Ekonomimizi borsaya,dövize ve faize bağlı olmaktan dolayısı ile yabancılara bağımlı olmaktan kurtarmadığımız sürece daha çok kara çarşambalar, kara cumalar yaşayacağız herhalde. Sakın, hükümetin bu konuda herhangi bir tedbiri var mı diye sormayın... Türk medyası ekonominin iyiye gidip gitmediğine bu üç değişkene bakarak karar verir. Eğer döviz düşüyorsa her şey yolundadır. Borsa değer kazanıyorsa ülkede bayram havası vardır. Ve yine faizler düşmüşse tamamen düzlüğe çıktık demektir. Arkasından ülkemiz bir anda pat diye krize girer. Her şey tersine döner. Bu sefer de siyasi istikrarsızlıktan bahsedilir. Konu saptırılır.. Oysa hakikatte işler çok farklıdır. Eğer üretim azalıyorsa, tüketim daralmışsa, ithalat ile ihracat arasında açık artmaktaysa, stoklar artıyorsa ülkenin krize girmesi kaçınılmazdır. Maalesef bu gün ki tablo bu... Ekonomimizi borsaya,dövize ve faize bağlı olmaktan dolayısı ile yabancılara bağımlı olmaktan kurtarmadığımız sürece daha çok kara çarşambalar, kara cumalar yaşayacağız herhalde. Hükümetin bu konuda herhangi bir tedbiri var mı diye sormayın. Çünkü onlara göre ekonomi demek zaten, borsa, faiz, döviz demek. Dikkat edin ekonomi kurmaylarının ağzından her gün bu konularda bir çok açıklama duyuyoruz. Ama ya işsizlik problemi, ithalatın aşırı artması,borçlarımızın katlanması veya içeride talebin daralması v.b bu konularda kaç açıklama duydunuz ? Bu ve benzeri konuları raştırmacı yazar Ersal YAVİ ile konuştuk.YENİ MESAJ: Bir ülkenin kaynakları ve parası onun varlık ve bağımsızlığının simgesi olduğunu ve bunların değerini, denetimini koruma becerisini gösteremeyen ülkelerin para ile alınıp satıldığının altını çiziyorsunuz. Bu tesbitinizi ülkemiz açısından değrlendirir misiniz? YAVİ: IMF, Dünya Bankası, AB ve ABD'nin buyrukları, ekonomik programın sürdürülmesi, içeriden ve dışarıdan ortak çalışan para ve piyasa yapıcı, yağmacı aktörler Türkiye ekonomisini ve mali yapısını Zeplin balonu gibi şişirerek havalarda uçuruyorlar. Bu garip tabloya bir de AKP iktidarının deneyimsiz, denetimsiz, tutarsız politikaları eklenince, her şeyin başı olan maliyedeki disiplinsizlik ülkedeki tüm yapıları giderek artan türbülanslarla sarsmaktadır. Zaten küreselleşme fırtınası ile ortaya çıkan kıran kırana rekabet, asimetrik yapılar, yüksek teknoloji ve hızlı operasyonlar dünya genelinde güçsüz ve gelişmekte olan işletmeleri acımasızca vurmakta, iflaslar, işsizlik, talep daralması, yatırımların durmasıyla birlikte para talebindeki duraksama, faizlerin düşmesine, fonların boşta kalmasına neden olmaktadır.Öte yandan ulus ötesi şirketler doğrudan yatırım yapmak yerine, özelleştirme kapsamında satışı yapılan verimli işletmelere, üretim maliyetleri düşük, getirisi daha kârlı para piyasalarına yönelmekteler. Çekirge istilasına dönen bu saldırıya uğrayan ülkelerden biri de Türkiye...Bu süreçle birlikte ABD, AB ve Japonya'da sayısı 500 civarında olan ve Çok Uluslu Girişim (ÇUG) denilen bu şirketler dünyadaki toplam yatırımların %80'ini, ticaretin de %50'sini ele geçirdiler. Bunlar ya kendilerine ait veya onları destekleyen birer küresel ajan olan büyük finans, aracı ve derecelendirme kuruluşlarıyla ortak hareket ediyorlar. Kısacası Çok Uluslu Girişim tüm dünyayı kendisinin pazarı ve mülkiyeti haline getirme amaçlı zorlama ve güdümlü politikalarla "parasal faşizm" yaratmaktadır. Yabancı sermaye mi yağmacılık mı?Bu gerçeklik doğrultusunda aşağıda verilen bilgiler ve tablolarda görüleceği gibi doğrudan yatırımla hiçbir ilgisi olmayan ve "yabancı sermaye girişi" denilen yağmacılık ile "sıcak para" denilen spekülatif döviz fonlarının istilasına uğramış olan ülkemiz bu şirketlerin ve ajanlarının mali tutsaklığına düşmüş durumda. Finans Kulüp Başkanı Tevfik Altınok şöyle diyor: "Yabancı yatırımcının borsadaki bir yıllık getirisi %60. Devlet tahvili ve hazine bonosundaki getirisi %25 civarındaysa söylenecek pekbir şey kalmıyor demektir. Bugün global sermaye dünyanın neresine gidilirse gidilsin bu denli bir kazancı elde edemez. Düşük kur, yüksek faiz politikasına devam edildiği müddetçe sıcak para Türkiye'ye gelmeye devam edecektir."Türkiye panikteTürkiye'de bankacılık sektörünün %80'i, borsanın %76'sı yabancıların eline geçmiş durumda. Yabancı yatırımcıların(!) panik cehennemine çevirdiği Türkiye'den her an kaçabilecek 33 milyar dolar tutarındaki devlet kağıtları da yabancıların elinde olup Takasbankta saklanmaktalar. Bunlara bir güvence olarak gösterilen merkez bankasındaki 60 milyar dolara yaklaşan rezerv ise tamamen göstermelik. Çünkü Küresel aktörlerin ve IMF talimatlarıyla döviz alan merkez bankası hesabındaki (!) bu dövizler, yabancıların denetiminde orada yığılarak durdukça ulusal ekonomiye hiç bir yararı yok. (Zaten bu paranın tamamının da orada durduğu zannedilmesin.) Sadece spekülatif yabancı para hareketlerine kaynaklık eden, sıcak para kaçışının kasası durumundaki bu rezervler olası büyük sıcak para kaçışlarında ancak 510 milyar dolarlık kısmıyla etkili olabilir. Merkez Bankası'nın geçtiğimiz haftalarda çok konuşulan ve bir günde toplam rezervin 10'da 1'i tutarındaki 5.5 milyar dolarlık rekor düzeyindeki döviz alımının ardındaki gerçek şu. Bu operasyonun planlayıcılarının kimlerin olduğu resmen açıklanmasa da baş aktörler Raymond James, Deutschebank ve Citibank. Onları diğer yerli ve yabancılar izliyor. Operasyon emrinin ise Morgan Stanley'in müşterilerinden geldiğini piyasa koridorlarından öğreniyoruz. Bankanın bu müdahalesiyle iyi bir zamanlama ve taktik uygulayarak pozisyon açmak için fırsat kollayan piyasa oyuncuları büyük rantlar sağladılar. Bu spekülatörler YTL'ye dönerek bir iki gün içinde %2'ye yakın oranda (100 milyon dolardan fazla) para kazandılar. Oysa büyük miktarlarda yapılan bu operasyonu dolar ile dışarda yapsalardı yıl boyu beklemeleri gerekecekti.YENİ MESAJ: Merkez Bankası'nın 5.5 Milyar Dolar karşılığı yaklışık 6.6 Milyar değerli YTL nereye gitti?YAVİ: Rivayet muhtelif; ancak biz tahmin edelim. Bu paranın büyük bir bölümü gecelik faizin yüksekliği nedeniyle Merkez Bankası hesabında kaldı. Bir kısmı da Brezilya bonolarının piyasadan çekilecek olmasının yarattığı panik ile Türkiye hazine kağıtlarına gitti. Burada ilginç bir tespitimizi de belirtelim. 2003'ten bu yana 23 defa müdahale eden yani döviz alan Merkez Bankası'nın hesabına 37.7 milyar dolar geçti. Özellikle 22 Ocak 2005'ten itibaren bankanın her döviz alımı ardından borsaya yabancı para giriyor, endeks yükseliyor, döviz ve faiz düşüyor. Paniklenen spekülatörler sayesinde orta yerde tahterevalli oyunu oynanıyor. Borsa yukarı, döviz aşağı; döviz yukarı,borsa aşağı. Bu oyunlarda başı dönen ise Türkiye.(Market MakersMoney Makers)Yabancı piyasa yapıcılarının işgali ve ipoteği altındaki TürkiyeBankalar, fon veya kaynak fazlası olanlar ile bunlara ihtiyacı olanlara aracılık yaparlar. Yani para satarlar ve bu satıştan faiz adı altında para kazanırlar. Türkiye'yi yönetenler Batı kapitalizmiyle uyum sağlama ve küreselleşme adına para piyasaları ve bankacılıkla ilgili olarak 1980 sonrasında başlatılan ve son yıllarda giderek artan sayıda hukuka aykırı ve tartışmalı pek çok yasa çıkardılar. Bunlar her defasında bankacıların istediği şekilde oldu.Türk bankacılığı taşıdığı potansiyel sayesinde yabancı ortaklıklarda en fazla öne çıkan sektör. YKB, Dışbank, TEB, C Kredi ve Kalkınma Bankası yabancı ortaklık veya çoğunluk hisse satışı yaptı. 2006 yılında yabancı ortaklık veya çoğunluk hisse satışı operasyonlarının devam etmesi bekleniyor. Bu çerçevede kulislerde konuşulanlara bakılırsa Citibank, Dexia Bank, DZ Bank, Intesa, Deutsche Bank, Societe Generale ve Rabobank gibi büyük uluslararası bankalar, ortaklık için Türkiye'de arayış içinde. Yabancı ortaklık için masaya oturan aşağıdaki üç bankaya baktığımızda; Akbank, 17.5 milyar dolar. Denizbank 2 milyar 696 milyar dolar, Finansbank 5 milyar 362 milyon dolar piyasa değerinde. Son iki bankada çoğunluk hissesi satılabilir. Yarı yarıya ortaklık da olabilir. Yani elde kalanlar da yabancılarla evlenecekler. Ne diyelim hayırlı olsun (!)YENİ MESAJ: Türkiye'de gerekli politik, ekonomik ve sosyal stabilize sağlanmamış olmasına, potansiyel istikrarsızlıklara, bu alanlardaki parametrelerin ironik bir biçimde iyi gösterilmesine rağmen Türkiye'de neden yabancı bankacıların payı büyük bir hızla artmakta?YAVİ: General Electric, UniCreditto, BMP Paribas, Rabobant ve Fortis gibi yabancı bankalar 2005 yılında Türkiye'yi istila etmeye başladılar. Morgan Stanley ve Standart and Poors derecelendirme kuruluşları, "Türkiye'deki bankalar halen ucuz, satın alın" çağrısı yaptı. Ardından dünyanın önde gelen ABD merkezli yatırım bankası ve borsa aracı kuruluşlarından olan Merrill Lynch Türkiye'de yatırım bankası kurma kararı aldı. Bu nedenle BDDK ile görüştüler. Gerekli izin, yer ve kadro çalışmalarını sürdürüyor. Merrill Lynch dünyanın en başarılı para yönetim şirketlerinden Black Rock'ın %50'ye yakın hissesini satın alan ve 1 trilyon dolarlık fonu kontrol edebilen tek bir şirket. Yayınladığı "2006 yılı global ekonomi tahmin raporu"nda "Türkiye için tehlikenin cari açık veya petrol fiyatlarının artışı değil, erken veya zamanında yapılacak seçimde ortaya çıkabilecek parçalı meclis ve bunun sonucunda kurulabilecek muhtemel koalisyon hükümetleridir." diyor. Yani bu para karteli haddini aşarak Türkiye'nin nasıl yönetilebileceği konusunda siyaset yapmaktan da geri durmuyor. Bu durum söyleşinin başında da belirttiğimiz gibi mali denetimi yitiren devletler para ile alınır satılırlar gerçeğinin çok sayıdaki örneğinden sadece biri.Yabancı bankalar kendi pazarlarında büyüyemiyorlar. Gelişmekte olan para piyasaları ve ekonomilerdeki potansiyeli görerek bu ülkelerde yatırım yapmayı ve büyümeyi hedeflemiş durumdalar. Türkiye de bu hedef ülkelerden birisi. Mevcut nüfusu ve hızlı artışı, büyük bir pazar olması ile IMF çıpası ve Avrupa Birliği müzakere masasındaki Türkiye, yapılan yasal değişikliklerle risksiz ülkeler arasında görünmektedir. (Öte yandan 3U konseptiyle en ucuzlaştırılmış, en uydulaştırılmış, en uslandırılmış hale getirilme süreci devam etmektedir.)Türk bankacılık sektöründe yabancı oranı (2005 sonu itibariyle)BULGARİSTAN %18SLOVENYA %19MACARİSTAN %19ÇEK CUMHURİYETİ %20POLONYA %25TÜRKİYE %80RUSYA FEDERASYONU %85(Kaynak: Standart and Poors)Ulusal Bankacılığının %80'i yabancıların elinde olan Türkiye'ye karşın Avrupa Birliği'ne üye veya üye adayı olan Doğu Avrupa ülkelerinde bu oran %20 civarında olması çok dikkat çekici. Başta Almanya olmak üzere güçlü Batı Avrupa ülkelerinin ulusal bankacılık sektöründe böylesine ters yüz edilmiş bir oranı görmek mümkün değildir. Başta Ziraat Bankası olmak üzere kamu bankalarının özelleştirilmesi de programda. Geride kalan birkaç ulusal banka da yabancılarla anlaşmak üzere masaya oturmuş durumda. Oysa Türkiye'de 1980'de 4 yabancı banka vardı. Bunların 1995'teki mevduat payları %4'tü.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.