FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Türk halk mizahının en büyük ustası sayılan Nasrettin Hoca, Sivrihisar'ın Hortu köyünde doğdu. Babası köyün imamı Abdullah'tır.
Öğrenimini köyünde yapan, Arapça'yı, din bilgilerini önce babasından öğrenen Nasrettin, o dolaylarda ün kazanan Seyit Hacı İbrahim'le, Seyit Mehmet Hayrani hocalardan ders aldı. Öğrenimini Konya medresesinde tamamladı. Sivrihisar ile Akşehir'de imamlık, müderrislik yaptı.
Akşehir'i çok seven Hoca burada evlendi. Burada öldü. Kilitli ve duvarsız meşhur türbeside buradadır. "Mezarımı ziyaret edenler, bizi gönüllerinden geçirip gülsünler. Şu yalancı dünyada somurtanlara acırım."
Nasrettin Hoca fıkralarından birinde şu vasiyette bulunur:
-Çocuklar. Söz ölüm getirmez. Fakat insan hali bu... Şayet bir gün emri hak vaki olursa beni baş aşağı gömünüz!..
-Aman Hocam, o nasıl iş?..
-Siz dediğimi yapın, nenize gerek... Dünya altüst olunca bende düzelir dostdoğru kalkarım!
Nasrettin Hoca, yüzyıllar boyunca, Türk halkının zenginleştirdiği fıkraları ile ulusal Türk zekâsının, Türk espirisinin en kudretli üstadıdır. Şöhreti bütün dünyaya yayılmış, fıkraları ise bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Kuvvetli hayat görüşü, insanlarla olayları yansıtırken güldürdüğü kadar, düşündürdüğü fıkraları ile her sınıftan halkı etkilemiştir.
Yüzyıllar boyunca halkımızın beğendiği her fıkra, her nükte onun gerçek fıkralarına da eklenerek Nasrettin Hoca Türk Halkının ortak varlığı yani kendisi olmuştur.
Nasrettin Hoca halk mizahımızın sembolü ve ince mizah dehasının da en zirvesi olmuştur. Bundan yedi yüzyıl kadar önce yaşamış tarihsel bir kişidir. Türk halkı bir tarihsel kişi olan Nasrettin Hocayı'da öyle benimsemiş, Nasrettin Hoca'yı kendisi, kendisini de Nasrettin Hoca'yı saymış ki sonunda tomlumsal kişilik kazanan Nasrettin Hoca, Türk halkının kendisi olmuş. Türk halkı yedi yüzyıldan beri kendi duygu ve düşüncelerini Nasrettin Hoca'nın ağzından söylemiş. Böylece halkımız hiç durmadan aralıksız Nasrettin Hoca fıkraları yaratmıştır.
Denilebilir ki Nasrettin Hoca kadar Türk halkını belirleyen, Türk halkının ortaklaşa niteliklerini ortaya koyan, Türk halkını simgeleyen başka biriside yoktur.
Nasrettin Hoca bir gün kırda geziyormuş. Derken dalgınlıkla bilmediği bir bağa girmiş. Bir ağacın yanına gitmiş, sağına, soluna bakmış ve ortada kimselerde gözükmeyince bir solukta ağaca çıkmış ve bir dala oturmuş.
Oturmuşken durur mu? Bakmış ki ağaç elma dolu başlamış birer ikişer yemeye. Birini bitirmeden ötekini yiyormuş.
Karnını iyice doyurmuş.
Sonra ellerini açıp Allah'a şükretmiş:
-Allah'ım verdiğin nimetler için sana şükürler olsun demiş.
İşte tam o esnada ağacın altında dev gibi bir bahçıvan gelmiş.
Hoca bahçıvanı görünce korkudan nutku tutulmuş, beti benzi atmış.
Bahçıvan Hoca'ya seslenmiş:
-Hey, bana baksana babalık. Orada ne yapıyorsun?
Hoca zavallı ne desin. Aslında hiç söz altında kalmaz, ama durum kötü. Düşünmüş, taşınmış, sonra birden bire sevinçle:
-Bülbülüm ben, demiş. Bu bağlar, bahçeler de ülkelerim. Böyle o daldan bu dala, bu bağdan o bağa dolanır, gezerim.
Bahçıvan şaşkın şaşkın hocaya bakmış, sonra gülmüş:
-Eh bari ötsende dinlesek, bülbül müsün değil misin anlasak demiş.
Hoca dururmu artık başlamış bağırıp çağırmaya, o kötü sesiyle de bir şarkı tutturmuş. Bir yandan da bahçıvanı gözlüyormuş.
Hocanın sesini duyan kuşlar hemen havalanmışlar.
Hoca böyle can korkusundan bağırıp çağırırken bahçıvanda sinirlenmiş!
-Tamam yeter kes artık, demiş.
Hoca durup bahçıvana bakmış, bahçıvan!
-Sen benimle alay mı ediyorsun? Hiç bülbül böyle öter mi? Senin bir sesin var, karganın sesinden beter.
Hoca'nın nihayet sabrı tükenmiş. Ne olursa olsun diyerek açmış ağzını kızgın bir sesle bahçıvana bağırarak:
-Artık yeter fazla oldun. Kart bülbülde böyle öter, demiş.
Türk halk mizahının en büyük ustası sayılan Nasrettin Hoca, Sivrihisar'ın Hortu köyünde doğdu. Babası köyün imamı Abdullah'tır.
Öğrenimini köyünde yapan, Arapça'yı, din bilgilerini önce babasından öğrenen Nasrettin, o dolaylarda ün kazanan Seyit Hacı İbrahim'le, Seyit Mehmet Hayrani hocalardan ders aldı. Öğrenimini Konya medresesinde tamamladı. Sivrihisar ile Akşehir'de imamlık, müderrislik yaptı.
Akşehir'i çok seven Hoca burada evlendi. Burada öldü. Kilitli ve duvarsız meşhur türbeside buradadır. "Mezarımı ziyaret edenler, bizi gönüllerinden geçirip gülsünler. Şu yalancı dünyada somurtanlara acırım."
Nasrettin Hoca fıkralarından birinde şu vasiyette bulunur:
-Çocuklar. Söz ölüm getirmez. Fakat insan hali bu... Şayet bir gün emri hak vaki olursa beni baş aşağı gömünüz!..
-Aman Hocam, o nasıl iş?..
-Siz dediğimi yapın, nenize gerek... Dünya altüst olunca bende düzelir dostdoğru kalkarım!
Nasrettin Hoca, yüzyıllar boyunca, Türk halkının zenginleştirdiği fıkraları ile ulusal Türk zekâsının, Türk espirisinin en kudretli üstadıdır. Şöhreti bütün dünyaya yayılmış, fıkraları ise bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Kuvvetli hayat görüşü, insanlarla olayları yansıtırken güldürdüğü kadar, düşündürdüğü fıkraları ile her sınıftan halkı etkilemiştir.
Yüzyıllar boyunca halkımızın beğendiği her fıkra, her nükte onun gerçek fıkralarına da eklenerek Nasrettin Hoca Türk Halkının ortak varlığı yani kendisi olmuştur.
Nasrettin Hoca halk mizahımızın sembolü ve ince mizah dehasının da en zirvesi olmuştur. Bundan yedi yüzyıl kadar önce yaşamış tarihsel bir kişidir. Türk halkı bir tarihsel kişi olan Nasrettin Hocayı'da öyle benimsemiş, Nasrettin Hoca'yı kendisi, kendisini de Nasrettin Hoca'yı saymış ki sonunda tomlumsal kişilik kazanan Nasrettin Hoca, Türk halkının kendisi olmuş. Türk halkı yedi yüzyıldan beri kendi duygu ve düşüncelerini Nasrettin Hoca'nın ağzından söylemiş. Böylece halkımız hiç durmadan aralıksız Nasrettin Hoca fıkraları yaratmıştır.
Denilebilir ki Nasrettin Hoca kadar Türk halkını belirleyen, Türk halkının ortaklaşa niteliklerini ortaya koyan, Türk halkını simgeleyen başka biriside yoktur.
Nasrettin Hoca bir gün kırda geziyormuş. Derken dalgınlıkla bilmediği bir bağa girmiş. Bir ağacın yanına gitmiş, sağına, soluna bakmış ve ortada kimselerde gözükmeyince bir solukta ağaca çıkmış ve bir dala oturmuş.
Oturmuşken durur mu? Bakmış ki ağaç elma dolu başlamış birer ikişer yemeye. Birini bitirmeden ötekini yiyormuş.
Karnını iyice doyurmuş.
Sonra ellerini açıp Allah'a şükretmiş:
-Allah'ım verdiğin nimetler için sana şükürler olsun demiş.
İşte tam o esnada ağacın altında dev gibi bir bahçıvan gelmiş.
Hoca bahçıvanı görünce korkudan nutku tutulmuş, beti benzi atmış.
Bahçıvan Hoca'ya seslenmiş:
-Hey, bana baksana babalık. Orada ne yapıyorsun?
Hoca zavallı ne desin. Aslında hiç söz altında kalmaz, ama durum kötü. Düşünmüş, taşınmış, sonra birden bire sevinçle:
-Bülbülüm ben, demiş. Bu bağlar, bahçeler de ülkelerim. Böyle o daldan bu dala, bu bağdan o bağa dolanır, gezerim.
Bahçıvan şaşkın şaşkın hocaya bakmış, sonra gülmüş:
-Eh bari ötsende dinlesek, bülbül müsün değil misin anlasak demiş.
Hoca dururmu artık başlamış bağırıp çağırmaya, o kötü sesiyle de bir şarkı tutturmuş. Bir yandan da bahçıvanı gözlüyormuş.
Hocanın sesini duyan kuşlar hemen havalanmışlar.
Hoca böyle can korkusundan bağırıp çağırırken bahçıvanda sinirlenmiş!
-Tamam yeter kes artık, demiş.
Hoca durup bahçıvana bakmış, bahçıvan!
-Sen benimle alay mı ediyorsun? Hiç bülbül böyle öter mi? Senin bir sesin var, karganın sesinden beter.
Hoca'nın nihayet sabrı tükenmiş. Ne olursa olsun diyerek açmış ağzını kızgın bir sesle bahçıvana bağırarak:
-Artık yeter fazla oldun. Kart bülbülde böyle öter, demiş.