İlk önce Antalya Manavgat'tan sonra Akseki ve sırasıyla Milas, Meşelik, Bodrum, Güvercinlik, Marmaris Selimiye ve diğer güzide şehirlerimizde ormanlarımız kül olurken can kayıpları ve büyük hasarı da beraberinde getirdi.
Son yıllarda artan orman yangınları rant mı yoksa ihmal mi?
Haberleri izliyoruz; yıllar önce yanan/yakılan orman yerine inşa edilmiş olan bir otel, bu son yangın felaketinde alevlere teslim olmuş. Etme bulma dünyası mı dersiniz bilemem ama İlahi adaletin tecellisidir bu.
İşin hukuki boyutunu yokladığımızda akıllara gelen ilk soru: Yanan orman yerine otel yapılabilir mi?,
"Ormanların korunması ve geliştirilmesi" başlığını taşıyan anayasal düzenlemede; yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi devlete aittir, hükmü getirilmiştir (madde/169).
Görüldüğü gibi, yanan ormanların yerinde bırakın otel yapmayı, başka tür tarım ve hayvancılık dahi yapılamaz. Anayasanın bu emredici kuralı ve yasağına rağmen talan sürmekte rant uğruna ormanlarla birlikte hukuk da katledilmektedir.
Olayın hukuki boyutu yanında bir de kültür boyutu vardır. Kültür fukarası olduklarını itiraf eden bu iktidar, koruma kültürüyle barışık olamadığını da bas bas bağırmakta ve göstermektedir.
2019 Yılı Sayıştay Denetim Kurulu Raporu'na göre Çevre Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarını önemsemedi. Yeterli ve etkin denetleme yapmayarak birçok olumsuzluğa izin verdi.
ÇED için başvuran firmalara verilecek cezalar, proje bedelinin yüzde ikisi olarak hesaplandığı için pek çok işletmenin, proje bedelini olması gerekenden düşük beyan ettiği tespit edildi.
Çevre suçları, çevre ceza hukuku yeteri kadara uygulanmadığından, orman yangınından imar katliamına kadar uzanan bir yoğunluk kazanmıştır.
Toplumu ve bireyi felaketlerden korumak devletin görevi ise de acı olan şu ki;
İktidarın tehditleri, sonu gelmez girift düzenlemeleri ve siyaset ve bürokrasinin isteklerine karşı da korunmamız gerekmektedir. Hukuk devletinde çare arayışı bağımsız yargıdan geçer. Ne çare ki bağımsız yargıdan söz edemiyor, hatta hukuk söyleyemiyoruz.
İnsanoğlu var oluşundan beri devletler kurar, devletler yıkar. Günümüzde de dünyada pek çok devlet var. Kiminin geleceğinin sıkıntılı olduğunu gördük ve görüyoruz, kiminin varlığını devam ettirdiğini, kiminin yok olduğunu biliyoruz. Tüm devletleri kuran toplumlardır ancak, onların güçlerini hayata geçirenler bireylerdir. Var olan devletlerin zaman zaman etkin, zaman zaman pasif olduğunu görmekteyiz. Yönetim kademesinin başındaki kişilerin bu konuda önemli rolleri vardır. Elbette çağımızda iktidar dışında kamuoyu oluşturan baskı grupları vardır. Örneğin sivil toplum kuruluşları, muhalefet gibi. Tüm bu kurumlar, siyasal iktidar dahil, bir uzlaşma kültürü içinde hareket etmeye mecburdurlar.
İşte ülkemizde şiddetle ihtiyaç duyduğumuz bir konu da bu uzlaşma kültürüdür. Gel gör ki, baştan söylediğimiz gibi kültür fukarası yöneticiler bırakın uzlaşmayı kavga etmeyi şiar edinmişler. Yargıya, üniversitelere, meslek kuruluşlarına mütecaviz bir dil ve üslûpla tavır alanlar yaşadığımız felaketlerden önce kendileri ders alsınlar, hatalarıyla yüzleşsinler.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023