Rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama noktasına gelmeleri ve kendisini rehin alan kişilerle geçirdikleri sürenin sonunda onlara yardımcı olmaya başlaması ve nihai olarak da onlarla özdeşim kurmalarına Stockholm Sendromu denmektedir. Bu sendromun anlamını genişleterek insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmemesi, ezenin yanında yer alması olarak da tanımlayabiliriz.
Sürekli şiddet yaşamanın bir sonucu olarak kurbanlar saldırganla özdeşleşmeye ve bir hayatta kalma stratejisi olarak onun için hareket etmeye başlayabilir. Kurbanın iradesinin saldırgana bağlı olması gönüllü bir karar değil, şiddetin doğrudan sonucudur.
Bu sendromun ortaya çıkmasının temel nedeni, hayatta kalma içgüdüsüdür. Dış dünyadan tamamen soyutlanan kurban, ihtiyaçları için kendisine baskı yapan kişiye bağımlı olduğunu hisseder. Saldırganın yaptığı küçük iyilikler kurbanın gözünde büyür, zamanla kurban kendisini saldırganın yerine koyup olayları onun gözünden görmeye, yaptıklarına hak vermeye başlar. Kurban tarafından baskıcının şiddet eğiliminin tamamen göz ardı edilmesi sonucunda, içinde bulunulan tehlike de reddedilir. Kurban, tek olumlu ilişkisinin şiddet gösteren ile kendi arasında olan olduğunu düşündüğü için bu ilişkiyi de kaybetmek istemez ve dolayısıyla saldırgandan ayrılması gittikçe zorlaşır.
NATO Zirvesi'ndeki Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında geçen görüşme bizlere bu sendromu hatırlattı. NATO'nun izlediği politikaların ülkemizin menfaatlerine aykırı olduğunu defalarca yazdık. Zaten biraz tarih ve dış politika bilgisi olan herkes bunun farkındadır. Özellikle ABD'nin NATO şemsiyesi altında Karadeniz'deki faaliyetleri, Suriye ve Irak'ta Türkiye karşıtı terör örgütleriyle birlikte hareket etmesi, Doğu Akdeniz'de ülkemiz aleyhine Yunanistan ve GKRY ile ortak tatbikatları, Ege Adalarının (son 20 yılda işgal edilenler dahil) silahlanmasına verdiği destek, ülkemizi çevreleyecek şekilde üslenmesi, stratejik komşularımız olan Rusya ve İran'a karşı olan hasmane tutumu ülkemizin çıkarlarına aykırıdır. Ulusal güvenliğimize ve bölünmez bütünlüğümüze doğrudan tehdit teşkil etmektedir. Döviz manipülasyonu, Türk ihraç ürünlerine konulan kotalar ve gümrük vergileri, ülkemizdeki ekonomik aktivitelere müdahaleler (üretim kotaları, özelleştirmelerin teşviki vb.) ile de ekonomimize büyük zarar vermektedir. Patriot füzelerinin verilmemesi, geçmişte silahlı helikopter taleplerimize konulan tahditler, acil ihtiyacımız olan S-400 alımı konusundaki tehditkâr yaklaşımları ve ülkemizin F-35 programından mağdur edilerek çıkarılması, 1915 olaylarının ABD Başkanı tarafından sözde soykırım olarak tanıması da NATO'nun ana fikri olan "dostluk ve müttefiklik" anlayışına aykırıdır.
Bu bağlamda iktidar, zirve öncesi iki başkanın görüşmesini bu konuların çözümü için atılacak bir adım olarak ifade ederek, her zaman olduğu gibi gereken her şeyin yapılacağını belirten sertlik dozu yüksek mesajlar verdi. Gel gelelim sonuçta dağ fare doğurdu. Zirve sonrasında her iki taraftan da açıklamalar yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan nelerin konuşulduğunu uzun uzadıya anlattı ama nelerin çözüldüğü ya da olumlu ilerleme kaydedildiği konusunda bir açıklama yapamadı. Sözlerini "Türkiye-ABD meselelerinde çözülemeyecek bir meselenin olmadığını düşünüyoruz. Hamdolsun 24 Nisan konusu hiç gündeme gelmedi" şeklinde bitirdi.
İşin doğrusu ise ABD ile Türkiye arasındaki bu sorunların çözülmesinin mümkün olmadığı, ya da daha fazla taviz vererek çözülebileceğidir. Ayrıca 1915 olayları konusunda tepkimizi sert şekilde dile getireceğimizi söyleyen Cumhurbaşkanı'nın bu konunun gündeme gelmeyişine sevinmesi bize görüşmeler esnasında ne kadar baskı altında kaldığını ve muhtemelen bazı tavizler verdiğini düşündürüyor. Verilen tavizlerden birinin ABD'nin mali ve diplomatik desteği karşılığında Afganistan'da ABD'nin çekilmesinden sonra NATO adına komutayı devralmak olduğunu görüyoruz. Bu konu öncelikle birliklerimizin güvenliği açısından büyük riskler taşımaktadır. Ayrıca Rusya ve İran ile ilişkileri de gerebilecek bir durumdur. Bu yaklaşım ABD ve NATO'ya yaranma isteği olarak görünmektedir.
Biden ise zirve sonrası konuşmasında ABD'nin NATO'ya bağlılığını dile getirerek"ABD, NATO anlaşmasının 5'inci maddesine sarsılmaz bir şekilde bağlıdır" ifadelerini kullandı.Rusya ve Çin'in Atlantik'in bir araya gelmesine karşın faaliyetler yürüttüğünü ifade eden Biden, "Rusya ile sorun çıkartmak istemiyorum ama Rusya zararlı aktivitelerine devam ederse Atlantik birliğini korumak için harekete geçeriz" dedi.
NATO bilindiği üzere ülkemizin İdlib'de maruz kaldığı hava saldırısı sonrası 5'inci maddeyi işletme çağrılarına kayıtsız kalmıştı. Buradan bu maddenin eğer kendi çıkarları yoksa hiçbir zaman bizim lehimize işletilmeyeceğini anlayabiliriz. Peki, bu madde kime karşı işletilecek? Hemen akıllara iki seçenek geliyor. Birincisi Rusya ve İran ikilisi. Bu durumda Türkiye'nin ittifakta yer almasını isteyecekleri kuvvetle muhtemel. Tabii ki bu bizim açımızdan bir felaket senaryosudur. İkinci seçenek ise bundan daha vahimdir. NATO'nun Doğu Akdeniz'de AB, Yunanistan, GKRY ve (dolaylı olarak) İsrail'in çıkarlarını korumak adına Türkiye'ye müdahalesidir.
İşte bütün bu ahval ve şerait altında Cumhurbaşkanı'nın ABD ve NATO'ya yönelik sempatik açıklamaları, 1915 olayları gündeme gelmediği için sevinip hamd etmesi Stockholm Sendromundan başka neyle açıklanabilir?
- Ukrayna savaşı -1- / 07.03.2022
- Görenedir görene… / 24.10.2021
- Gulf stream (Körfez Akıntısı) / 09.08.2021
- Yörük çadırı / 06.08.2021
- Sığınmacı sorunu / 03.08.2021
- Devlet olmak / 26.07.2021
- Kore Savaşı’nda Türk esirler / 17.07.2021
- Srebrenitsa’da neler yaşandı? / 12.07.2021
- Srebrenitsa – I / 11.07.2021