Müslüman'ın inancı da, dünyası da Peygamber'siz (s.a.v) tamam olması asla mümkün değildir. Ayetlerin ışığında bakıldığında Resûlullah'ın (s.a.v) gerek ferdi ve gerekse toplumsal ahlak ve hayatını, kendi ferdi ve sosyal hayatının temeline yerleştirmeyen Müslüman'ın inancı da sosyal hayatı da, Yüce Rabbimizin istediği manada olmadığı gün gibi ortaya çıkacaktır.
Öncelikle bu tür bir zihniyetin açılımını yapmakta fayda var. Peygamber'siz (s.a.v) dinin yaşanılabileceğini düşünme, seslendirme ve savunma konusunda, seslendirilmeyen cümlelerde şunları okumak mümkündür:
Haşa! "Allah'ım sen yanlış yaptın. Kitabı bize aracısız gönderseydin ya. Fotokopi yoluyla çoğaltır, insanlara ulaştırırdık. Kendini de, Muhammed'i de boşuna yordun. Ben seni ve Kur'an'ı tanırım. Muhammed, dönemini tamamlamıştır. Kur'an elimizde. Kendisine teşekkür ederiz. Boşuna uğraşmışsın. Yine de sağol."
O kadar da değil dediğinizi duyar gibiyim. Ama maalesef çok değil, aynen böyle. Daha çok şey yazılabilir. Fakat konuyu izah için yeterli olacağını düşünüyorum. Bu zihniyete sahip kişi, şekli, sözü, dini ve milliyeti ne olursa olsun, İslam dairesinin dışındadır. Başka, batıl din ve kişiler adına gayret gösteren bir elemandır. Zaten, Kur'an bana yeter diyen kişinin samimi olması mümkün değildir. Çünkü Kur'an'a inanan kişi, Allah'a ve Resulüne inanıyor demektir. Bu, Yüce Allah'ın Kur'an'daki emri, Resûlullah (s.a.v) uygulamasıdır.
Bu fikir yıllardır ülkemizde, yakın zamanda özellikle Ortadoğu İslam coğrafyasında seslendirilen "Diyalog", "Medeniyetler İttifakı" ve "Büyük Ortadoğu Projesi"nin ürünüdür. Bu gayretin hedefinde dini ve milli bütünlük ve kültürümüz vardır. Dini ve milli bütünlük adına ne varsa sulandırmaktır asıl hedef. Çünkü bu iki konuyu sulandırmak Türk milletine hakim olmak, istediği gibi yönlendirmek demektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)'i örnek almamızı, O'na benzememizi, O'nun rengine bürünmemizi, O'nun emir ve yasaklarını, Allah'ın emir ve yasakları gibi yerine getirmemizi, mutlak itaat ve teslimiyetimizi, sevgi ve muhabbet beslememizi bizzat Rabbimiz emreder.
Yeri gelmişken bu ayetlerden bir kaçına göz atalım.
Ahzap suresinin yirmi birinci ayeti, Resûllulah'ın (s.a.v) Müslümanlar için güzel örnek olduğunu vurgular: "Allah'ı ve ahiret gününü arzulayan ve Allah'ı çok zikredenler için, siz müminler için Allah'ın Resûlünde pek güzel örnekler vardır." Allah'ı ve ahiret mutluluğunu istiyorsanız Resûlüme bakın diyor Allah'ü Teâlâ. Müslüman'ın bundan büyük bir talebi var mıdır?
Resûlullah 'ın (s.a.v) emir ve hükümlerine tam bir teslimiyet göstermek imanın gereğidir. Tereddüt göstermeden ve soru işareti koymadan boyun eğmektir aslolan.
Nisa suresi altmış beşinci ayetinin bu konuya açıklık getirdiğini görürüz : "Rabbinin adına yemin olsun ki, onlar aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni hakem kılmadıkça, sonra da içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan senin verdiğin hükme tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, asla iman etmiş olmazlar."
Müslüman'ın en büyük hedefi Yüce Rabbimizin sevgisine ve affına mazhar olmaktır. Sağlandığı takdirde bundan daha büyük bir nimet mi var? Rabbimiz burada da hemen Peygamber Efendimizin (s.a.v) kapısını gösteriyor. Mukaddes kitabımızı açtığımızda Alî İmran suresinin otuz birinci ayeti çıkar karşımıza ve yönlendirir:
"Deki Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." Bu ayet doğrultusunda Yüce Allah'ın af ve sevgisinin Peygamber ocağından geçtiğini görürüz.
Biz Müslümanlar, dünyadaki bütün gayretimiz Yüce Allah'ın sevgi ve affına mazhar, Resûlullah'ın (s.a.v) şefaatine nail olmaktır. Bu iki mutluluğu yaşayan kişi salih bir 'kul' dur. Salih kul için ise ahirette mahzun olmak yoktur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) dinde hüküm koyucudur. Bu yetki kendisine Yüce Allah tarafından verilmiştir. İnsana ne oluyor ki haddini aşıyor? Sınırları zorlayan bu fikir ve düşüncenin, Müslüman'ın ne dilinde, ne kalbinde ve ne de dünyasında yer bulması mümkündür. Peki nerede yer eder?.. Tabi ki İslam ve Müslüman düşmanlarında. Öyleyse, bu şekil söz ve tavırda bulunanlara bu gözle bakmak ve aynı yöntemle cevap vermek Müslüman'ın asli görevleri arasındadır. Çünkü her konuda olduğu gibi bu konunda da örneğimiz ve rehberimiz Hz. Peygamberimiz'dir (s.a.v). Resûlullah'ın (s.a.v) baki âleme göçünden sonra ise bu emanet, O'nun Ehl-i Beyt'i ve pak nesline teslim edilmiştir.
Ne mutlu O nesli takip eden ve beraber olanlara. Rabbim şefaatlerinden ayırmasın. Âmin?
Öncelikle bu tür bir zihniyetin açılımını yapmakta fayda var. Peygamber'siz (s.a.v) dinin yaşanılabileceğini düşünme, seslendirme ve savunma konusunda, seslendirilmeyen cümlelerde şunları okumak mümkündür:
Haşa! "Allah'ım sen yanlış yaptın. Kitabı bize aracısız gönderseydin ya. Fotokopi yoluyla çoğaltır, insanlara ulaştırırdık. Kendini de, Muhammed'i de boşuna yordun. Ben seni ve Kur'an'ı tanırım. Muhammed, dönemini tamamlamıştır. Kur'an elimizde. Kendisine teşekkür ederiz. Boşuna uğraşmışsın. Yine de sağol."
O kadar da değil dediğinizi duyar gibiyim. Ama maalesef çok değil, aynen böyle. Daha çok şey yazılabilir. Fakat konuyu izah için yeterli olacağını düşünüyorum. Bu zihniyete sahip kişi, şekli, sözü, dini ve milliyeti ne olursa olsun, İslam dairesinin dışındadır. Başka, batıl din ve kişiler adına gayret gösteren bir elemandır. Zaten, Kur'an bana yeter diyen kişinin samimi olması mümkün değildir. Çünkü Kur'an'a inanan kişi, Allah'a ve Resulüne inanıyor demektir. Bu, Yüce Allah'ın Kur'an'daki emri, Resûlullah (s.a.v) uygulamasıdır.
Bu fikir yıllardır ülkemizde, yakın zamanda özellikle Ortadoğu İslam coğrafyasında seslendirilen "Diyalog", "Medeniyetler İttifakı" ve "Büyük Ortadoğu Projesi"nin ürünüdür. Bu gayretin hedefinde dini ve milli bütünlük ve kültürümüz vardır. Dini ve milli bütünlük adına ne varsa sulandırmaktır asıl hedef. Çünkü bu iki konuyu sulandırmak Türk milletine hakim olmak, istediği gibi yönlendirmek demektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)'i örnek almamızı, O'na benzememizi, O'nun rengine bürünmemizi, O'nun emir ve yasaklarını, Allah'ın emir ve yasakları gibi yerine getirmemizi, mutlak itaat ve teslimiyetimizi, sevgi ve muhabbet beslememizi bizzat Rabbimiz emreder.
Yeri gelmişken bu ayetlerden bir kaçına göz atalım.
Ahzap suresinin yirmi birinci ayeti, Resûllulah'ın (s.a.v) Müslümanlar için güzel örnek olduğunu vurgular: "Allah'ı ve ahiret gününü arzulayan ve Allah'ı çok zikredenler için, siz müminler için Allah'ın Resûlünde pek güzel örnekler vardır." Allah'ı ve ahiret mutluluğunu istiyorsanız Resûlüme bakın diyor Allah'ü Teâlâ. Müslüman'ın bundan büyük bir talebi var mıdır?
Resûlullah 'ın (s.a.v) emir ve hükümlerine tam bir teslimiyet göstermek imanın gereğidir. Tereddüt göstermeden ve soru işareti koymadan boyun eğmektir aslolan.
Nisa suresi altmış beşinci ayetinin bu konuya açıklık getirdiğini görürüz : "Rabbinin adına yemin olsun ki, onlar aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni hakem kılmadıkça, sonra da içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan senin verdiğin hükme tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, asla iman etmiş olmazlar."
Müslüman'ın en büyük hedefi Yüce Rabbimizin sevgisine ve affına mazhar olmaktır. Sağlandığı takdirde bundan daha büyük bir nimet mi var? Rabbimiz burada da hemen Peygamber Efendimizin (s.a.v) kapısını gösteriyor. Mukaddes kitabımızı açtığımızda Alî İmran suresinin otuz birinci ayeti çıkar karşımıza ve yönlendirir:
"Deki Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." Bu ayet doğrultusunda Yüce Allah'ın af ve sevgisinin Peygamber ocağından geçtiğini görürüz.
Biz Müslümanlar, dünyadaki bütün gayretimiz Yüce Allah'ın sevgi ve affına mazhar, Resûlullah'ın (s.a.v) şefaatine nail olmaktır. Bu iki mutluluğu yaşayan kişi salih bir 'kul' dur. Salih kul için ise ahirette mahzun olmak yoktur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) dinde hüküm koyucudur. Bu yetki kendisine Yüce Allah tarafından verilmiştir. İnsana ne oluyor ki haddini aşıyor? Sınırları zorlayan bu fikir ve düşüncenin, Müslüman'ın ne dilinde, ne kalbinde ve ne de dünyasında yer bulması mümkündür. Peki nerede yer eder?.. Tabi ki İslam ve Müslüman düşmanlarında. Öyleyse, bu şekil söz ve tavırda bulunanlara bu gözle bakmak ve aynı yöntemle cevap vermek Müslüman'ın asli görevleri arasındadır. Çünkü her konuda olduğu gibi bu konunda da örneğimiz ve rehberimiz Hz. Peygamberimiz'dir (s.a.v). Resûlullah'ın (s.a.v) baki âleme göçünden sonra ise bu emanet, O'nun Ehl-i Beyt'i ve pak nesline teslim edilmiştir.
Ne mutlu O nesli takip eden ve beraber olanlara. Rabbim şefaatlerinden ayırmasın. Âmin?
Hüseyin Emanet / diğer yazıları
- Lütfen kütüphanenizin ayarlarıyla oynayın / 20.12.2017
- İnanıyorsak bakalım kendimize / 24.11.2017
- Derdimiz dert etmeye değer mi? / 17.11.2017
- Sünnetullah hiç değişmedi / 15.07.2017
- Galiba kendimizi kandırıyoruz / 19.05.2017
- Kutlu Doğumu kutlu yapmak / 28.04.2017
- Var mısınız Mirac'a? / 23.04.2017
- Ahiret inancında samimiysek... / 13.04.2017
- Vefa ve dostluk / 31.03.2017
- Namazda huşumuz nasıl sizce? / 17.03.2017
- İnanıyorsak bakalım kendimize / 24.11.2017
- Derdimiz dert etmeye değer mi? / 17.11.2017
- Sünnetullah hiç değişmedi / 15.07.2017
- Galiba kendimizi kandırıyoruz / 19.05.2017
- Kutlu Doğumu kutlu yapmak / 28.04.2017
- Var mısınız Mirac'a? / 23.04.2017
- Ahiret inancında samimiysek... / 13.04.2017
- Vefa ve dostluk / 31.03.2017
- Namazda huşumuz nasıl sizce? / 17.03.2017