Sessiz zikir bid’ati ve cehrî zikir -2-
Nakşîbendîlikte sadece silsile ve sessiz zikir uydurulmamış, hadislerde uydurulmuştur
18.12.2024 18:12:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Nakşîbendîlikte sadece silsile ve sessiz zikir uydurulmamış, hadislerde uydurulmuştur.
"Allah-u Teâlâ Benim kalbime ne dökmüşse, Bende onu Ebu Bekir'in kalbine döktüm" sözü için, muhaddis Aliyyü'l-Kari, "Bu hadis falan değildir. Cahil Sünnîlerin uydurmasıdır" demektedir.
Prof. Dr. Necdet Tosun, asırlar sonra uydurulan şu hadislere dikkat çekmektedir:
"Sonraları, bir Nakşîbendî şeyhi olan Hâcegi Ahmet Kasanî (ö:h.949/m.1542), bazı risâlelerinde Hz. Peygambere nispet edilen 'Allah-u Teâlâ Benim kalbime ne dökmüşse, Bende onu Ebu Bekir'in kalbine döktüm' şeklinde sözü tekrarlayarak silsilenin başlangıcını izah çabalarına katılmıştır.
Muhammed b. Hüseyin Kazvinî ise (ö: h.978/m.1570) Dımeşk'te kaleme aldığı, 'Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşîbend' isimli eserinde, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret ederken Sevr Mağarasında Hz. Ebu Bekir'e diz üstü ve gözleri kapalı olarak kalbî zikri üç defa telkin ettiğini ve Nakşîbendîlerin esas aldığı Bekrî silsilenin bu şekilde oluştuğunu söyleyerek konuya yeni bir izah tarzı getirmiştir.
Aynı cümleler, bir süre sonra Osmanlı mutasavvıflarından Sarı Abdullah Efendi (ö: h.1071/m.1660) başta olmak üzere birçok kişi tarafından tekrarlanmıştır.
Ancak bu mağara hadisesi hadis, tarih ve tasavvuf kitaplarında bulunmadığı gibi, tasavvuf klasiklerinde ve hatta ilk dönemde yazılan temel Nakşî kitaplarında bile bulunmaması dikkate şayandır. Anlaşılan bu mağara rivâyeti ilk kez 16. asırda Kazvinî (ö: h.978/m. 1570) tarafından ortaya atılmıştır.
16. asırda bazı Kübrevîyye tarikatı mensuplarının Bekrî silsileye itiraz etmeleri, Kazvinî gibi Nakşîbendîleri, savunma psikolojisi içinde bu rivâyeti icat etmeye sevketmiş olmalıdır."
Osmanlı'da ise devrin Nakşîlerinden Sarı Abdullah Efendi (m.1660) tekrarlayıp yaymıştır.
Biz geçmişte yazdığımız eserlerde bu insanların rivâyet ettiklerini gerçek hadis zannederek kitabımızda yer vermiştik. Ancak, bu hadislerin rivâyet tarihinin 16. yüzyıl olduğunu tespit ederek işin hakikatini şimdi ortaya koyduk.
Bu uydurma "mağara hadisesi" hadis, tarih ve tasavvuf klasiklerinde bulunmadığı gibi, böyle bir durum gerçekte olmuş olsa dahi, her hâli Allah'ı zikir olan Resûlullah (s.a.a.), Sevr Mağarasında düşmanın kuşatması altında idi ve bu kuşatmada gizlenmesi gerekiyordu.
Cenâb-ı Hakk dahi O'nu ve Hz. Ebu Bekir'i, güvercin yuvası ve örümcek ağıyla mağaranın girişini kapatarak gizlemişti. Tabii olarak gizlenme esnasında zikrullah da gizli bir şekilde ses yükseltilmeden yapılmak zorunda idi.
Nitekim Mekke döneminde, Hicret öncesinde müşriklerin Müslümanlara eziyeti mevcut iken, müşriklerin Müslümanlara eziyet vermemeleri için Cenâb-ı Hakk cemaatle kılınan namaz esnasında müşriklerin duymamaları için Peygamber Efendimize sesini yükseltmemesini emretmiştir.
İbn Abbâs'tan (radiyallahu anh); "Ey Muhammed! Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma ikisi arasında bir yol tut!" meâlindeki âyet Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) Mekke'de iken indi. O sırada müşriklerden gizleniyordu.
Çünkü müşrikler Kur'ân'ı duyduklarında; Kur'ân'a, onu indirene ve onu getirene küfrediyorlardı.
Bu nedenle (Allah) şöyle buyurdu: "Namazda okurken müşrikler duyacak derecede sesini yükseltme! Ashâbın duyamayacağı kadar da gizli okuma! İkisi arasında bir yol tut! Bağırmadan oku ki onlar da Kur'ân'ı öğrensinler."
Dudakları hareket ettirmeden, kelimeler duyulmadan Allah zikredilmek istenilirse, bu yapılana tefekkür denir.
Peygamber Efendimiz ve sahabe-i kiram efendilerimizin, düşmandan zarar görme tehlikesi olmadığı güven ortamında, her zaman zikrullahı sesli bir şekilde cehren yaptıklarını rivâyet edilen hadislerden öğreniyoruz. Doğru olanda bu şekilde zikretmektir.
İbn Abbâs'tan (radiyallahu anh); "Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve âlihi) zamanında, cemaat farz namazından selâm verip ayrılırken seslerini zikirle yükseltirlerdi. Bu sesten onların namazdan ayrıldıklarını anlardım."
Diğer rivâyet şöyledir: "Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) namazı bitirdiğini ancak (yüksek sesle söylediği) tekbirden anlardık."
Câbir'den (radiyallahu anh); "Bakî'de bir ateş gördük; gittik baktık ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) kabirde duruyor ve şöyle diyordu: 'Haydi adamı verin!' Onu kabrin yan tarafından verdiler. Baktık ki, sesli zikreden adamın cenazesi değil mi?"
Abdullah b. Sinan, rivâyet eder: "Ebu Abdullah'ın (Ca'fer es-Sâdık aleyhisselâm) şöyle dediğini duydum: "Resûlullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: Bana salât getirirken sesinizi yükseltin çünkü Bana salât getirmek nifakı ortadan kaldırır."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Cibrîl Bana gelip dedi ki: Ey Muhammed, ashâbına söyle; telbiyede seslerini yükseltsinler!" (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
"Allah-u Teâlâ Benim kalbime ne dökmüşse, Bende onu Ebu Bekir'in kalbine döktüm" sözü için, muhaddis Aliyyü'l-Kari, "Bu hadis falan değildir. Cahil Sünnîlerin uydurmasıdır" demektedir.
Prof. Dr. Necdet Tosun, asırlar sonra uydurulan şu hadislere dikkat çekmektedir:
"Sonraları, bir Nakşîbendî şeyhi olan Hâcegi Ahmet Kasanî (ö:h.949/m.1542), bazı risâlelerinde Hz. Peygambere nispet edilen 'Allah-u Teâlâ Benim kalbime ne dökmüşse, Bende onu Ebu Bekir'in kalbine döktüm' şeklinde sözü tekrarlayarak silsilenin başlangıcını izah çabalarına katılmıştır.
Muhammed b. Hüseyin Kazvinî ise (ö: h.978/m.1570) Dımeşk'te kaleme aldığı, 'Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşîbend' isimli eserinde, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret ederken Sevr Mağarasında Hz. Ebu Bekir'e diz üstü ve gözleri kapalı olarak kalbî zikri üç defa telkin ettiğini ve Nakşîbendîlerin esas aldığı Bekrî silsilenin bu şekilde oluştuğunu söyleyerek konuya yeni bir izah tarzı getirmiştir.
Aynı cümleler, bir süre sonra Osmanlı mutasavvıflarından Sarı Abdullah Efendi (ö: h.1071/m.1660) başta olmak üzere birçok kişi tarafından tekrarlanmıştır.
Ancak bu mağara hadisesi hadis, tarih ve tasavvuf kitaplarında bulunmadığı gibi, tasavvuf klasiklerinde ve hatta ilk dönemde yazılan temel Nakşî kitaplarında bile bulunmaması dikkate şayandır. Anlaşılan bu mağara rivâyeti ilk kez 16. asırda Kazvinî (ö: h.978/m. 1570) tarafından ortaya atılmıştır.
16. asırda bazı Kübrevîyye tarikatı mensuplarının Bekrî silsileye itiraz etmeleri, Kazvinî gibi Nakşîbendîleri, savunma psikolojisi içinde bu rivâyeti icat etmeye sevketmiş olmalıdır."
Osmanlı'da ise devrin Nakşîlerinden Sarı Abdullah Efendi (m.1660) tekrarlayıp yaymıştır.
Biz geçmişte yazdığımız eserlerde bu insanların rivâyet ettiklerini gerçek hadis zannederek kitabımızda yer vermiştik. Ancak, bu hadislerin rivâyet tarihinin 16. yüzyıl olduğunu tespit ederek işin hakikatini şimdi ortaya koyduk.
Bu uydurma "mağara hadisesi" hadis, tarih ve tasavvuf klasiklerinde bulunmadığı gibi, böyle bir durum gerçekte olmuş olsa dahi, her hâli Allah'ı zikir olan Resûlullah (s.a.a.), Sevr Mağarasında düşmanın kuşatması altında idi ve bu kuşatmada gizlenmesi gerekiyordu.
Cenâb-ı Hakk dahi O'nu ve Hz. Ebu Bekir'i, güvercin yuvası ve örümcek ağıyla mağaranın girişini kapatarak gizlemişti. Tabii olarak gizlenme esnasında zikrullah da gizli bir şekilde ses yükseltilmeden yapılmak zorunda idi.
Nitekim Mekke döneminde, Hicret öncesinde müşriklerin Müslümanlara eziyeti mevcut iken, müşriklerin Müslümanlara eziyet vermemeleri için Cenâb-ı Hakk cemaatle kılınan namaz esnasında müşriklerin duymamaları için Peygamber Efendimize sesini yükseltmemesini emretmiştir.
İbn Abbâs'tan (radiyallahu anh); "Ey Muhammed! Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma ikisi arasında bir yol tut!" meâlindeki âyet Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) Mekke'de iken indi. O sırada müşriklerden gizleniyordu.
Çünkü müşrikler Kur'ân'ı duyduklarında; Kur'ân'a, onu indirene ve onu getirene küfrediyorlardı.
Bu nedenle (Allah) şöyle buyurdu: "Namazda okurken müşrikler duyacak derecede sesini yükseltme! Ashâbın duyamayacağı kadar da gizli okuma! İkisi arasında bir yol tut! Bağırmadan oku ki onlar da Kur'ân'ı öğrensinler."
Dudakları hareket ettirmeden, kelimeler duyulmadan Allah zikredilmek istenilirse, bu yapılana tefekkür denir.
Peygamber Efendimiz ve sahabe-i kiram efendilerimizin, düşmandan zarar görme tehlikesi olmadığı güven ortamında, her zaman zikrullahı sesli bir şekilde cehren yaptıklarını rivâyet edilen hadislerden öğreniyoruz. Doğru olanda bu şekilde zikretmektir.
İbn Abbâs'tan (radiyallahu anh); "Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve âlihi) zamanında, cemaat farz namazından selâm verip ayrılırken seslerini zikirle yükseltirlerdi. Bu sesten onların namazdan ayrıldıklarını anlardım."
Diğer rivâyet şöyledir: "Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve âlihi) namazı bitirdiğini ancak (yüksek sesle söylediği) tekbirden anlardık."
Câbir'den (radiyallahu anh); "Bakî'de bir ateş gördük; gittik baktık ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) kabirde duruyor ve şöyle diyordu: 'Haydi adamı verin!' Onu kabrin yan tarafından verdiler. Baktık ki, sesli zikreden adamın cenazesi değil mi?"
Abdullah b. Sinan, rivâyet eder: "Ebu Abdullah'ın (Ca'fer es-Sâdık aleyhisselâm) şöyle dediğini duydum: "Resûlullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: Bana salât getirirken sesinizi yükseltin çünkü Bana salât getirmek nifakı ortadan kaldırır."
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Cibrîl Bana gelip dedi ki: Ey Muhammed, ashâbına söyle; telbiyede seslerini yükseltsinler!" (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.