Kitaba ters düşmeyen Hz. Peygamber (s.a.v)'in Sünneti alınmış geri kalan herşey İslami birikimin dışına itilmiştir. Fakat Kitap ve Sünneti anlama konusunda da bahsi geçen zatlar arasında oluşmuş bir sistematik ya da uzlaşma bulmak da mümkün değildir (Ebubekir Sifil, Modern İslam Düşüncesinin Fikri ve Toplumsal Tahribatı, Altınoulk der., Oc.-Mrt-99).
Modernizmin etkisinde gelişen reform çabalarında başlıca iki konu gözden kaçmıştır. Bunlardan ilki Batı modenizminin ve uzantısı olan Batı bilminin niteliği, diğeri ise İslam toplumunda alimin yeridir.
Bilindiği üzere Ortaçağ Avrupa'sında temel bilgi üretim ve aktarım kurumu kilisedir; amacı da toplumun kilise öğretisine uygun biçimde dönüştürülmesine yardımcı olmaktır. Bu nedenle Hıristiyanlığın esaslarını ve onlara düşülen şerhleri içeren eserler bilgi sıralamasında en üst noktada yer almaktadır.
Öte dünya merkezli ve insanı metafizik amaçlara yönelten Hıristiyan öğretisi yerine, bu dünyayı esas alan, herşeyi bu dünyaya göre planlayan Aydınlanma felsefesi geçince, dini ilkelerden kaynaklanan bilgi işlevini kaybetmeye, dünyevi inanç ve beklentiler ise değer kazanmaya başlamıştır. Böylece gelişen sekülerleşme süreci bilgi hiyerarşisini de alt üst etmiş (Ömer Demir, Bilim Felsefesi, Vadi yay., sy.28) piramidin tepesinde yer alan inanç eksenli bilgi, yerini sadece fiziksel gerçeklik içeren bilimsel bilgiye bırakmıştır.
Ele alınması gereken bir başka husus ise bilimsel bilgiyi üreten modern bilimin karakteridir. Aydınlanma felsefesi sonrasında ortaya çıkan bir ideoloji olarak modernizmin ürettiği modern bilim 19. asırda iki ana düşüncenin etkisindedir. İlki F. Bacon'un (1561-1626) ortaya attığı pozitivizmdir. Buna göre; önyargılardan, zihinsel kurgulardan ve inançlardan arındırılarak salt deney ve gözlem yoluyla elde edilen bilgi güvenilir bilgidir. Diğeri ise; Descartes'in (1596-1650) tanımladığı rasyonalizmdir. Başlıca kaynak olarak insan aklını kabul eden ve iki ayrı evren öngören rasyonalizmde bir tarafta madde yani fiziksel gerçeklik, diğer tarafta fizik ötesi dünya ve kişisel deneyimler yer almaktadır. Bu ayrımla beraber bilimsel alan ile dinsel alanın birbirinden tamamen bağımsız olması arzu edilmektedir. Fakat gelişen süreçte Descartes'in felsefesi dinin akla tâbi olmasını sağlamıştır.