Allah Haktır
İbadete lâyık olan yalnız Allah'tır. O'ndan başkasına tapınmak; kötülüğün, cehaletin en büyüğüdür. Zira, Allah haktır. En büyük gerçek, Cenab-ı Hakk'ın varlığı ve birliğidir. Her gerçek bundan kaynaklanır. Bu hakikatı ifade bakımından Allahu Teâlâ'nın bir ismi de "Hak" olmuştur.
Bu ismin iki önemli neticesi vardır:
a) Allah Hakk'tır. Bütün yönelişler O'nadır. Herşey O'ndan gelmiş ve O'na rücû' edecektir. O'na yöneliş, bütün hayırların esası ve müsbetlerin köküdür. Bu sebeple yalnız O'na yönelmek esas olmuştur ki, bu, hak ve hakikatın en vurgulu ifadesidir. Bütün ilmin ve gerçeğin menşeidir.
"O Allah'tır, şüphesiz hak olan. Ve O'ndan gayri ibadet ettikleri, şüphesiz ki batıldır. Yüce ve büyük olan Allah, ancak O'dur.
b) Allah, bu kâinatı "Hâk" ile yarattı; ilim ve hikmet üzere bina etti. Bu varlık, bu gerçek O'nun bâtıl mahlûkatıyla perdelenemez.
"Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır."
"Ey Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın, seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz."
Cenab-ı Hakk'ın "Hak" olması, bu kâinatı hak ile yaratmasını gerektirdiğinden âlem de "hak" ile yaratıldı. Bunun en anlamlı ve pratik ifadesi, şu mükemmel kainattır. âlemdeki nizam ve intizamın, ilmin ve hikmetin mükemmelliği, ilim sahalarının konusu olmuş ve âlimleri hayrette bırakmıştır.
Alemdeki hak ve adâlet vâkıası, insanı da hak ve adâlet üzerine eğilmeğe sevkeder. Bunun da iki önemli sonucu vardır: Birincisi, insanın hayat ve kainat görüşünün hak ve haklı olmasını; ikincisi de, hak ve adâletin nefis ve cemiyet planında hakim kılınmasını gerektirir.
Bütün bunlar ise; mükellef, olgun, vasıflı insanın hayat görüşünü ve icra edeceği tarihi misyonu ifade eder.
Gerçek ilim, hikmet, doğru ve hakikat, batıla saplananların hevesine göre değişmez. Hakikatler, Allah'ın iradesiyle muhkem kanunlara istinat ederler ve Allahu Teâlâ'nın sonsuz irade ve kudretinin sonucu olarak vardırlar. Bu sebeple, insanın heva ve hevesine tâbi olmazlar. Bu bize şunu öğretir: İrade hak adına ve hak istikamette kullanılmalıdır. Hakk'ın ikamesi ve yerleşmesi adâlettir. âdil olmada asıl unsur, imandır. İnanmayanlar, mutlak mânâda âdil olamazlar.
İnsan zaaflarla malüldür. Hak ve adalet ise zaaf kabul etmez. Hak ve hakikat nezdinde insan hisleri ve şahsî yorumları her an hataya düşebilir.
"Eğer Hak, onların heveslerine tâbi olsaydı, gökler yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi."
Veda Hutbesiyle vurgulanan ulûhiyet ve Tevhid gerçeği, mutlak hakkı temsil ediyor ve her devirde şirk ve inkârın her türlüsüne en büyük darbeyi indiriyordu.
"Hayır, biz hakkı bâtılın tepesine (indirip) atarız da; o, bunun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki; bu, yok olup gitmiştir".
Demek, Veda Hutbesi, en büyük ezelî ve ebedî hakikatın teyidi ve esas alınmasıyla başlıyor. Zira, her gerçek, doğru ve güzel bu esastan kaynaklanacaktır.
Prof. Dr. Haydar BAŞ
İbadete lâyık olan yalnız Allah'tır. O'ndan başkasına tapınmak; kötülüğün, cehaletin en büyüğüdür. Zira, Allah haktır. En büyük gerçek, Cenab-ı Hakk'ın varlığı ve birliğidir. Her gerçek bundan kaynaklanır. Bu hakikatı ifade bakımından Allahu Teâlâ'nın bir ismi de "Hak" olmuştur.
Bu ismin iki önemli neticesi vardır:
a) Allah Hakk'tır. Bütün yönelişler O'nadır. Herşey O'ndan gelmiş ve O'na rücû' edecektir. O'na yöneliş, bütün hayırların esası ve müsbetlerin köküdür. Bu sebeple yalnız O'na yönelmek esas olmuştur ki, bu, hak ve hakikatın en vurgulu ifadesidir. Bütün ilmin ve gerçeğin menşeidir.
"O Allah'tır, şüphesiz hak olan. Ve O'ndan gayri ibadet ettikleri, şüphesiz ki batıldır. Yüce ve büyük olan Allah, ancak O'dur.
b) Allah, bu kâinatı "Hâk" ile yarattı; ilim ve hikmet üzere bina etti. Bu varlık, bu gerçek O'nun bâtıl mahlûkatıyla perdelenemez.
"Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır."
"Ey Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın, seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz."
Cenab-ı Hakk'ın "Hak" olması, bu kâinatı hak ile yaratmasını gerektirdiğinden âlem de "hak" ile yaratıldı. Bunun en anlamlı ve pratik ifadesi, şu mükemmel kainattır. âlemdeki nizam ve intizamın, ilmin ve hikmetin mükemmelliği, ilim sahalarının konusu olmuş ve âlimleri hayrette bırakmıştır.
Alemdeki hak ve adâlet vâkıası, insanı da hak ve adâlet üzerine eğilmeğe sevkeder. Bunun da iki önemli sonucu vardır: Birincisi, insanın hayat ve kainat görüşünün hak ve haklı olmasını; ikincisi de, hak ve adâletin nefis ve cemiyet planında hakim kılınmasını gerektirir.
Bütün bunlar ise; mükellef, olgun, vasıflı insanın hayat görüşünü ve icra edeceği tarihi misyonu ifade eder.
Gerçek ilim, hikmet, doğru ve hakikat, batıla saplananların hevesine göre değişmez. Hakikatler, Allah'ın iradesiyle muhkem kanunlara istinat ederler ve Allahu Teâlâ'nın sonsuz irade ve kudretinin sonucu olarak vardırlar. Bu sebeple, insanın heva ve hevesine tâbi olmazlar. Bu bize şunu öğretir: İrade hak adına ve hak istikamette kullanılmalıdır. Hakk'ın ikamesi ve yerleşmesi adâlettir. âdil olmada asıl unsur, imandır. İnanmayanlar, mutlak mânâda âdil olamazlar.
İnsan zaaflarla malüldür. Hak ve adalet ise zaaf kabul etmez. Hak ve hakikat nezdinde insan hisleri ve şahsî yorumları her an hataya düşebilir.
"Eğer Hak, onların heveslerine tâbi olsaydı, gökler yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi."
Veda Hutbesiyle vurgulanan ulûhiyet ve Tevhid gerçeği, mutlak hakkı temsil ediyor ve her devirde şirk ve inkârın her türlüsüne en büyük darbeyi indiriyordu.
"Hayır, biz hakkı bâtılın tepesine (indirip) atarız da; o, bunun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki; bu, yok olup gitmiştir".
Demek, Veda Hutbesi, en büyük ezelî ve ebedî hakikatın teyidi ve esas alınmasıyla başlıyor. Zira, her gerçek, doğru ve güzel bu esastan kaynaklanacaktır.
Prof. Dr. Haydar BAŞ
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.