'Peygamberimiz canlı Kur'an'dır'
Baş
Allah'ın
halifetullah olarak yarattığı ve yeryüzüne gönderdiği insanda, madde ve mânâ
olmak üzere iki yön mevcuttur. İnsanın maddî yönü bedenidir ki, buna zahirî
kalıp da denir. Diğeri, yani mânâ ciheti ise, nefs, ruh, kalb gibi isimler alır
ki; insanın halifetullah sıfatını almasına sebep olan da aslen batınî
yönüdür.
Tarih boyunca insanlığın huzur ve mutluluğunu temin için pekçok iddia sahibi
ortaya çıkmış, değişik görüşler ortaya koymuşlardır. Bunlardan bazıları, insanın
sadece maddî yönüne, bazıları da sırf mânâ yönüne hitap etmek sûretiyle
insanları saadete eriştirmeye çalışmışlar, ancak başarılı olamamışlardır.
Filozoflar, yazarlar, değişik fikir ekollerinin sahipleri, çeşitli ideologlar,
birtakım din kurucuları, bu iddia sahiplerinden bazılarıdır.
Filozoflar, aklın her türlü problemi çözmeye yeteceği fikrini savunarak
insandaki batınî yönü inkâr etmişlerdir. Ancak, duyu organlarının denetimindeki
akıl, bugün pekçok meselenin altından kalkamamaktadır. Kaldı ki, insandaki beş
duyu da tam bir kifayete sahip değildir. Şöyle ki, kulak belli frekansların
altındaki ve üstündeki sesleri duyamamakta; göz, su dolu bir bardağın içindeki
kalemi kırık olarak algılayabilmektedir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Demek ki,
insandaki derin ve büyük sırrı anlayabilme ve onu tam bir mutluluğa kavuşturma
yolunda, tek başına aklın yeterli olduğu iddiası mantıklı
görülememektedir.
Hükümdarlar ve devlet adamları, adaletin ve adaletle hükmetmenin bir gereği
olarak, insanın insanî yönünü ve hislerini, duygularını gözardı etmek
durumundadırlar. Cemiyetlerde asayişi sağlamak için böyle bir işleyiş şarttır.
Ne var ki, bunun neticesi olarak onların nazarında çok yönlü, yani ekmel bir
varlık olan insan, yine tek yönüyle ele alınmış ve ondan bu yolla mutlu olması
beklenmiştir.
Bir de insanı sırf mânâ yönüyle ele alan ve bedenî ihtiyaçlarını, hakiki
saadete erebilmesi için bir engel olarak telakki eden dinler vardı ki,
Uzakdoğu'da doğmuş olan Budizm bunlardan biridir. Günlerce yemeyen, içmeyen,
uyumayan, evlenmeyen ve insanlardan uzak bir hayat süren Budist rahipler,
mutlak hakikate bu yolla varmaya çalışmışlardır.
O mutlak
örnektir
Bütün
bu tek yönlü çabalar, kainatın küçük bir maketi diyebileceğimiz insanı, elbette
mutluluğa kavuşturamamıştır ve kavuşturamaz. İnsana aradığını verebilecek olan
deva, ancak Allah'ın İlahî bir nizamla gönderdiği Hz. Muhammed (a.s.) ve O'nun
getirdiği kural ve kaidelerdir.
Çünkü, Resulûllah (s.a.v.), insanın hem madde, hem de mânâ yönüyle hitap etmek
sûretiyle onu tam bir doyuma kavuşturmuştur. Bir başka deyişle Peygamberimiz,
insanın hem melekî yönünü, hem de beşerî yönünü ele alarak insanı kemâl
mertebesine ulaştırmıştır. Bu bakımdan, O'nun hayatının örnek alınması,
insanlar için yegâne saadet ve kurtuluş yoludur.
Eğer insanlık, buhran ve bunalımlardan kurtulmak istiyorsa, Peygamberimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.)'i, getirdiği İslam'ı uygulayıcı olarak, yani risalet yönü ile
tam mânâsıyla bilmesi ve yaşayışında O'nu taklit edip, rehber edinmesi
zaruridir. Bunu zaruri kılan sebepleri hülasa etmek gerekirse; diyebiliriz
ki:
1. Tarihe mâlolmuş hiçbir insan yoktur ki; Peygamberimiz kadar açık ve seçik
olarak hayatı bilinsin ve de tarihî belgelerle sabit olsun. Sadece
Peygamberimizdir ki hayatının her safhası en ince ayrıntılarına kadar
insanların önüne serilmiştir. O'nun getirdiği İlahî prensipleri kabul
etmeyenler dahi Resulûllah'ın bu tarihî şahsiyetini doğrulamaya mecbur
kalmışlardır. Zaten örnek alınacak insanın hayatının her yönünün ve her
safhasının bilinmesi zaruridir. Binaenaleyh, Peygamberimiz bu yönüyle
insanlığın malumu olan tek şahsiyettir.
2. Tarihin hangi döneminde olursa olsun, tez sahibi insanlar temsil ettikleri
davayı yaşayışlarıyla tam olarak hayatlarına yansıtamamışlardır. Peygamberimiz
ise tebliğ ve tebşir ettiği İslam'ın, en küçük ayrıntısından en büyük
meselesine kadar uygulayıcısı olmuştur. "Yapınız" diye emrettiklerini
kesinlikle önce bizatihi kendi nefsinde uygulamış, "Yapmayınız" diye
yasakladıklarını da, hiçbir şekilde yapmamıştır.
O’nun kemâli
kimseyle mukayese edilemez
Bu
bakımdan Peygamberimiz, "canlı Kur'an”dır. Yani mücerret hakikatler, O'nda
müşahhas hâle gelmiştir. Nitekim bu mânâya işaretle Cenab-ı Hak; "O,
hevâdan konuşmaz. Söylediği şey, kendisine vahyedilenden başka bir şey
değildir" diye buyurmaktadır. Bu sebeple O'nun sözleri mutlak hükümdür.
İnkarı ise mutlak küfürdür. Ve O, kemâli ile mutlak insan-ı kâmildir. Başka bir
tabirle, mutlak insan-ı kâmilden murad, Hz. Fahri Âlem Efendimiz'dir.
Zübde-i Âlem olan Fahri Âlem Efendimiz'in kemâli hiçbir insanın kemâli ile
mukayese edilemeyeceğine göre, kainat, O'nun döneminde en mükemmel devrini
yaşamıştır. Bunun için bu devre Asr-ı Saadet veya Nur Asrı adı verilmiştir.
Yine bu devri yaşayan Ashab'ın örnek hayatı, hiçbir devirde yaşanmamış, Ashab gibi
örnek bir nesli tarih kaydetmemiştir. Bir davanın kemâli, onu tatbik eden
kadronun kemâli ile de özdeştir. Onun içindir ki, sadece Peygamberimiz değil,
O'nun Ashabı da beşerin ulaşması mümkün olmayan makamlara ulaşmışlardır.
3. O'nun Risaleti, diğer peygamberlerinki gibi belli bir kabileye veya millete
müteveccih olmayıp, Kıyamet'e kadar gelecek insanların tümünü şâmil bir
risalettir. O bakımdan, dünyanın neresinde olursa olsun, O'nu duyanlar, koşup
gelmişler ve bu İlahî daveti kabul etmişlerdir. Habeş'ten bir Bilal, İran'dan
Selman-ı Farisî, kendi kavmine mensup bulunanlar ve hatta cinler O'nun davetine
koşup gelmiştir.
O, Rahmeten
li'l-Alemin'dir
Farklı
coğrafyalardan, ayrı ayrı renk ve ırktan, değişik dilleri konuşan insanların
İslam'a fevc fevc akın etmeleri, O'nun bütün âleme geldiğini, bir başka ifade
ile, mesajının evrensel olduğunu ifade eder. Bu yönüyle O, Rahmeten
li'l-Alemin'dir.
Hülasa edersek, vasıflarını saymakla bitiremeyeceğimiz bu yüce insanın
hayatının her zamankinden daha ziyade bilinmesi ve de tatbikata geçirilmesi
lazımdır. Sadece milletimizin değil, bütün insanlığın içinde bulunduğu
buhranlardan kurtulmasının tek yolu, Peygamberimiz Hz. Muhammed'i, hayatın her
safhasına hâkim kılabilmesinden geçer.
Kaldı ki, Allah Resulü’nü günümüze taşımamız lazım gelirken bugün, bunun tam
aksi olarak O, materyalist bir mantıkla algılanmak ve anlatılmak isteniyor.
Mucizelerini, tabii kanunların bir gereğiymiş gibi takdim edenlerin yanında,
mübarek hadislerinin sıhhat derecelerini bile, batılıların iddiasına uygun bir
mantıkla şüpheli bir hâle getirmek isteyenler mevcuttur. Bütün bunlar birtakım
komplekslerin esiri olanların hâlidir.
Günümüzde, bilhassa memleketimizde İslam'ı hümanist bir din anlayış ile ele
alıp takdim etmek isteyenler mevcuttur. Şüphesiz ki bunların Peygamberimiz'e
mâl edecekleri bir örnekleri de yoktur. Sadece bununla kalmayıp, adeta
“Peygamberimiz'e tâbi olmadan da kurtuluş mümkündür” imajını vermeye çalışan
zavallılar türemiştir. Üstelik bunlar ilim adına ortaya çıkmış kimselerdir.