Sanıyorum ki 2001 yıllarıydı. 24 Kasım Öğretmenler Gününde bir yanlışa parmak basmıştım. Aradan 20 yıl geçti aynı yanlış üzerinde ısrarcıyım. Ama o salonda benim taşımalı eğitime karşı çıkışıma iktidar tarafından atanmış bürokratlar tepki göstermişlerdi. Evet, o arkadaşların çoğu da benim gibi düşünüyorlardı ama koltuklarından korktukları için benim uyarıma katılmamışlardı.
Öğretmeni yalnızca öğrencisine ders veren birisi olarak gördüğümüz zaman "Taşımalı Eğitim'e" evet demekte sakınca göremezsiniz. Ama öğretmeni bir ışık, ülkesini aydınlatan bir birey olarak görürseniz siz de benim gibi taşımalı eğitime karşı olursunuz.
Önce köyleri boşalttık. Sözüm ona sanayi toplumu olmuştuk ya. Birtakım umutlarla köyden göç ettirdiğimiz insanları şehirlere taşıdık. Şehirlerde "Varoş" denilen yerleşim alanları oluşturduk. Şehirlerimizin estetik özelliğini, güzelliğini bozduk. Hani bir söz vardır ya, "Köyden indim şehre, şaşırdım birden bire." Köyden umutlarla kopup gelen o insanlar, sudan çıkmış balık gibi ortada kaldılar. Daha doğrusu o insanları sokaklarda biz bıraktık.
Köyün kendine göre gelenekleri, görenekleri vardır. Komşuluk ilişkileri, yardımlaşma duygusu köylerimizde güçlüdür. Feodal yapının getirdiği bu sağlam ilişkileri yok ettik. Şehre taşınan o insanlar, ne şehirli gibi, ne de köyündeki gibi yaşayabildiler. Yardımlaşmayı, komşuluk ilişkilerini yozlaştırdılar.
Köyden gelen veya umutlarla şehre getirilen insanlar, işsiz kaldılar. Çünkü ülkemizde o insanların çalışacakları fabrikalar yoktu. Var olanlar da özelleştirilerek satıldı. Alanlar da genellikle yabancılar oldu.
1970'lerde nüfusumuzun yüzde 70'i köylerde yaşardı. Ürettiğini satamazsa bile kendi gereksinimini karşılardı. Tarlasından buğdayını, mısırını, arpasını, lahanasını, patatesini, nohudunu, fasulyesini alırdı. Ahırındaki ineğinden sütünü, yağını, yoğurdunu elde ederdi. Ya şimdi? O üreten insanlar, yalnız tüketici oldular. Doğal olarak da samandan, soğana kadar her şeyi ithal eder duruma düştük.
Gelelim okullarımıza. Şimdiki bahane şu: Köyde yaşayan insan yok. Öğrenci de yok. Varsa da bir okulun açılmasını sağlayacak düzeyde değil. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Okul, TC Devleti'nin kurumudur. Oradaki öğretmenler o köyde devleti temsil ederler. Okulun önündeki gönderde Türk bayrağı dalgalanır. O köyün, oradaki insanların TC Devleti'ne ait olduğunu o bayrak simgeler.
Öğretmen, köyde yaşayan insanların rehberidir. Yaşama biçimiyle, kültürü ile giyim kuşamı ile köy insanına örnektir. O köyde yaşayan insanların çocuklarını, geleceğe hazırlayan kişidir de.
Ama köylerde terk edilmiş binlerce okul, ya muhtarın samanlığı veya ahırı durumuna getirilmiştir. COVID-19 nedeniyle faal durumda olan okullarımızın yeterli olmadığından yetkililer dert yanarlar. İşte geldik başa. "Perşembenin geleceği çarşambadan bellidir" sözümüz var ya. Yaz boyunca atıl duruma getirilmiş okullarımızı yeniden düzenleseydik o okulları yeniden açsaydık, eğitim açısından tayin bekleyen öğretmenlerin o köylere atamalarını yapsaydık. Şu andaki çıkmazı yaşamazdık.
Yanlışın neresinden dönersek kârdır.
Ne dersiniz?
- Ulusal günümüz ve çocuklarımız / 24.04.2023
- Neden köy enstitüleri? / 19.04.2023
- Lider olmak kolay mı? / 06.04.2023
- Doğru paylaşmak / 27.03.2023
- Bir ulusun direnişi (18 Mart) / 20.03.2023
- Okullarımız / 13.03.2023
- Önemli olan sistemdir / 01.03.2023
- İnsan olmak / 20.02.2023
- Dağ başını duman aldı / 12.02.2023