Kamil insan portresi
Gerek icmâl, gerek tafsil sureti ile iman eden kimse mü'mindir, müslimdir. Ancak Allah'a, Peygambere, Kur'ana ve din hükümlerine hakaret etmek, bunlardan biri ile alay etmek, tezyifte bulunup küçümsemek dinden çıkmayı gerektirdiği gibi, haram olduğu kat'i delille bilinen bir şeyi helâl kabul etmek veya helâl olduğu kat'i delille bilinen bir şeyi haram kabul etmek de aynı şekilde küfürdür, dinden çıkıştır. Bu gibiler, tevbe edip imanlarını tazelemedikçe günahları bağışlanmaz. Amma mü'min olan kimsenin işlediği günah, onu imandan çıkarmaz; çünkü işlediği şeyin günah olduğuna inanmaktadır; üstelik tevbe etmek azmindedir. Böyle günahkar müminlerden, Allah dilediğininin günahını bağışlar, dilediğine de azab eder. Günahkâra azab etmek veya sevab işleyene mükafat vermek, Allah Teâlâ üzerine vacib olmaz; nitekim hiç bir şey üzerine vacib olmadığı gibi. Adâleti ile azab eder, lütfu ile mükafat verir. Hz. Peygamberin ve O'nun ashabının üzerinde bulundukalrı inanç yolu budur. Buna Ehl-i Sünnet itikadı ve inancı denir. Ehl-i Sünnet inancı dışında doğup gelişen diğer İslâm fırkaları, hak yoldan sapmış sayılırlar. Cenab-ı Hak, Peygamberin ve ashabının üzerinde bulundukları gerçek yolu bize gösterip ona uymamızı, batılı da batıl gösterip ondan kaçınmamızı bize nasip buyursun...
Buraya kadar ulûhiyet gerçeği çerçevesinde iman esaslarını ve bu esasların kâmil insanın yetişmesinde nasıl müessir olduklarını özetle vurgulamağa çalıştık. Anlaşılmaktadır ki; kendini (insanı) ihya, âlemi imar edecek mükellef ve mükemmel insan (gerçek mümin), ancak İslâm'ın ortaya koyduğu ve Veda Hutbesi'nde de zikredilen gerçek iman (Tevhid inancı) sayesinde yetişir. Hak ve adâlet, insanlıkta huzur ve sükûn ancak bu insanın eliyle gerçekleşir.
Aksi durumda, yani kâmil mükellef insanın olmadığı yerde hak ve adâlet teorik olarak kalmağa mahkûmdur. Evrensel beyannamelerin kağıt üzerinde kalmaları, tatbik imkanı bulamamaları gibi...
Kâmil insan unsurunun en önemli ve temel vasfı olan iman nimetinin açılması; iman esaslarının insan ruhunda nasıl tesir icra ettiği; nefsin murakabe ve muhasebe ile mutlak hesap gününe hazırlanması; bu murakabe ve sorumluluk anlayışı içerisinde nefsini temizleyen örnek insan (gerçek mü'min)'in hak ve hürriyetler konusunda nasıl hassas ve adil olacağı ve emniyet telkin edeceği ve bütün bu hususlarda sözkonusu bu mükemmel insanın, insanlık adına nasıl hak ve adâletin teminatı olacağı Veda Hutbesi'nin mânâsı çerçevesinde açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.
Prof. Dr. Haydar BAŞ
Gerek icmâl, gerek tafsil sureti ile iman eden kimse mü'mindir, müslimdir. Ancak Allah'a, Peygambere, Kur'ana ve din hükümlerine hakaret etmek, bunlardan biri ile alay etmek, tezyifte bulunup küçümsemek dinden çıkmayı gerektirdiği gibi, haram olduğu kat'i delille bilinen bir şeyi helâl kabul etmek veya helâl olduğu kat'i delille bilinen bir şeyi haram kabul etmek de aynı şekilde küfürdür, dinden çıkıştır. Bu gibiler, tevbe edip imanlarını tazelemedikçe günahları bağışlanmaz. Amma mü'min olan kimsenin işlediği günah, onu imandan çıkarmaz; çünkü işlediği şeyin günah olduğuna inanmaktadır; üstelik tevbe etmek azmindedir. Böyle günahkar müminlerden, Allah dilediğininin günahını bağışlar, dilediğine de azab eder. Günahkâra azab etmek veya sevab işleyene mükafat vermek, Allah Teâlâ üzerine vacib olmaz; nitekim hiç bir şey üzerine vacib olmadığı gibi. Adâleti ile azab eder, lütfu ile mükafat verir. Hz. Peygamberin ve O'nun ashabının üzerinde bulundukalrı inanç yolu budur. Buna Ehl-i Sünnet itikadı ve inancı denir. Ehl-i Sünnet inancı dışında doğup gelişen diğer İslâm fırkaları, hak yoldan sapmış sayılırlar. Cenab-ı Hak, Peygamberin ve ashabının üzerinde bulundukları gerçek yolu bize gösterip ona uymamızı, batılı da batıl gösterip ondan kaçınmamızı bize nasip buyursun...
Buraya kadar ulûhiyet gerçeği çerçevesinde iman esaslarını ve bu esasların kâmil insanın yetişmesinde nasıl müessir olduklarını özetle vurgulamağa çalıştık. Anlaşılmaktadır ki; kendini (insanı) ihya, âlemi imar edecek mükellef ve mükemmel insan (gerçek mümin), ancak İslâm'ın ortaya koyduğu ve Veda Hutbesi'nde de zikredilen gerçek iman (Tevhid inancı) sayesinde yetişir. Hak ve adâlet, insanlıkta huzur ve sükûn ancak bu insanın eliyle gerçekleşir.
Aksi durumda, yani kâmil mükellef insanın olmadığı yerde hak ve adâlet teorik olarak kalmağa mahkûmdur. Evrensel beyannamelerin kağıt üzerinde kalmaları, tatbik imkanı bulamamaları gibi...
Kâmil insan unsurunun en önemli ve temel vasfı olan iman nimetinin açılması; iman esaslarının insan ruhunda nasıl tesir icra ettiği; nefsin murakabe ve muhasebe ile mutlak hesap gününe hazırlanması; bu murakabe ve sorumluluk anlayışı içerisinde nefsini temizleyen örnek insan (gerçek mü'min)'in hak ve hürriyetler konusunda nasıl hassas ve adil olacağı ve emniyet telkin edeceği ve bütün bu hususlarda sözkonusu bu mükemmel insanın, insanlık adına nasıl hak ve adâletin teminatı olacağı Veda Hutbesi'nin mânâsı çerçevesinde açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.
Prof. Dr. Haydar BAŞ