Ben gözümü dünyaya açtığım günden beri toprak evi gördüm ve hayatımın da dörtte üçünü o şimdi beğenilmeyen, hor ve hâkir görülen, kaderine terk edilen mis gibi kireç, toprak kokan toprak evlerde yaşadım.
Eski banka sokağında toprak evlerin bol olduğu, hem de iki katlı evlerin daha ziyade olduğu bu toprak damda tamtamına 40 yıl oturdum.
Dede, baba mülkü toprak evde yaşarken, bir gün sabah uyandığımda baktım ki bahçenin ortasında kahverenkli ve eskilerin tabiriyle zaballahi cinsten bir köpek... Eski yıllarda inek beslerdik. Kedimiz vardı fakat hiç mi hiç köpeğimiz olmadı.
Köpek çöktü kaldı. Benim dışımda da ailede pek köpeğe ehemmiyet veren olmadığından herkes köpeğe düşman kesildi. Taş attılar, ağaçla vurdular ve ne yaptılarsa köpek inadım inat dedi ve gitmedi. Hatta bir gün bizim ailenin erkek fertlerinden birisi kazma sapıyla, kürek sapıyla hayvanı öldüresiye vurmasına ve benim de müdahale etmeme rağmen o hayvan o acıya katlandı yine de gitmedi.
Bizimkiler baktılar ki gitmiyor bu kez herkes hoştla, kıştla kovaladılar. Zavallı hayvan o kapıdan, bu kapıya dolandı durdu ve en sonunda benim kapıya parketti kaldı. Yalnız ben hayvana hiç karışmadım hayvan da bunu hissetmiş olacak ki bizim evin önüne yerleşti kaldı.
Ben de bizim evdekilere tenbihledim, madem ki bu hayvan bizim kapımıza sığınmıştır; imdadını bize atmıştır, biz de ona sahip çıkacağız. Fakat köpeğin ismi yok!.. Bir isim bulmak lazım lakin bir türlü isim bulamıyoruz ve isim koyamıyoruz. Bir gün gayrı ihtiyari hayvana "Sadık" dedim. Kendi kendime yahu bu hayvan bize bu kadar sadakat gösterdi (esasen köpek yaratılışı üzere sahibine sadıktır) ismi "Sadık" olsun dedim ve ismi tescillendi. Gerçi bu isim pek uygun gitmemekle birlikte biz o hayvanı o isimden başka bir isimle çağıramadık. O günden sonra hiç benim kapıdan ayrılmadı. Giderdi, gezerdi ve geldiğinde de gece vakti olduğunda tam kapının önüne yatardı. Kimin haddine düşmüş ki kapıya yaklaşsın.
Velhasılı kelam o günden sonra "Sadık" bizim aileden biri oldu çıktı. Sadık bizim himayemize girdi ve bir kısım insanların varlığını mekruh saydığı, ısıracak diye ödü koptuğu bu hayvanla dost olduk. Herkes köpeğe kemiği layık görürken ben soframdaki nimetleri onunla paylaştım. Hatta Ramazan ayı gediğinde kıymalı pide yaptırdığımda önce onu hoşnut eder birkaç tane ona izzet-i ikramda bulunur, ondan sonra iftarımı açardım.
Ve ben köpeğin önce kemik değil ilgi, sevgi istediğini hissettim. Fıtraten köpekten çok korktuğum halde, "Sadık"la köpekten korkmamayı öğrendim. Ve kedinin ne kadar "nankör" olduğunu bildiğim gibi köpeğin de sahibine olan "sadakatini" sadıkla yaşadım ve öğrendim.
"Sadık" son nefesini vereceği ana kadar bizim eski banka sokaktaki 78 nolu toprak evin kapısından ayrılmadı. "Sadık"la olan birlikteliğimde şunu iyice anladım ki, köpek aslında o kadar korkulacak değil, bilakis acınacak bir yaratıktır.
Ve bir gün geldi benim "Sadık" dostum elden, ayaktan düştü keyifsiz, neşesiz olmuştu. Çünkü o da bizler gibi yaşlanmıştı. Daha fazla gezmiyor, daha fazla dolaşmıyordu. Zavallı sadık artık tâkâttan düşmüştü.
11 yıl evvel bir sabah vakti gelen Sadık, yine bir sabah uyandığımızda yine ilk gün geldiği gibi bahçenin ortasında boylu boyunca kaskatı kesilip kalmıştı. Cansız bedeniyle yeşil çimenin üzerine serilip kalmıştı.
"Sadık ölmüş" nidasıyla bütün aile efradı bahçedeydi. Başta ben olmak üzere ağlayan ağlayanaydı, küçüklü büyüklü sessiz de değil, öyle sesli sesli ağlıyorduk. Tıpkı bir insan kayıp etmiş gibi üzüldük. Ve Sadık'ın ölüm acısını yaşadık, onu kendi ellerimizle toprağa gömdük ve o gün kahrolduk.
11 yıllık beraberliğimiz sona ermişti. Artık "Sadık" yaşamıyordu.
Sizin de "Sadık" bir dostunuz olmalı...