Polonya'da kapitalizme geçiş, Çek Cumhuriyeti, Doğu Almanya ve Romanya'dan farklı olarak daha barışçıl bir ortamda gerçekleşmenin yanısıra, adım adım ve geniş bir zamana yayılarak meydana geldi. Bunda Lech Walesa'nın liderliğini yaptığı sendikal hareket Dayanışma hareketinin (Solidarnoş) katkısı büyük oldu. 4 Haziran 1989 yılında yapılan ilk serbest seçimler, çoğulculuğa ve pazar ekonomisine geçişin dönüm noktasıdır. Seçmenlerin yaklaşık yüzde 90'ı sandık başına giderek komünizme karşı oy kullandılar. Seçimleri kazanan Solidarnoş hareketi siyasi olarak heterojen bir yapıya sahipti. Örneğin Polonya tarihine Komünist olmayan ilk Devlet Başkanı olarak geçen Tadeusz Mazowiecki Katolik bir entellektüeldi ve Solidarnoş hareketine seksenli yıllarda katılmıştı. Ne hükümet partileri ne de halk, muhalefetten birinin ilk kez parlamento sıralarına oturmasına olumsuz tepki göstermedi. Zaten halk 10 yıl önce yürürlüğe giren Savaş Yasası'nın yasaklarından ve mali reform denemelerinin getirdiği krizden bunalmıştı. Ayrıca yüzde 90'ı koyu Katolik olan ve Protestan Rusya'nın hegemonyasında yaşayan Polonyalılar arasında o dönemde Komünizme karşı gerçek bir muhalefet oluşmamıştı.
Komünistler komünizmin kaldırılması için onay verdiler
Tarihci Klaus Bachmann, bu yıl yayınlanan "Polonya'da saatler farlı işler" adlı kitabında ülkenin serbest piyasa ekonomisine geçişini şöyle özetliyor:
"Örneğin Polonya'da kapitalist sistemin kabulü ile ilgili parlamento oylaması yapılırken Komünistler çoğunluktaydı ve oylarını pazar ekonomisinden yana kullandılar. Yani Komünistler komünizmin kaldırılması için onay verdiler. Bu, yeni bir sisteme geçişin çatışmasız, kavgasız gürültüsüz sürmesini sağladı. Tabii bazıları özellikle durgunluk ve işsizlik hakim olduğunda ayak diremeye çalıştılar ama bu sefer de başka siyasetçiler çıkıp yeni vaadlerde bulundular. İktidara gelene kadar işsizliği azaltacakları, ekonomik sorunları çözeceklerine dair sözler verdiler. Sonra halk bunları seçti, bunlar da sözlerinde durmadılar. Daha sonra, yine hiçbir şeyi değiştiremeyen yenileri geldi. Bu durum halkın oy vereceği yeni bir parti kalmayana kadar sürdü."
Ülke Batıya açılınca,
dengeler bozuldu
1993 yılında, pazar ekonomisi ve özelleştirmeyi sona erdirme sözü verip bu doğrultuda bir arpa boyu yol alamayan Komünistlerin iktidara gelmesi ve düşmesi Polonya'da siyasi dönüşümün temellerinin sağlam atıldığının en bariz örneği. Bu Doğu Avrupa ülkesi artık Anglosakson bir yönetim biçimine ve uzlaşmacı demokrasiye doğru yelken açmıştı. Bir taraftan Amerika'nın monaterist para politikası yerleşirken, sendikalar da gücünü yitirmeye başladı. Şirketlerinden pay almaya başlayan işçilerin borsaya olan ilgisi komşu ülke Almanya'dakiyle karşılaştırılmayacak kadar büyüktü. Parti manifestolarını çek defteriyle değiştiren eski komünistlerin pazar ekonomisi, demokrasi ve hukuk devleti ile barışması, geçmişleri irdelenmediği için kolay oldu. Halk da doksanlı yılların ortasında dönüşümle başlayan reformların meyvelerini toplamaya başladı. Tarım Partisi iktidara geldiğinde yaşanan ekonomik patlamayla işsizlik ve bir zamanlar % 500'lere varan enflasyon ikili rakamlara düşerek, büyüme oranı % 7'nin üzerine çıkmıştı. Ayrıca Polonya bir anda yabancı sermaye ve AB'nin ilgi odağı oldu. Uzun bir durgunluk döneminden çıkan Polonya halkı ilk defa özelleştirme ve pazar ekonomisinin işsizlik ve gelecek korkusundan ibaret olmadığı, daha fazla ücret, refah ve iyimserlik anlamına geldiğini farketti.
İşsizlik yüzde 30'larda
Polonya'da tarım alanında yapılan bütün bu girişimlere rağmen işsizlik oranı yüzde 30'larda. Tarım ürünlerinin kalitesinin hala orta düzeyde olması, artan maliyetler ve sermaye kıtlığı, tarım işçileri başka alanlara kaydırılamazsa, bu oranın artacağının işareti. İşsiz Polonyalılar'ın ülkelerine gelmesinden korkan Almanya ve Avusturya tam üyeliğe geçildiğinde işgücü dolaşımının en az 7 yıl sınırlandırılmasını istiyor. Avrupa Komisyonu'nun öngördüğü süre ise 5 yıl. Polonya şu ana kadar, serbest dolaşımın tam üyelikle birlikte sağlanmasında direniyor. Polonya'nın elindeki koz ise yabancılara gayrimenkul ve arazi satışının 18 yıl sonra başlatılması talebi. Başta İspanya olmak üzere, hala AB'nin yapısal fonlarından yararlanan üye ülkeler de bu yardımların devam etmemesi durumunda uzlaşmaya yanaşmayacağı tehdidinde bulunuyorlar. Durum böyle kızışmışken Varşova da taviz verip vermeme konusunda kararsız.
İşgücünün serbest dolaşımında yoğunlaşan tartışmalar yeniden genişlemenin uzayıp uzamayacağı sorununu gündeme getirdi. Müzakereleri süren bazı aday ülkelerin beklemeyiz demelerine rağmen Polonya'nın gösterdiği ısrarcı tavır 18. yüzyıldan kalma ön yargıları yeniden ısıttı. Fransa ve İngiltere gibi bazı AB ülkelerinde yaklaşan seçimler nedeniyle, halkın milliyetçilik duygusunu zedelememek için genişleme ile ilgili tartışmalar hasır altı edilirken, Polonya, ikinci sınıf üye olmaktansa AB'ye geç girme pahasına sıkı pazarlık etmekten yana. Çünkü Sosyalist rejimi görmeselerdi, çoktan AB üyesi ve tam bir Avrupalı olduklarına inanan Polonyalılar, Rusya, Prusya ve Avusturya'ya bölündüğünden bu yana hegemonyasız yaşayamaz imajını ancak böyle düzelteceğini düşünüyorlar. Aslında Polonya'nın hem AB üyeliğinde, hem sermaye aktarımında başı çeken hem de bazı projeler aracılığı ile ülkeye özellikle eğitim yardımında bulunan Almanya ön yargıları aşmak konusunda pek fazla titiz değil. Yeni yayınlanan ve "AB'de bir genişleme mi birleşme mi yaşanıyor?" sorusuna cevap arayan tarihçi Bachmann, tanık olduğu bir ön yargının altını çiziyor.
"Almanya'da özellikle kişinin nereden geldiğine bakılıyor. İsveç'li misin, Yugoslavya, Polonya ya da Türk misin ona göre davranılıyor. Hiç unutmam bir keresinde Almanya'da trenden inen bütün Polonyalılar toplandı ve 'kaçaktır' diye tekrar bindirilip geri geri gönderildi. Üstelik kaçak olup olmadıklarinı kontrol etmeye bile gerek görmediler."
Evet Avrupa genişliyor, gelişiyor, büyüyor. Biz ekonomik ve siyasi gelişmelerden sözediyoruz ama madalyonun bir de öteki yüzü var. Klaus Bachmann'ın altını çizdiği ön yargılarla dolu çetrefilli öteki yüzü.
AB karşıtlığı yaygınlaşıyor
Bugüne dönersek, son birkaç yıldır, ilk dönemde yaşanan refah ve iyimserliğin üzerinde adeta kara bulutlar dolaşıyor. Seçimler yaklaşır, AB üyeliğine giden yol uzarken halk arasındaki merak ve huzursuzluk da artıyor. Hala Polonyalılar'ın büyük bir bölümü AB'den yana tavır gösterirken, Birlik karşıtlarının sayısının arttığı da gözden kaçmayan bir gerçek. Son kamuoyu yoklamalarına göre, Polonya halkının % 54'ü ülkelerinin AB'ye tam üyeliğinden Birliğin karlı çıkacağını düşünürken, tersini savunanların oranı sadece % 6. Ayrıca her üç Polonyalı'dan ikisi de ikinci sınıf üye olmaktansa müzakerelerin uzun ama çetin geçmesinden yana. Polonya'da AB'ye en az sempati duyanlar çiftçiler. Birkaç yıl öncesine kadar 12 milyon Polonyalı az ya da çok tarımla ilişkiliydi. Son yıllarda bu sayıda önemli bir azalma olmasına rağmen, AB kaynaklarına göre halkın hala % 18'i, Polonya kaynaklarına göre de % 27'si tarımdan geçiniyor. Fakat yapılan yeni istatistikler olumlu sonuç verse de bu, ülkenin tarım konusunda yaşadığı sıkıntıyı azaltmıyor. Avrupa Komisyonu'nun son raporuna göre, geçtiğimiz yıl tarım alanındaki üretim % 3,7 oranında gerilemiş. Ayrıca su, kanalizasyon, çöp arıtımı gibi hizmetler kırsal bölgelerde şehirler ile karşılaştırılamayacak kadar kötü. Buna bir de çitçilerin eğitimsizliği eklenirse AB'nin kriterlerine uyum sağlamak adeta karabasana dönüşüyor. Öte yandan Polonyalı çiftçiler AB'ye uyum sağlamak konusunda yeterince bilinçli ve egitimli değiller, üstelik çoğu yaşlı. Genç olanlar çoktan kentlere göçüp kendilerine yeni bir yaşam kurmuşlar. Bir bölümü de yarı çiftçi yarı işçi konumunda. Bunlar el sanatları, esnaflık gibi işlerden para kazanıyorlar.
Komünistler komünizmin kaldırılması için onay verdiler
Tarihci Klaus Bachmann, bu yıl yayınlanan "Polonya'da saatler farlı işler" adlı kitabında ülkenin serbest piyasa ekonomisine geçişini şöyle özetliyor:
"Örneğin Polonya'da kapitalist sistemin kabulü ile ilgili parlamento oylaması yapılırken Komünistler çoğunluktaydı ve oylarını pazar ekonomisinden yana kullandılar. Yani Komünistler komünizmin kaldırılması için onay verdiler. Bu, yeni bir sisteme geçişin çatışmasız, kavgasız gürültüsüz sürmesini sağladı. Tabii bazıları özellikle durgunluk ve işsizlik hakim olduğunda ayak diremeye çalıştılar ama bu sefer de başka siyasetçiler çıkıp yeni vaadlerde bulundular. İktidara gelene kadar işsizliği azaltacakları, ekonomik sorunları çözeceklerine dair sözler verdiler. Sonra halk bunları seçti, bunlar da sözlerinde durmadılar. Daha sonra, yine hiçbir şeyi değiştiremeyen yenileri geldi. Bu durum halkın oy vereceği yeni bir parti kalmayana kadar sürdü."
Ülke Batıya açılınca,
dengeler bozuldu
1993 yılında, pazar ekonomisi ve özelleştirmeyi sona erdirme sözü verip bu doğrultuda bir arpa boyu yol alamayan Komünistlerin iktidara gelmesi ve düşmesi Polonya'da siyasi dönüşümün temellerinin sağlam atıldığının en bariz örneği. Bu Doğu Avrupa ülkesi artık Anglosakson bir yönetim biçimine ve uzlaşmacı demokrasiye doğru yelken açmıştı. Bir taraftan Amerika'nın monaterist para politikası yerleşirken, sendikalar da gücünü yitirmeye başladı. Şirketlerinden pay almaya başlayan işçilerin borsaya olan ilgisi komşu ülke Almanya'dakiyle karşılaştırılmayacak kadar büyüktü. Parti manifestolarını çek defteriyle değiştiren eski komünistlerin pazar ekonomisi, demokrasi ve hukuk devleti ile barışması, geçmişleri irdelenmediği için kolay oldu. Halk da doksanlı yılların ortasında dönüşümle başlayan reformların meyvelerini toplamaya başladı. Tarım Partisi iktidara geldiğinde yaşanan ekonomik patlamayla işsizlik ve bir zamanlar % 500'lere varan enflasyon ikili rakamlara düşerek, büyüme oranı % 7'nin üzerine çıkmıştı. Ayrıca Polonya bir anda yabancı sermaye ve AB'nin ilgi odağı oldu. Uzun bir durgunluk döneminden çıkan Polonya halkı ilk defa özelleştirme ve pazar ekonomisinin işsizlik ve gelecek korkusundan ibaret olmadığı, daha fazla ücret, refah ve iyimserlik anlamına geldiğini farketti.
İşsizlik yüzde 30'larda
Polonya'da tarım alanında yapılan bütün bu girişimlere rağmen işsizlik oranı yüzde 30'larda. Tarım ürünlerinin kalitesinin hala orta düzeyde olması, artan maliyetler ve sermaye kıtlığı, tarım işçileri başka alanlara kaydırılamazsa, bu oranın artacağının işareti. İşsiz Polonyalılar'ın ülkelerine gelmesinden korkan Almanya ve Avusturya tam üyeliğe geçildiğinde işgücü dolaşımının en az 7 yıl sınırlandırılmasını istiyor. Avrupa Komisyonu'nun öngördüğü süre ise 5 yıl. Polonya şu ana kadar, serbest dolaşımın tam üyelikle birlikte sağlanmasında direniyor. Polonya'nın elindeki koz ise yabancılara gayrimenkul ve arazi satışının 18 yıl sonra başlatılması talebi. Başta İspanya olmak üzere, hala AB'nin yapısal fonlarından yararlanan üye ülkeler de bu yardımların devam etmemesi durumunda uzlaşmaya yanaşmayacağı tehdidinde bulunuyorlar. Durum böyle kızışmışken Varşova da taviz verip vermeme konusunda kararsız.
İşgücünün serbest dolaşımında yoğunlaşan tartışmalar yeniden genişlemenin uzayıp uzamayacağı sorununu gündeme getirdi. Müzakereleri süren bazı aday ülkelerin beklemeyiz demelerine rağmen Polonya'nın gösterdiği ısrarcı tavır 18. yüzyıldan kalma ön yargıları yeniden ısıttı. Fransa ve İngiltere gibi bazı AB ülkelerinde yaklaşan seçimler nedeniyle, halkın milliyetçilik duygusunu zedelememek için genişleme ile ilgili tartışmalar hasır altı edilirken, Polonya, ikinci sınıf üye olmaktansa AB'ye geç girme pahasına sıkı pazarlık etmekten yana. Çünkü Sosyalist rejimi görmeselerdi, çoktan AB üyesi ve tam bir Avrupalı olduklarına inanan Polonyalılar, Rusya, Prusya ve Avusturya'ya bölündüğünden bu yana hegemonyasız yaşayamaz imajını ancak böyle düzelteceğini düşünüyorlar. Aslında Polonya'nın hem AB üyeliğinde, hem sermaye aktarımında başı çeken hem de bazı projeler aracılığı ile ülkeye özellikle eğitim yardımında bulunan Almanya ön yargıları aşmak konusunda pek fazla titiz değil. Yeni yayınlanan ve "AB'de bir genişleme mi birleşme mi yaşanıyor?" sorusuna cevap arayan tarihçi Bachmann, tanık olduğu bir ön yargının altını çiziyor.
"Almanya'da özellikle kişinin nereden geldiğine bakılıyor. İsveç'li misin, Yugoslavya, Polonya ya da Türk misin ona göre davranılıyor. Hiç unutmam bir keresinde Almanya'da trenden inen bütün Polonyalılar toplandı ve 'kaçaktır' diye tekrar bindirilip geri geri gönderildi. Üstelik kaçak olup olmadıklarinı kontrol etmeye bile gerek görmediler."
Evet Avrupa genişliyor, gelişiyor, büyüyor. Biz ekonomik ve siyasi gelişmelerden sözediyoruz ama madalyonun bir de öteki yüzü var. Klaus Bachmann'ın altını çizdiği ön yargılarla dolu çetrefilli öteki yüzü.
AB karşıtlığı yaygınlaşıyor
Bugüne dönersek, son birkaç yıldır, ilk dönemde yaşanan refah ve iyimserliğin üzerinde adeta kara bulutlar dolaşıyor. Seçimler yaklaşır, AB üyeliğine giden yol uzarken halk arasındaki merak ve huzursuzluk da artıyor. Hala Polonyalılar'ın büyük bir bölümü AB'den yana tavır gösterirken, Birlik karşıtlarının sayısının arttığı da gözden kaçmayan bir gerçek. Son kamuoyu yoklamalarına göre, Polonya halkının % 54'ü ülkelerinin AB'ye tam üyeliğinden Birliğin karlı çıkacağını düşünürken, tersini savunanların oranı sadece % 6. Ayrıca her üç Polonyalı'dan ikisi de ikinci sınıf üye olmaktansa müzakerelerin uzun ama çetin geçmesinden yana. Polonya'da AB'ye en az sempati duyanlar çiftçiler. Birkaç yıl öncesine kadar 12 milyon Polonyalı az ya da çok tarımla ilişkiliydi. Son yıllarda bu sayıda önemli bir azalma olmasına rağmen, AB kaynaklarına göre halkın hala % 18'i, Polonya kaynaklarına göre de % 27'si tarımdan geçiniyor. Fakat yapılan yeni istatistikler olumlu sonuç verse de bu, ülkenin tarım konusunda yaşadığı sıkıntıyı azaltmıyor. Avrupa Komisyonu'nun son raporuna göre, geçtiğimiz yıl tarım alanındaki üretim % 3,7 oranında gerilemiş. Ayrıca su, kanalizasyon, çöp arıtımı gibi hizmetler kırsal bölgelerde şehirler ile karşılaştırılamayacak kadar kötü. Buna bir de çitçilerin eğitimsizliği eklenirse AB'nin kriterlerine uyum sağlamak adeta karabasana dönüşüyor. Öte yandan Polonyalı çiftçiler AB'ye uyum sağlamak konusunda yeterince bilinçli ve egitimli değiller, üstelik çoğu yaşlı. Genç olanlar çoktan kentlere göçüp kendilerine yeni bir yaşam kurmuşlar. Bir bölümü de yarı çiftçi yarı işçi konumunda. Bunlar el sanatları, esnaflık gibi işlerden para kazanıyorlar.