Uzun zaman olmuştu kalemi elime almayalı, kağıda yazı dökmeyeli, sizlerle bir şey paylaşmayalı. Deniyordum olmuyordu. Nasıl anlatmalıydı bunu; tembellik miydi, isteksizlik mi yoksa çaresizlik mi... Yazamıyordum işte, izaha ne gerek var; olmuyordu işte...
Ama yazmalıydım, ne olursa olsun yazmalıydım; sizler için, kendim için. Öyle bir şey ki yazmak; hani konuşursunuz ya hiç durmadan, birikmişsinizdir, anlatır durursunuz... Böyle değil; konuşamadıklarınızı, konuşup da anlatamadıklarınızı yazarsınız. Bir nehir misali akıp giden cümlelerinize takılır gönlünüz, gönlünüzden çağlayan bir nehre dönüşür cümleleriniz.
İşte bunu özlemiştim; bir nehir gibi akmayı ve çağlamayı...
*
O geceydi... Karar vermiştim, yazacaktım.
*
O geceden birkaç gece önceydi. Dostlarla beraberdik. İstanbul'u seyrediyorduk. Geceydi; sanki yıldızların düğünü vardı. Hepsi biraradaydı. Ay da vardı. Yani muhteşem bir İstanbul gecesiydi. Denizde yakamozlar vardı. Ay'ın, yıldızların ve camilerin yakamozları... Camiler birer gerdanlık gibiydi, ışıl ışıldı, herbiri bir tepede İstanbul'u seyrediyorlardı. Biz de onları seyrediyorduk, İstanbul'u seyrediyorduk. Dostlarla beraberdik...
Dostlardan biri "yazmalısın bunu" dedi ve adını "İstanbul'da gece yaşanır" koymalısın. "Olur" dedim sevinçle, "tabii yazarım" diye ekledim. Diğer bir dost katıldı kervana; göğe baktı, İstanbul'a baktı ve "bu şehir kendini böyle affettiriyor" dedi. Mükemmel bir cümleydi. Yazımın konusu belli olmuştu, başlığını ise arkadaşım koymuştu: "Bu şehir kendini böyle affettiriyor". Vakitler ilerlemişti, İstanbul'daydık, dostlarla beraberdik...
*
O geceydi... Karar vermiştim, yazacaktım...
*
Yazacaklarım belliydi. İstanbul'u yazacaktım, dostlarımı yazacaktım, adını ise "bu şehir kendini böyle affettiriyor" koyacaktım...
*
O geceydi... Cümlelerin peşinde yol alalı epey olmuştu. Yazıyordum işte. Hiç durmadan yazıyordum. Sizin için, kendim için yazıyordum. Az kalmıştı, bitmek üzereydi....
Masadan kalktım. Abdest almaya gittim, namaz kılacaktım. Yazıma bir kez daha bakmak istedim...
***
Birden ışıklar yanıp söndü. Sallanmaya başladık. Önce hafifti. Gittikçe şiddeti artıyordu. Hemen çocuklarımın yanına koştum. Şiddetle sallanıyorduk. Çocuklarım uyuyordu. Şiddetle sarsılmaya devam ediyorduk. Çocuklarımı tek tek yataklarından almaya başladım. Deprem devam ediyordu. Mutlak Kudret bütün ihtişamıyla kendini gösteriyordu. Ben âcizdim O Kâdir'di, hanımım âcizdi, O Kâdir'di, çocuklarım âcizdi O Kâdir'di. Deprem devam ediyordu; Mutlak Kudret biz sarsmaya, sallamaya devam ediyordu. Oturduğumuz ev hamur gibi eğilip bükülüyordu, dışarıdan çığlıklar yükseliyordu ve İstanbul Mutlak Kudret'in gücüyle uğulduyordu. O Kâdir'di ben âcizdim, O Allah'tı ben kuldum. Yapılacak tek şey vardı bunu ikrar etmekti: "Lailahe illallah" demekti. Deprem devam ediyordu. Evimiz sallanmaya devam ediyordu. İstanbul sallanıyordu, belki de dünya sallanıyordu. Çocuklarım bana bakıyordu, ben "Lailahe illallah" diyordum...
*
Hiç bitmeyecek sandığım deprem bitmişti. Şimdi sokaklardaydık. İnsanlar korku içindeydi. Sıcacık yuvalarımız şimdi bize düşmandı. İstanbul kapkaranlıktı. Işıl ışıl İstanbul şimdi yalnız yarım kalan yazımın satırlarında kalmıştı.
***
Depremden sağ kurtulduğumuza sevinemedik. Binlerce vatan evladının acısı ile sarsıldık ve ağladık. Ama şuna sevindik; bu vatanın evlatlarındaki yüksek iman şuuruna sevindik. Mutlak Kudret'i tasdik eden, teslim olan kulların varlığına ve çokluğuna sevindik.
Ayrık otlarını da Allah'a havale ettik. Depremin jeolojik görüntüsünün ötesine geçemeyen hakikat yoksunlarını, üçbeş kuruş dünya menfaatini insanlığa tercih edenleri, bu İlahi ikaza aldırmayıp "Belhum Adal"de tepinenleri ve en kötüsü mevcut durumdan siyasi, ticari rant kollayanları... Allah'a havale ettik...
Not: Bu yazı 17 Ağustos 1999 depremi anısına 26 Ağustos 1999 tarihinde kaleme alınmıştır.
Ama yazmalıydım, ne olursa olsun yazmalıydım; sizler için, kendim için. Öyle bir şey ki yazmak; hani konuşursunuz ya hiç durmadan, birikmişsinizdir, anlatır durursunuz... Böyle değil; konuşamadıklarınızı, konuşup da anlatamadıklarınızı yazarsınız. Bir nehir misali akıp giden cümlelerinize takılır gönlünüz, gönlünüzden çağlayan bir nehre dönüşür cümleleriniz.
İşte bunu özlemiştim; bir nehir gibi akmayı ve çağlamayı...
*
O geceydi... Karar vermiştim, yazacaktım.
*
O geceden birkaç gece önceydi. Dostlarla beraberdik. İstanbul'u seyrediyorduk. Geceydi; sanki yıldızların düğünü vardı. Hepsi biraradaydı. Ay da vardı. Yani muhteşem bir İstanbul gecesiydi. Denizde yakamozlar vardı. Ay'ın, yıldızların ve camilerin yakamozları... Camiler birer gerdanlık gibiydi, ışıl ışıldı, herbiri bir tepede İstanbul'u seyrediyorlardı. Biz de onları seyrediyorduk, İstanbul'u seyrediyorduk. Dostlarla beraberdik...
Dostlardan biri "yazmalısın bunu" dedi ve adını "İstanbul'da gece yaşanır" koymalısın. "Olur" dedim sevinçle, "tabii yazarım" diye ekledim. Diğer bir dost katıldı kervana; göğe baktı, İstanbul'a baktı ve "bu şehir kendini böyle affettiriyor" dedi. Mükemmel bir cümleydi. Yazımın konusu belli olmuştu, başlığını ise arkadaşım koymuştu: "Bu şehir kendini böyle affettiriyor". Vakitler ilerlemişti, İstanbul'daydık, dostlarla beraberdik...
*
O geceydi... Karar vermiştim, yazacaktım...
*
Yazacaklarım belliydi. İstanbul'u yazacaktım, dostlarımı yazacaktım, adını ise "bu şehir kendini böyle affettiriyor" koyacaktım...
*
O geceydi... Cümlelerin peşinde yol alalı epey olmuştu. Yazıyordum işte. Hiç durmadan yazıyordum. Sizin için, kendim için yazıyordum. Az kalmıştı, bitmek üzereydi....
Masadan kalktım. Abdest almaya gittim, namaz kılacaktım. Yazıma bir kez daha bakmak istedim...
***
Birden ışıklar yanıp söndü. Sallanmaya başladık. Önce hafifti. Gittikçe şiddeti artıyordu. Hemen çocuklarımın yanına koştum. Şiddetle sallanıyorduk. Çocuklarım uyuyordu. Şiddetle sarsılmaya devam ediyorduk. Çocuklarımı tek tek yataklarından almaya başladım. Deprem devam ediyordu. Mutlak Kudret bütün ihtişamıyla kendini gösteriyordu. Ben âcizdim O Kâdir'di, hanımım âcizdi, O Kâdir'di, çocuklarım âcizdi O Kâdir'di. Deprem devam ediyordu; Mutlak Kudret biz sarsmaya, sallamaya devam ediyordu. Oturduğumuz ev hamur gibi eğilip bükülüyordu, dışarıdan çığlıklar yükseliyordu ve İstanbul Mutlak Kudret'in gücüyle uğulduyordu. O Kâdir'di ben âcizdim, O Allah'tı ben kuldum. Yapılacak tek şey vardı bunu ikrar etmekti: "Lailahe illallah" demekti. Deprem devam ediyordu. Evimiz sallanmaya devam ediyordu. İstanbul sallanıyordu, belki de dünya sallanıyordu. Çocuklarım bana bakıyordu, ben "Lailahe illallah" diyordum...
*
Hiç bitmeyecek sandığım deprem bitmişti. Şimdi sokaklardaydık. İnsanlar korku içindeydi. Sıcacık yuvalarımız şimdi bize düşmandı. İstanbul kapkaranlıktı. Işıl ışıl İstanbul şimdi yalnız yarım kalan yazımın satırlarında kalmıştı.
***
Depremden sağ kurtulduğumuza sevinemedik. Binlerce vatan evladının acısı ile sarsıldık ve ağladık. Ama şuna sevindik; bu vatanın evlatlarındaki yüksek iman şuuruna sevindik. Mutlak Kudret'i tasdik eden, teslim olan kulların varlığına ve çokluğuna sevindik.
Ayrık otlarını da Allah'a havale ettik. Depremin jeolojik görüntüsünün ötesine geçemeyen hakikat yoksunlarını, üçbeş kuruş dünya menfaatini insanlığa tercih edenleri, bu İlahi ikaza aldırmayıp "Belhum Adal"de tepinenleri ve en kötüsü mevcut durumdan siyasi, ticari rant kollayanları... Allah'a havale ettik...
Not: Bu yazı 17 Ağustos 1999 depremi anısına 26 Ağustos 1999 tarihinde kaleme alınmıştır.
Okan Egesel / diğer yazıları
- Hz. İnsan’a… / 20.04.2020
- Koronavirüsten önce, koronavirüsten sonra... / 28.03.2020
- ‘Ben Ali’yim’ / 25.06.2019
- Atatürk keramet sahibi bir veliydi / 10.04.2019
- Çok şükür psikolojimiz yetmiyor! / 13.03.2019
- O günler geliyor, görüyorum / 22.02.2019
- Evet, bu seçim beka seçimidir / 06.02.2019
- Kumpasın arkasındakileri açıklıyorum / 11.01.2019
- Mustafa Kemal’in uçaklarına ne oldu? / 05.01.2019
- Yunan’ın galip gelmesini isteyen hainler / 26.12.2018
- Koronavirüsten önce, koronavirüsten sonra... / 28.03.2020
- ‘Ben Ali’yim’ / 25.06.2019
- Atatürk keramet sahibi bir veliydi / 10.04.2019
- Çok şükür psikolojimiz yetmiyor! / 13.03.2019
- O günler geliyor, görüyorum / 22.02.2019
- Evet, bu seçim beka seçimidir / 06.02.2019
- Kumpasın arkasındakileri açıklıyorum / 11.01.2019
- Mustafa Kemal’in uçaklarına ne oldu? / 05.01.2019
- Yunan’ın galip gelmesini isteyen hainler / 26.12.2018