Güneydoğu'nun Müslüman nüfusu Güneydoğu'nun İslamlaşması daha Hazreti Ömer zamanında 7. yüzyıldaki fethi ile başlamıştır. O tarihlerde zaten Diyarbakır bölgesinde Arap Bekir Bin Vail aşireti yerleştiği için o bölgeye Diyar-ı Bekir denmeye başlanmıştır. Bugünkü Diyarbakır adı da onun devamıdır. Şu anda da Müslüman nüfus değişik oranlarda olan Türk - Kürt ve Araplardan oluşmaktadır. Aslında Müslüman nüfus Selçuklularla çoğalmış bulunmaktadır. Bu dönemlerde İran'ın dağlık bölgelerinden göçen Kürt nüfusun Güneydoğu'ya gelişi de söz konusu olmaktadır. Ayrıca bu bölgeye önemli bir Kürt göçü de Eyyübiler zamanında husule gelmiş bulunmaktadır. Tüm bunların yanında Yavuz Sultan Selim'in zamanında bazı Sünni Nüfusun Türkiye'ye (Kürtler) diğer Şii nüfusun da İran'a göçtükleri bildirilmektedir. Türklerin ve Kürtlerin, Fırat'ın doğusuna birlikte yayılmalarına Selçukluların Bizans'ın zayıflatması ve o bölgelere hakim olmalarıyla başlamıştır. Hatta Türkler ve Kürtler beraberce Bizanslılara karşı savaşmış ve hareket etmişlerdir. O zamanlarda o bölgelerde kurulmuş Saltuklular-Artuklular-Sökmenler ile Türkleşmiş Kürtler (Menğücek hanedanları) cihat arkadaşlığı yapmışlardır. Daha önce göçebe olan bu boylar zamanla tarıma yönelmişler ve yerleşim hayatına alışmışlardır. Dağlık arazilerde yaşayan Kürtlerin göçebeliği ise daha uzun zaman devam etmiş bulunmaktadır. Bu durumu tarihçi Claude Cahen de yazılarında anlatmaktadır. Bu göçebe hayatlarında bazı Türk kaleleri Kürtleşmiş diğerlerinin bazıları da Türkleşmiş bulunmaktadır. Uzun zaman birlikte yaşayan ve ayrılık gayriliği olmayan bu din kardeşleri arasında oluşan bu birliktelikleri şimdi ise bazı kimseler kendi menfaatleri için ayırmaya ve ondan faydalanmaya çalışmaktadır. Batının ve Hıristiyanlığın dürtüleriyle , antik ırkçılık - aşırı milliyetçilik duyguları ile yüklenen bazı kimseler silahlara sarılarak bu birliği ve beraberliği terörle ayırmak ve aralarında düşmanlık sokmak isteyenler kesinlikle başarılı olamayacaktır. Çünkü aradaki tarihi ve sosyal ile kültürel bağlar kopmayacak kadar güçlü ve çetindir. Böylece, tarihten gelen ve yüzyıllar boyunca devam eden bu kardeşliği kimse bozamayacaktır. Mücadeleyi veren askerimizin geri istediği yetkiler
Askerimiz ve güvenlik güçlerimiz şu anda yeniden hortlayan terörle mücadele etmektedir. Ancak Org. H. Tolon'un da ifade ettiği gibi, mücadele çok daha kısıtlı ve zor şartlarda yapılmaktadır. Tüm kısıtlı şartlara rağmen, askerimiz ve güvenlik güçlerimiz bu mücadeleyi başarı ile sürdürmekte ve ülkemizi bu musibetten korumaktadır. Ancak batı ülkelerinde terör sadece birkaç kez dişlerini göstermesine rağmen oralarda büyük gürültüler koptu ve olağanüstü tedbirler alınmaya başlandı. Londra'da, bir terörden sonra güvenlik güçleri adeta paniğe kapılarak sokakta işine gide bir Brezilyalı genç vatandaşı tam yedi kurşunla kafasından vurarak öldürmüş oldu. Bunun yanında aldıkları tedbirler arasında, ileri derecede demokratik kısıtlamalara gidildi. Özellikle Müslümanları tam bir göz hapsine aldılar ve birçok ırkçı gençler ve holiganlar Müslümanlara saldırmaya başladılar. Camilere yapılan saldırlar da gittikçe artmaktadır. Öte yandan Türkiye'ye gelince Batı dünyası devamlı olarak özgürlüklerin genişletilmesi ve etnik ayırım yapanlara, hatta terör örgütlerine ve üyelerine bile bu hakların tanınması için baskı yapılmaya çalışılmaktadır. Diğer taraftan masum vatandaşlarımız, çoluk çocuk yaşlı ve hastalarımız ise teröristler tarafından öldürülmektedir. Güvenlik güçlerimize ve askerlerimize pusular kurulmakta ve saldırılar yapılarak genç hayatlar söndürülmektedir. Askerlerimizin hareketleri ise kurlarla bağlı kalmakta ve böylece kendilerini savunmakta güçlük çekmektedirler. İşte bu yüzden gerek Türk Silahlı Kuvvetleri gerekse güvenlik güçlerimiz bu eşitsizlikten yakınmaktadırlar. Askerimiz terörle mücadele yasasında 1990'lı yıllardaki yetkilerini geri istemektedir. Yeni çıkarılacak yasada bu yetkilerin konulmasını özellikle arzu etmektedir. Geçen günlerde Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök "Kısıtlı yetkilere rağmen teröre karşı mücadele etmekteyiz" dedi. Öte taraftan, bazı siyasilerimiz "yasadaki yetkiler eskisi gibi mevcuttur, herhangi bir kısıtlama söz konusu değildir" demektedirler.
Prof. Dr. Cahit Babuna / diğer yazıları
- Batı kültüründe toplumsal çöküş -2- / 22.10.2006
- Batı kültüründe toplumsal çöküş / 21.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 20.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 19.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler / 18.10.2006
- Oruç tutmak, aç kalmak değildir / 15.10.2006
- Ramazan-ı Şerif temizlenme ayı / 14.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 09.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 08.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -3- / 07.10.2006
- Batı kültüründe toplumsal çöküş / 21.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 20.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 19.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler / 18.10.2006
- Oruç tutmak, aç kalmak değildir / 15.10.2006
- Ramazan-ı Şerif temizlenme ayı / 14.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 09.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 08.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -3- / 07.10.2006