Kazım ÜSTÜN
'Ulusalüstü' kavramı 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir kavram. Birçok konu devletlerin kendi inisiyatiflerinden çıkmış devletler üstü bir alana taşınmış oldu. Gerekçesi ise bazı konuların artık belirli bir toplumun özelliği değil tüm insanlığın ortak değeri olması. Dolayısıyla dünyanın her yerinde bu değerlerin aynı ölçülere bağlı olması gerekir denilmektedir. İnsan hakları bunların başında gelmektedir. Öyle ki artık üniversitelerde 'Ulusalüstü insan hakları hukuku' dersi okutulmaktadır. AB maceramız başladığında artık bu çerçevede ulusal politikalarımız belirlenir oldu. AB'nin ulusalüstü politikacılarının değerlendirmelerine göre ulusal belge adı altında devlet politikamızı belirliyor; yaşayışımızın her alanını ulusalüstü kurallarla şekillendiriyoruz.
Ekonomide IMF'nin ulusalüstü bürokratları ülkemize gelip tütünü, şekeri, buğdayı, vs. nasıl üreteceğimizi kısaca kendi kaynaklarımızı nasıl kullanacağımızı belirlemekte ve Türkiye'yi mevzuata boğmaktadır. Yargıda ulusalüstü bir mahkeme olan AİHM'in içtihatlarını örnek almamız AB mevzuatına uyum için şart koşulmaktadır. Yine Tahkimle önemli bir yargısal konu ulusalüstü alana taşınmıştır. Egemenliğin ulusalüstü bir kurum olan AB'ye kısmen devri tartışılmaktadır. Artık her işimizi ulusalüstü politikalarla yürütüyoruz. Çünkü ulusalüstü bir kurum olan AB'ye girmek istiyoruz.
Peki uğruna ekonomiden kültüre, yargıdan yönetime, topyekün düzenimizde değişim yaşadığımız bu kavramın mahiyeti nedir? Basit olarak 'Ulusalüstü' kavramı: Globalizmin-küreselleşmenin hukuk terimiyle ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Yaygın bir inanışa göre küreselleşme yeni çağın bir getirisidir ve buna uymak kaçınılmazdır. Bu, medeniyetlerin evriminin bir neticesidir ve dünyada barış ancak bu şekilde olacaktır. Bu nedenle bütün devletler her yönüyle ortak bir payda da birleşmek zorundadırlar.
Burada Türkiye açısından iki saptama yapmak gerekir. Birincisi: Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundaki milli kimlik ve bağımsızlıktan tam bir sapma vardır. İkincisi: Ulusaüstü politikaların baş aktörleri 70 yıl önceki politikalarından vazgeçmemişlerdir. Mesela AB ülkelerinin dünkü hedefleri ne idi ise şimdi de aynı yönde ilerlemektedirler. Zira Avrupa devletlerinin ulusalüstü kurum oluşturma çabalarının tarihi kökleri vardır. 19. yy'da da birçok Avrupalı yazar eserlerinde Avrupa devletlerinin birliği fikrini işlemiş ve bunun yöntemlerini araştırmışlardır. Jean Monnet ve Schuman bu uğurda önemli adımlar atmışlardır. Winston Churchill de 1946'da Zürih Üniversitesinde yaptığı bir konuşmasında Avrupa Birleşik Devletleri hayalini dile getirmiştir.
Avrupa devletlerinin şimdiki politikaları da yine aynı paraleldedir. Bir röportajda Yunanistan Dışişleri Bakanlığı AB Genel Sekreteri İlias Plaskovitis: "Yunanlı federal bir Birleşik Avrupa istiyor...", "AB'ın yarınına gelince; Hedef Birleşik Avrupa, AB hiç şüphe yok ki, orta büyüklükte bir ülke olan Yunanistan'ın dış politikasına katkıda bulunuyor" demektedir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu da: "AB'deki dayanışma ilkesi politikamızı güçlendiriyor" demektedir ki Yunanistan'ın Ege ve Kıbrıs konusundaki dış politikası malumdur. AB'nin tarım, ekonomi ve kültür programları Avrupa devletlerinin ulusal programlarına hizmet etmektedir. Oysa Türkiye açısından değerlendirdiğimizde gümrük birliği tek taraflı olarak AB'nin işine yaramıştır. AB'nin Güneydoğu, azınlıklar ve soykırım iddiaları ile ilgili politikaları Türkiye'nin mili çıkarlarına tamamen terstir. Bu durumda AB, Türkiye'nin hangi dış politikasına katkıda bulunabilir ki. Terör konusundaki en son tavrı bunun en açıkça ortaya koymaktadır.
Demek ki dünden bugüne Avrupa devletleri milli politikalarından hiçbir şey feda etmemiştir. Olan şey kendi ulusal politikalarını Avrupa Birliği adı altında dünyaya kabul ettirmekten ibarettir.
Ulusalüstü politika üreticisi diğer bir aktör ise ABD'dir. BM ve NATO; ABD'nin de içinde olduğu ulusalüstü kurumlardır. Fakat ne hikmetse Amerikan'ın dünyanın herhangi bir bölgesindeki çıkarları tehlikeye girdiğinde NATO'nun 5. Maddesinin hukuki kapsamı değişebiliyor, BM antlaşmasının kuvvet kullanma yasağına ilişkin ilkesi rahatlıkla ihlal edilebiliyor. Diyebiliriz ki ABD uluslararası hukuku en fazla ihlal eden devlettir. Oysa Türkiye'nin tamamen hukuka uygun olan Kıbrıs'a müdahalesi ise kınanmaktadır.
Neticede ABD de; BM ve NATO ulusalüstü kurumları aracılığı ile aslında dünyada kendi ulusal politikasını uygulamıştır.
Vahim olan heyecanla sürüklendiğimiz ulusalüstü kurum uğruna ulusallık vasfımızı kaybetmekteyiz. Her IMF kredisi siyasi bir şartnameye dönüşüyor. Tartışmadan, enini boyunu kestirmeden kanun üstüne kanun çıkarıyoruz. Her adımda bağımlılığımız daha da artmaktadır. Avrupalı için bağımsızlık önemli olmayabilir, dolayısıyla oylamayla AB'ye devredilebilir; çünkü zaten kendilerini eskiden beri tek bir bünye olarak görmektedirler. Ama Türk milleti için bağımsızlık onun karakteridir. Oylanamaz. Tartışılamaz. Devredilemez.
'Ulusalüstü' kavramı 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir kavram. Birçok konu devletlerin kendi inisiyatiflerinden çıkmış devletler üstü bir alana taşınmış oldu. Gerekçesi ise bazı konuların artık belirli bir toplumun özelliği değil tüm insanlığın ortak değeri olması. Dolayısıyla dünyanın her yerinde bu değerlerin aynı ölçülere bağlı olması gerekir denilmektedir. İnsan hakları bunların başında gelmektedir. Öyle ki artık üniversitelerde 'Ulusalüstü insan hakları hukuku' dersi okutulmaktadır. AB maceramız başladığında artık bu çerçevede ulusal politikalarımız belirlenir oldu. AB'nin ulusalüstü politikacılarının değerlendirmelerine göre ulusal belge adı altında devlet politikamızı belirliyor; yaşayışımızın her alanını ulusalüstü kurallarla şekillendiriyoruz.
Ekonomide IMF'nin ulusalüstü bürokratları ülkemize gelip tütünü, şekeri, buğdayı, vs. nasıl üreteceğimizi kısaca kendi kaynaklarımızı nasıl kullanacağımızı belirlemekte ve Türkiye'yi mevzuata boğmaktadır. Yargıda ulusalüstü bir mahkeme olan AİHM'in içtihatlarını örnek almamız AB mevzuatına uyum için şart koşulmaktadır. Yine Tahkimle önemli bir yargısal konu ulusalüstü alana taşınmıştır. Egemenliğin ulusalüstü bir kurum olan AB'ye kısmen devri tartışılmaktadır. Artık her işimizi ulusalüstü politikalarla yürütüyoruz. Çünkü ulusalüstü bir kurum olan AB'ye girmek istiyoruz.
Peki uğruna ekonomiden kültüre, yargıdan yönetime, topyekün düzenimizde değişim yaşadığımız bu kavramın mahiyeti nedir? Basit olarak 'Ulusalüstü' kavramı: Globalizmin-küreselleşmenin hukuk terimiyle ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Yaygın bir inanışa göre küreselleşme yeni çağın bir getirisidir ve buna uymak kaçınılmazdır. Bu, medeniyetlerin evriminin bir neticesidir ve dünyada barış ancak bu şekilde olacaktır. Bu nedenle bütün devletler her yönüyle ortak bir payda da birleşmek zorundadırlar.
Burada Türkiye açısından iki saptama yapmak gerekir. Birincisi: Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundaki milli kimlik ve bağımsızlıktan tam bir sapma vardır. İkincisi: Ulusaüstü politikaların baş aktörleri 70 yıl önceki politikalarından vazgeçmemişlerdir. Mesela AB ülkelerinin dünkü hedefleri ne idi ise şimdi de aynı yönde ilerlemektedirler. Zira Avrupa devletlerinin ulusalüstü kurum oluşturma çabalarının tarihi kökleri vardır. 19. yy'da da birçok Avrupalı yazar eserlerinde Avrupa devletlerinin birliği fikrini işlemiş ve bunun yöntemlerini araştırmışlardır. Jean Monnet ve Schuman bu uğurda önemli adımlar atmışlardır. Winston Churchill de 1946'da Zürih Üniversitesinde yaptığı bir konuşmasında Avrupa Birleşik Devletleri hayalini dile getirmiştir.
Avrupa devletlerinin şimdiki politikaları da yine aynı paraleldedir. Bir röportajda Yunanistan Dışişleri Bakanlığı AB Genel Sekreteri İlias Plaskovitis: "Yunanlı federal bir Birleşik Avrupa istiyor...", "AB'ın yarınına gelince; Hedef Birleşik Avrupa, AB hiç şüphe yok ki, orta büyüklükte bir ülke olan Yunanistan'ın dış politikasına katkıda bulunuyor" demektedir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu da: "AB'deki dayanışma ilkesi politikamızı güçlendiriyor" demektedir ki Yunanistan'ın Ege ve Kıbrıs konusundaki dış politikası malumdur. AB'nin tarım, ekonomi ve kültür programları Avrupa devletlerinin ulusal programlarına hizmet etmektedir. Oysa Türkiye açısından değerlendirdiğimizde gümrük birliği tek taraflı olarak AB'nin işine yaramıştır. AB'nin Güneydoğu, azınlıklar ve soykırım iddiaları ile ilgili politikaları Türkiye'nin mili çıkarlarına tamamen terstir. Bu durumda AB, Türkiye'nin hangi dış politikasına katkıda bulunabilir ki. Terör konusundaki en son tavrı bunun en açıkça ortaya koymaktadır.
Demek ki dünden bugüne Avrupa devletleri milli politikalarından hiçbir şey feda etmemiştir. Olan şey kendi ulusal politikalarını Avrupa Birliği adı altında dünyaya kabul ettirmekten ibarettir.
Ulusalüstü politika üreticisi diğer bir aktör ise ABD'dir. BM ve NATO; ABD'nin de içinde olduğu ulusalüstü kurumlardır. Fakat ne hikmetse Amerikan'ın dünyanın herhangi bir bölgesindeki çıkarları tehlikeye girdiğinde NATO'nun 5. Maddesinin hukuki kapsamı değişebiliyor, BM antlaşmasının kuvvet kullanma yasağına ilişkin ilkesi rahatlıkla ihlal edilebiliyor. Diyebiliriz ki ABD uluslararası hukuku en fazla ihlal eden devlettir. Oysa Türkiye'nin tamamen hukuka uygun olan Kıbrıs'a müdahalesi ise kınanmaktadır.
Neticede ABD de; BM ve NATO ulusalüstü kurumları aracılığı ile aslında dünyada kendi ulusal politikasını uygulamıştır.
Vahim olan heyecanla sürüklendiğimiz ulusalüstü kurum uğruna ulusallık vasfımızı kaybetmekteyiz. Her IMF kredisi siyasi bir şartnameye dönüşüyor. Tartışmadan, enini boyunu kestirmeden kanun üstüne kanun çıkarıyoruz. Her adımda bağımlılığımız daha da artmaktadır. Avrupalı için bağımsızlık önemli olmayabilir, dolayısıyla oylamayla AB'ye devredilebilir; çünkü zaten kendilerini eskiden beri tek bir bünye olarak görmektedirler. Ama Türk milleti için bağımsızlık onun karakteridir. Oylanamaz. Tartışılamaz. Devredilemez.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.