O, ihtiyacı olduğu için yaratmaz
İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki: "Allah Azze ve Celle, hiçbir şeyi ihtiyacı olduğu için yaratmamıştır. Her zaman sabittir; ne bir şeydedir, ne de bir şeyin üzerindedir. Ama yaratıklar, bazısı bazısını (ayakta) tutuyor, bazısı bazısına giriyor, bazısı da bazısından çıkıyor"
14.10.2023 10:40:00 / Güncelleme: 14.10.2023 10:49:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





Kelam âlimi İmran, İmam Rıza'ya son bir soru daha sordu: "Efendim, Allah'ın sizin vasıflandırdığınız gibi olduğuna şehadet ediyorum. Ama başka bir sorum kaldı."
İmam (a.s): "Ne istersen sor!"
İmran: "Hekim (Allah) nerededir? O'nu bir şey kuşatıyor mu? Bir yerden başka bir yere geçiyor mu veya başka bir şeye ihtiyacı var mı?"
İmam (a.s): "Ey İmran! Sorduğun şeyde iyice düşün; çünkü bu, halkın karşılaştığı en karışık meselelerden biridir. Aklı az ve ilmi olmayanlar bunu anlayamazlar ama insaflı akıllılar onu anlamaktan aciz kalmazlar. Birinci nokta şu ki, eğer Allah Teâlâ mahlûkatı onlara ihtiyacı olduğundan dolayı yaratmış olsaydı o zaman mahlûkatına ihtiyacı olduğundan dolayı onlara doğru hareket ediyor, dememiz caiz olurdu. Ama Allah Azze ve Celle, hiçbir şeyi ihtiyacı olduğu için yaratmamıştır. Her zaman sabittir; ne bir şeydedir, ne de bir şeyin üzerindedir. Ama yaratıklar, bazısı bazısını (ayakta) tutuyor, bazısı bazısına giriyor, bazısı da bazısından çıkıyor. Oysa Allah Teâlâ, kendi kudretiyle bunların hepsini ayakta tutmaktadır; bir şeye girmez, bir şeyden çıkmaz, onları korumak onu yormaz, onları ayakta tutmaktan aciz olmaz. Allah resullerinden, sırrını bilenlerden ve şeriatını koruyanlardan başka mahlûkattan hiç kimse O'nun niteliğini anlayamazlar.
Allah'ın emri bir göz kırpmak veya ondan daha çabuk bir zamanda uygulanır. Bir şeyi istediğinde ona sadece ol der, o da Allah'ın irade ve isteğiyle oluverir. Mahlûkatından hiçbir şey ona başka bir şeyden daha yakın olmadığı gibi, daha uzak da değildir. Ey İmran! Söylediklerimi anladın mı?"
İmran: "Evet efendim, anladım ve tanıklık ediyorum ki şüphesiz Allah Teâlâ, senin açıkladığın ve birliğini vasfettiğin gibidir; yine tanıklık ederim ki Muhammed (s.a.a) O'nun hidayet ve hak dinle gönderilmiş olan kuludur."
İmran daha sonra kıbleye dönerek secde etti ve Müslüman oldu.
Hasan bin Muhammed en-Nevfeli şöyle diyor: "Diğer konuşmacılar aşırı cedel ehli olan ve o ana kadar da hiç kimsenin üstünlük sağlayamadığı İmran-ı Sabbî'yi bu şekilde görünce içlerinden hiç kimse İmam (a.s)'a yaklaşarak soru sorma cesaretini gösteremedi. Derken akşam oldu. Me'mun ve İmam Rıza (a.s) kalkarak içeri gittiler ve halk da dağıldı.
Ben cemaatten birkaçıyla beraberken Muhammed bin Ca'fer beni çağırttı. Yanına gittiğimde şöyle dedi: 'Ey Nevfeli, dostunun ne yaptığını gördün mü? Vallahi Ali bin Mûsa (İmam Rıza)'nın bu konulara musallat olduğunu zannetmiyordum. Biz onu Medine'de kelamdan bahseden veya kelamcıların onun etrafına toplanan biri olarak tanımıyorduk.' Ben şöyle cevap verdim: Hacılar onun yanına gelerek helal ve haramdan sorular sorarlar ve cevabını alırlardı. Bazen de hazretin yanına gelerek münazara eder ve tartışırlardı.
Muhammed bin Ca'fer: 'Ey Ebu Muhammed! Ben o adamın (Memun'un) İmam'a haset ederek zehirleyeceğinden veya başına herhangi bir bela getireceğinden korkuyorum. Ona bu gibi şeylerden sakınmasını söyle' dedi.
Ben ise, 'Sözümü kabul etmez; o adam İmam'ı imtihan etmek ve babalarının ilminden bir şeyler bilip bilmediğini öğrenmek istiyordu' dedim. Muhammed bin Ca'fer, İmam'a şunu söylememi istedi: 'Amcan birtakım şeylerden hoşlanmıyor ve bunlardan sakınmanızı istiyor.'
İmam Rıza (a.s)'ın evine gittiğimde amcasının söylediklerini kendisine ilettim, gülümseyerek şöyle buyurdular: 'Allah amcamı korusun; onlardan neden hoşlanmadıklarını çok iyi biliyorum.' İmam daha sonra hizmetçisine dönerek İmran-ı Sabbi'yi yanına çağırmasını emretti. 'Sana feda olayım, ben onun şu anda nerede olduğunu biliyorum' dedim. İmam (a.s), 'Önemli değil, ona bir binek verin' buyurdular. Ben de İmran'ın yanına giderek onu İmam'ın yanına getirdim. İmam (a.s) ona hoş geldin dedikten sonra elbise istedi ve üzerine giydirdi. Bir binek hayvan ve hediye olarak da on bin dinar para verdi. Ben; 'Sana feda olayım, tıpkı ceddin Emire'l-Müminin gibi davrandın' dedim. İmam (a.s), 'Böyle olmayı seviyorum' buyurdular."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)
İmam (a.s): "Ne istersen sor!"
İmran: "Hekim (Allah) nerededir? O'nu bir şey kuşatıyor mu? Bir yerden başka bir yere geçiyor mu veya başka bir şeye ihtiyacı var mı?"
İmam (a.s): "Ey İmran! Sorduğun şeyde iyice düşün; çünkü bu, halkın karşılaştığı en karışık meselelerden biridir. Aklı az ve ilmi olmayanlar bunu anlayamazlar ama insaflı akıllılar onu anlamaktan aciz kalmazlar. Birinci nokta şu ki, eğer Allah Teâlâ mahlûkatı onlara ihtiyacı olduğundan dolayı yaratmış olsaydı o zaman mahlûkatına ihtiyacı olduğundan dolayı onlara doğru hareket ediyor, dememiz caiz olurdu. Ama Allah Azze ve Celle, hiçbir şeyi ihtiyacı olduğu için yaratmamıştır. Her zaman sabittir; ne bir şeydedir, ne de bir şeyin üzerindedir. Ama yaratıklar, bazısı bazısını (ayakta) tutuyor, bazısı bazısına giriyor, bazısı da bazısından çıkıyor. Oysa Allah Teâlâ, kendi kudretiyle bunların hepsini ayakta tutmaktadır; bir şeye girmez, bir şeyden çıkmaz, onları korumak onu yormaz, onları ayakta tutmaktan aciz olmaz. Allah resullerinden, sırrını bilenlerden ve şeriatını koruyanlardan başka mahlûkattan hiç kimse O'nun niteliğini anlayamazlar.
Allah'ın emri bir göz kırpmak veya ondan daha çabuk bir zamanda uygulanır. Bir şeyi istediğinde ona sadece ol der, o da Allah'ın irade ve isteğiyle oluverir. Mahlûkatından hiçbir şey ona başka bir şeyden daha yakın olmadığı gibi, daha uzak da değildir. Ey İmran! Söylediklerimi anladın mı?"
İmran: "Evet efendim, anladım ve tanıklık ediyorum ki şüphesiz Allah Teâlâ, senin açıkladığın ve birliğini vasfettiğin gibidir; yine tanıklık ederim ki Muhammed (s.a.a) O'nun hidayet ve hak dinle gönderilmiş olan kuludur."
İmran daha sonra kıbleye dönerek secde etti ve Müslüman oldu.
Hasan bin Muhammed en-Nevfeli şöyle diyor: "Diğer konuşmacılar aşırı cedel ehli olan ve o ana kadar da hiç kimsenin üstünlük sağlayamadığı İmran-ı Sabbî'yi bu şekilde görünce içlerinden hiç kimse İmam (a.s)'a yaklaşarak soru sorma cesaretini gösteremedi. Derken akşam oldu. Me'mun ve İmam Rıza (a.s) kalkarak içeri gittiler ve halk da dağıldı.
Ben cemaatten birkaçıyla beraberken Muhammed bin Ca'fer beni çağırttı. Yanına gittiğimde şöyle dedi: 'Ey Nevfeli, dostunun ne yaptığını gördün mü? Vallahi Ali bin Mûsa (İmam Rıza)'nın bu konulara musallat olduğunu zannetmiyordum. Biz onu Medine'de kelamdan bahseden veya kelamcıların onun etrafına toplanan biri olarak tanımıyorduk.' Ben şöyle cevap verdim: Hacılar onun yanına gelerek helal ve haramdan sorular sorarlar ve cevabını alırlardı. Bazen de hazretin yanına gelerek münazara eder ve tartışırlardı.
Muhammed bin Ca'fer: 'Ey Ebu Muhammed! Ben o adamın (Memun'un) İmam'a haset ederek zehirleyeceğinden veya başına herhangi bir bela getireceğinden korkuyorum. Ona bu gibi şeylerden sakınmasını söyle' dedi.
Ben ise, 'Sözümü kabul etmez; o adam İmam'ı imtihan etmek ve babalarının ilminden bir şeyler bilip bilmediğini öğrenmek istiyordu' dedim. Muhammed bin Ca'fer, İmam'a şunu söylememi istedi: 'Amcan birtakım şeylerden hoşlanmıyor ve bunlardan sakınmanızı istiyor.'
İmam Rıza (a.s)'ın evine gittiğimde amcasının söylediklerini kendisine ilettim, gülümseyerek şöyle buyurdular: 'Allah amcamı korusun; onlardan neden hoşlanmadıklarını çok iyi biliyorum.' İmam daha sonra hizmetçisine dönerek İmran-ı Sabbi'yi yanına çağırmasını emretti. 'Sana feda olayım, ben onun şu anda nerede olduğunu biliyorum' dedim. İmam (a.s), 'Önemli değil, ona bir binek verin' buyurdular. Ben de İmran'ın yanına giderek onu İmam'ın yanına getirdim. İmam (a.s) ona hoş geldin dedikten sonra elbise istedi ve üzerine giydirdi. Bir binek hayvan ve hediye olarak da on bin dinar para verdi. Ben; 'Sana feda olayım, tıpkı ceddin Emire'l-Müminin gibi davrandın' dedim. İmam (a.s), 'Böyle olmayı seviyorum' buyurdular."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.