Savaşların, galiplere de çok şey kaybettirdiği, zarar verdiği, bilinen bir gerçektir. Günümüzde ise bu kayıp ve zararlar daha çok olmaktadır. Çünkü savaşlarda teknolojisi üstün silâhlar kullanılmaktadır. Bundan dolayı küresel güçler, savaşmak yerine, kendi hesabına başkalarını, özellikle de Müslümanları savaştırmaya çalışıyorlar. Bunu da daha çok, iç savaş ve terör çıkartarak yapıyorlar. Maalesef, Müslüman halkların yaşadığı Ortadoğu, bu konuda öncelikli ve önemli seçilmiş hedeflerin başındadır.
Küresel güçler, bu hedeflerini gizliyorlar mı?
Hayır, gizlemeye hiç gerek duymuyorlar. ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 11 Eylül olayından sonra şöyle demişti: “Bu savaş, Müslümanlarla Hıristiyanların değil, Müslümanlarla Müslümanların savaşı olacaktır.” The New York Times yazarı Thomas L. Friedman da, “İslâm’ın aşırılıkçılığa son vermesi için iç savaşa ihtiyacı vardır” diyor.
Aşırı kabul edilen, gerçek İslâm’dır. Buna karşı kim savaşacak?
ABD’nin işbirlikçisi ılımlı İslâmcılar. Sünnilik adına Şii Müslümanlarla savaşacak, daha doğrusu savaştırılacak, böylece iç savaş çıkartılacak, Müslüman Müslüman’a kırdırılacak. Oyunun özü ve özeti işte budur. Bir başka ifade ile Müslümanlar, ABD’nin yanında olan ve olmayan diye tasnif edilmişler. Bu oyunu bozan, yani ABD’nin yanında yer almayan, onun için de şer ekseni olarak nitelendirilen, gerçekte direniş ekseni olan İran, Suriye ve Hizbullah var. Söz konusu eksenin zayıf halkası Suriye görüldüğü için ilk önce hedefe o konulmuştur.
Burada ilginç olan Türkiye’nin yanlış safta, yani Suriye’nin karşısında yer almasıdır. Hâlbuki Türkiye, son zamanlarda Suriye ile çok iyi ilişkiler geliştirmişti. Öyle ki bu ilişkiler, dostluk ve ziyaretler, Başbakanımız ve Suriye Devlet Başkanı’nın ailelerini de kapsayan düzeye vardırılmıştı. Ne oldu ki, bu ilişkiler düşmanlığa tebdil edildi? Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, ilişkilerde samimiyet yoktu. Maksat, Suriye’nin gönül rızasıyla eksenden koparılmasıydı.
Bunu gören Suriye Devlet Başkanı haklı olarak, “Ben değişmedim, değişen Türkiye’nin Başbakanıdır” diyor. Suriye, söylendiği şekilde reformlar yapsa ve fakat aynı eksende kalsaydı ABD, yine ona düşmanlığı sürdürecek ve yine iç savaş çıkarmak için elinden geleni ardına koymayacaktı. Nitekim Suriye’de bir dizi reform yapılmış, ama hiçbiri olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmemiş. Dahası, devletlerin yönetim biçimi, kendi iç meselesi değil mi?
Evet, Türkiye gerçekten çok yanlış bir safta ve çok yanlış bir yolda ilerliyor. Baksanıza Türkiye, Suriye’deki isyancıların kurduğu ‘Özgür Suriye Ordusu’nu ve ‘Ulusal Konsey’i resmen tanıyor ve destekliyor. Peki, devletler hukukuna göre bu, ne anlam ifade ediyor? Kendimizi Suriye’nin yerine koyarak düşünelim. Aynı şeyi Suriye bize yapsa, tavrımız ne olur? Suriye’nin misilleme hakkı yok mu? Suriye, tehdit algılamasını yüksek tutsa ve Türkiye’nin yaptıklarını, savaş sebebi veya savaş ilânı saysa, ne olur? Savaş sebebini ve ilânını geçelim, yapılanlar dostluğa, kardeşliğe ve komşuluğa sığıyor mu? Suriye’deki iç savaşı, ABD ile İsrail’in birlikte tezgâhladığını, bunun Irak ve Libya’daki senaryonun bir parçası olduğunu bilmiyor muyuz?
Son yıllarda, dünyada yeni bir kamplaşma ve bloklaşma temelleri atılıyor. Başka bir deyimle karışıklık ve belirsizlik her tarafı kaplamış durumda. Böyle durumlarda devletler, teenni ile hareket eder, itidali elden bırakmaz. Hele çatışma ve savaşa yol açabilecek davranışlardan şiddetle kaçınırlar. Çünkü bilirler ki, savaşlar bulaşıcıdır. Sadece komşulara değil, komşu olmayanlara da bulaşır. Savaş ortamı oluşunca ufak bir kıvılcım bile savaşı ateşleyebilir. Avusturya veliahdı Ferdinand’ın öldürülmesinin Birinci Dünya Savaşı’nı başlattığı gibi. Görülen o ki, Türkiye, böyle bir dünya savaşına yol açabilecek bir ateşle oynuyor.
Dileriz, ateşle oyun olmayacağı, yangın çıkmadan önce anlaşılır.
Küresel güçler, bu hedeflerini gizliyorlar mı?
Hayır, gizlemeye hiç gerek duymuyorlar. ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 11 Eylül olayından sonra şöyle demişti: “Bu savaş, Müslümanlarla Hıristiyanların değil, Müslümanlarla Müslümanların savaşı olacaktır.” The New York Times yazarı Thomas L. Friedman da, “İslâm’ın aşırılıkçılığa son vermesi için iç savaşa ihtiyacı vardır” diyor.
Aşırı kabul edilen, gerçek İslâm’dır. Buna karşı kim savaşacak?
ABD’nin işbirlikçisi ılımlı İslâmcılar. Sünnilik adına Şii Müslümanlarla savaşacak, daha doğrusu savaştırılacak, böylece iç savaş çıkartılacak, Müslüman Müslüman’a kırdırılacak. Oyunun özü ve özeti işte budur. Bir başka ifade ile Müslümanlar, ABD’nin yanında olan ve olmayan diye tasnif edilmişler. Bu oyunu bozan, yani ABD’nin yanında yer almayan, onun için de şer ekseni olarak nitelendirilen, gerçekte direniş ekseni olan İran, Suriye ve Hizbullah var. Söz konusu eksenin zayıf halkası Suriye görüldüğü için ilk önce hedefe o konulmuştur.
Burada ilginç olan Türkiye’nin yanlış safta, yani Suriye’nin karşısında yer almasıdır. Hâlbuki Türkiye, son zamanlarda Suriye ile çok iyi ilişkiler geliştirmişti. Öyle ki bu ilişkiler, dostluk ve ziyaretler, Başbakanımız ve Suriye Devlet Başkanı’nın ailelerini de kapsayan düzeye vardırılmıştı. Ne oldu ki, bu ilişkiler düşmanlığa tebdil edildi? Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, ilişkilerde samimiyet yoktu. Maksat, Suriye’nin gönül rızasıyla eksenden koparılmasıydı.
Bunu gören Suriye Devlet Başkanı haklı olarak, “Ben değişmedim, değişen Türkiye’nin Başbakanıdır” diyor. Suriye, söylendiği şekilde reformlar yapsa ve fakat aynı eksende kalsaydı ABD, yine ona düşmanlığı sürdürecek ve yine iç savaş çıkarmak için elinden geleni ardına koymayacaktı. Nitekim Suriye’de bir dizi reform yapılmış, ama hiçbiri olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmemiş. Dahası, devletlerin yönetim biçimi, kendi iç meselesi değil mi?
Evet, Türkiye gerçekten çok yanlış bir safta ve çok yanlış bir yolda ilerliyor. Baksanıza Türkiye, Suriye’deki isyancıların kurduğu ‘Özgür Suriye Ordusu’nu ve ‘Ulusal Konsey’i resmen tanıyor ve destekliyor. Peki, devletler hukukuna göre bu, ne anlam ifade ediyor? Kendimizi Suriye’nin yerine koyarak düşünelim. Aynı şeyi Suriye bize yapsa, tavrımız ne olur? Suriye’nin misilleme hakkı yok mu? Suriye, tehdit algılamasını yüksek tutsa ve Türkiye’nin yaptıklarını, savaş sebebi veya savaş ilânı saysa, ne olur? Savaş sebebini ve ilânını geçelim, yapılanlar dostluğa, kardeşliğe ve komşuluğa sığıyor mu? Suriye’deki iç savaşı, ABD ile İsrail’in birlikte tezgâhladığını, bunun Irak ve Libya’daki senaryonun bir parçası olduğunu bilmiyor muyuz?
Son yıllarda, dünyada yeni bir kamplaşma ve bloklaşma temelleri atılıyor. Başka bir deyimle karışıklık ve belirsizlik her tarafı kaplamış durumda. Böyle durumlarda devletler, teenni ile hareket eder, itidali elden bırakmaz. Hele çatışma ve savaşa yol açabilecek davranışlardan şiddetle kaçınırlar. Çünkü bilirler ki, savaşlar bulaşıcıdır. Sadece komşulara değil, komşu olmayanlara da bulaşır. Savaş ortamı oluşunca ufak bir kıvılcım bile savaşı ateşleyebilir. Avusturya veliahdı Ferdinand’ın öldürülmesinin Birinci Dünya Savaşı’nı başlattığı gibi. Görülen o ki, Türkiye, böyle bir dünya savaşına yol açabilecek bir ateşle oynuyor.
Dileriz, ateşle oyun olmayacağı, yangın çıkmadan önce anlaşılır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018