Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. Mevlana
Bütün bunlar, mü'mini tevbe kapısına taşımak içindir. Çünkü insanların çoğu, hatâ ve günah işlemekte maharetli oldukları halde, tevbe etmekte aynı hâli gösteremezler. Ne buyuruyor Allah Resûlü, bakınız: "Her insan hatâ eder, günah işler; fakat günah işleyenlerin en hayırlısı çok tevbe edenlerdir." Hele de insanlığın, hep başkasının günah beyannamesi ile meşgul olduğu bir zamanda, kişinin kendi hatâlarını görüp tevbe edebilmesi kadar hayırlı ne olabilir?
Mevlâna, yalnız iyi kulların değil, günahkarların da Hakk'ın dergahına iltica edip tevbe etmesini ister:
"Ya Rabbi; eğer sana yalnız muhsinler iltica ve niyaz ederlerse, mücrimler kime yalvarıp sığınsınlar!"
"Ey Kerim Allah; eğer sen dergah-ı izzetine yalnız iyileri kabul edersen, aşağılık ve günahkar kimseler nereye ağlayıp ilticada bulunsunlar!"
Ve Mevlâna ısrarla tevbe edilmesini ister: "Ömür defterini kararttıysan, önce yaptıklarına tevbe et / Ömrün geçtiyse, yıprandıysa, solduysa, kökü, bu soluktur; susuz kaldıysa tevbe suyuyla sula onu / Ömür köküne âb-ı hayat ver de yaşayış ağacı yeşersin / Bütün geçmişler bununla iyileşir, güzelleşir ki, bıldır zehir, bununla şeker kesilir / Allah, kötülüklerini değiştirir de o geçmişte yaptıkların iyilik olur, ibadet kesilir gider / Hoca Nasuh'un tevbesine bir hoşça dikkat et; canla tenle dinle onu / Şu Nasuh tevbesini benden duy; inanmışsındır ya yeniden inan."
Ne yazık ki bugün, mü'minin günahı üzerinde iz sürmek ciddî bir hastalık halini almıştır. Mü'minlerin birbirlerini sevmesinin rahmete vesile olacağı da bir gerçektir. Ancak çok ciddî hile ve tertiplerle, bu sevginin yok edilmeye çalışıldığı bir vakıadır. Yapılan tertiplerin başında "günah hafiyeliği"ni teşvik gelmektedir. Böylece mü'min, kendinden çok din kardeşinin günahlarıyla meşgul olmakta; kardeşine karşı şeytan ve yandaşlarıyla birlik oluşturmak gibi bir düşmanlığa itilmektedir. Ardından gıybet ve dedikodu seansları korkunç bir "kul hakkı"nı gündeme getirmektedir. Her ne türlü tevbe edilirse edilsin, o kuldan özür dileyip helallık alınmadığı müddetçe affedilmeyen "kul hakkı", kişinin ahiret hayatını belirlemede ilk sırayı almaktadır. Tevbe, rahmet kapısıdır. Mü'minlerin birbirini sevmesi ve devamında sağnak sağnak Allah'ın rahmetinin inmesi, o kapıya baş koymaktan geçer. Mü'minin yapacağı iş, kendini ve kırmadan dökmeden kardeşlerini bu kapının eşiğine taşımaktır. O eşikte Allah'ın rahmetini kana kana yudumlamak ve kardeşlerine o rahmetten kâse kâse sunabilmekten daha büyük bir bahtiyarlık olabilir mi? Bütün bir insanlık, bu nimetle hayat bulmak için dört gözle bekleşmektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, kurtuluşa giden, İslâm'a açılan yol tevbe kapısından geçer.
Mevlâna'nın yüce mesajını anlamaya giden yol da tevbe kapısından geçer. O halde tevbe kapısı, İslâm'la Mevlâna gerçeğini buluşturan kurtuluş kapısıdır. Mevlâna, anlatılan mücerret İslâm'ı müşahhasa dönüştüren bir Allah dostundan başka birşey değil. Tabiî ki Mevlâna İslâm'ı kendi kemâli nisbetinde yansıtmıştır. Bu mânâda mutlak kâmil insan hiç şüphesiz Hz. Muhammed'dir (sav). Zira O, Allah Resulü olarak İslâm'ı en kâmil mânâda temsil ve tebliğ etmiştir. O, yaşayan Kur'an'dı. Mevlâna gibi peygamber varisleri de kendi kemalleri derecesinde yaşayan Kur'an olurlar.
Bütün bunlar, mü'mini tevbe kapısına taşımak içindir. Çünkü insanların çoğu, hatâ ve günah işlemekte maharetli oldukları halde, tevbe etmekte aynı hâli gösteremezler. Ne buyuruyor Allah Resûlü, bakınız: "Her insan hatâ eder, günah işler; fakat günah işleyenlerin en hayırlısı çok tevbe edenlerdir." Hele de insanlığın, hep başkasının günah beyannamesi ile meşgul olduğu bir zamanda, kişinin kendi hatâlarını görüp tevbe edebilmesi kadar hayırlı ne olabilir?
Mevlâna, yalnız iyi kulların değil, günahkarların da Hakk'ın dergahına iltica edip tevbe etmesini ister:
"Ya Rabbi; eğer sana yalnız muhsinler iltica ve niyaz ederlerse, mücrimler kime yalvarıp sığınsınlar!"
"Ey Kerim Allah; eğer sen dergah-ı izzetine yalnız iyileri kabul edersen, aşağılık ve günahkar kimseler nereye ağlayıp ilticada bulunsunlar!"
Ve Mevlâna ısrarla tevbe edilmesini ister: "Ömür defterini kararttıysan, önce yaptıklarına tevbe et / Ömrün geçtiyse, yıprandıysa, solduysa, kökü, bu soluktur; susuz kaldıysa tevbe suyuyla sula onu / Ömür köküne âb-ı hayat ver de yaşayış ağacı yeşersin / Bütün geçmişler bununla iyileşir, güzelleşir ki, bıldır zehir, bununla şeker kesilir / Allah, kötülüklerini değiştirir de o geçmişte yaptıkların iyilik olur, ibadet kesilir gider / Hoca Nasuh'un tevbesine bir hoşça dikkat et; canla tenle dinle onu / Şu Nasuh tevbesini benden duy; inanmışsındır ya yeniden inan."
Ne yazık ki bugün, mü'minin günahı üzerinde iz sürmek ciddî bir hastalık halini almıştır. Mü'minlerin birbirlerini sevmesinin rahmete vesile olacağı da bir gerçektir. Ancak çok ciddî hile ve tertiplerle, bu sevginin yok edilmeye çalışıldığı bir vakıadır. Yapılan tertiplerin başında "günah hafiyeliği"ni teşvik gelmektedir. Böylece mü'min, kendinden çok din kardeşinin günahlarıyla meşgul olmakta; kardeşine karşı şeytan ve yandaşlarıyla birlik oluşturmak gibi bir düşmanlığa itilmektedir. Ardından gıybet ve dedikodu seansları korkunç bir "kul hakkı"nı gündeme getirmektedir. Her ne türlü tevbe edilirse edilsin, o kuldan özür dileyip helallık alınmadığı müddetçe affedilmeyen "kul hakkı", kişinin ahiret hayatını belirlemede ilk sırayı almaktadır. Tevbe, rahmet kapısıdır. Mü'minlerin birbirini sevmesi ve devamında sağnak sağnak Allah'ın rahmetinin inmesi, o kapıya baş koymaktan geçer. Mü'minin yapacağı iş, kendini ve kırmadan dökmeden kardeşlerini bu kapının eşiğine taşımaktır. O eşikte Allah'ın rahmetini kana kana yudumlamak ve kardeşlerine o rahmetten kâse kâse sunabilmekten daha büyük bir bahtiyarlık olabilir mi? Bütün bir insanlık, bu nimetle hayat bulmak için dört gözle bekleşmektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, kurtuluşa giden, İslâm'a açılan yol tevbe kapısından geçer.
Mevlâna'nın yüce mesajını anlamaya giden yol da tevbe kapısından geçer. O halde tevbe kapısı, İslâm'la Mevlâna gerçeğini buluşturan kurtuluş kapısıdır. Mevlâna, anlatılan mücerret İslâm'ı müşahhasa dönüştüren bir Allah dostundan başka birşey değil. Tabiî ki Mevlâna İslâm'ı kendi kemâli nisbetinde yansıtmıştır. Bu mânâda mutlak kâmil insan hiç şüphesiz Hz. Muhammed'dir (sav). Zira O, Allah Resulü olarak İslâm'ı en kâmil mânâda temsil ve tebliğ etmiştir. O, yaşayan Kur'an'dı. Mevlâna gibi peygamber varisleri de kendi kemalleri derecesinde yaşayan Kur'an olurlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.