23 Nisan 2025'te Marmara Denizi'nde meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki deprem, İstanbul başta olmak üzere çevre illerde büyük korkuya yol açtı. Sarsıntı sonrası 74 binden fazla yurttaş geçici olarak okullara yerleştirildi. Doğal Afet Sigortaları Kurumu'na (DASK) yapılan başvurulara göre, İstanbul'da 2.062 konut hasar gördü. Bilim insanları ve uzmanlar, beklenen büyük Marmara depremine karşı yeniden uyarılarda bulunarak, afet bilinci ve hazırlığın önemini bir kez daha gündeme taşıdı.
İstanbul, 16 milyona yaklaşan nüfusu, eski yapı stoku ve aktif fay hatlarına olan yakınlığıyla yalnızca Türkiye'nin değil, dünyanın da en riskli metropollerinden biri olarak kabul ediliyor. Uzmanlara göre beklenen büyük Marmara depremi artık "bir gün olacak" değil, "her an olabilir" düzeyinde bir tehdide dönüşmüş durumda. Ancak bu bilimsel uyarılara rağmen, İstanbul'daki kentsel dönüşüm süreci halen beklenen hızda ilerleyemiyor.
Bunun en temel nedeni ise dönüşümün yalnızca teknik ya da imar odaklı değil; aynı zamanda bir finansman sorunu olması. Bugün İstanbul'da bir konutun yeniden ortalama 2,5 ila 3 milyon TL'ye mal oluyor. Bu da yaklaşık 80.000 ila 100.000 dolarlık bir harcama anlamına geliyor. Devletin "Yarısı Bizden" kampanyası kapsamında sunduğu 700 bin TL hibe ve 700 bin TL faizsiz kredi desteği, her ne kadar önemli bir başlangıç olsa da bu destekler çoğu zaman toplam maliyetin yarısını dahi karşılamıyor. Geriye kalan tutar, vatandaşın omzuna yükleniyor. Gerçek şu ki İstanbul'da yaşayan milyonlarca insan sabit gelirli çalışanlar, emekliler ya da küçük esnaflardan oluşuyor.
Ortalama hane geliri, böyle bir dönüşüm sürecine girebilecek seviyede değil. Kira yardımı, geçici barınma, inşaat süresi boyunca finansal dayanıklılık ve kredi geri ödemeleri gibi süreçler, dar gelirli yurttaş için neredeyse altından kalkılamaz yükler haline geliyor. Bugün itibarıyla İstanbul'da kentsel dönüşüme ihtiyaç duyan yapıların sahiplerinin yüzde 60'tan fazlasının, bu süreci kendi ekonomik gücüyle finanse edemeyeceği öngörülüyor. İstanbul'daki kentsel dönüşüm yalnızca bir inşaat veya mühendislik meselesi değildir. Bu, açıkça bir sosyal adalet meselesidir. Bugün riskli binalarda yaşayan milyonlarca insan, yaşamak istediği değil, yaşayabildiği binalarda oturmak zorunda kalıyor. Dönüşüm süreci yalnızca ödeme gücü olanları kapsarsa, yarın yaşanacak yıkımın maliyeti sadece bireylere değil, tüm topluma ve devlete yansır.
1999 Marmara Depremi'nin ardından Türkiye'de başlatılan ve kamuoyunda "deprem vergisi" olarak bilinen Özel İletişim Vergisi (ÖİV), 2004 yılında kalıcı hale getirildi ve bugüne kadar kesintisiz şekilde uygulanmaya devam etti. Bu vergi, başta cep telefonu ve internet faturaları olmak üzere birçok iletişim hizmetinden tahsil edildi. 2025 yılı itibarıyla Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, bu kalemden toplamda yaklaşık 145 milyar TL, yani 40 milyar dolar gelir elde edilmiş durumda. Ancak bu devasa kaynağın afet riski azaltma projelerinde ne ölçüde kullanıldığı kamuoyunda hâlâ büyük bir soru işareti.
Toplanan bu 40 milyar dolar vergi, planlı, kararlı ve şeffaf biçimde afet önlemleri için kullanılmış olsaydı: İstanbul'un en riskli mahalleleri çoktan boşaltılmış, milyonlarca vatandaş güvenli yapılarda yaşamaya başlamış, Afet sonrası iletişim asla kesilmemiş, toplumsal panik değil, kurumsal hazırlık hâkim olmuş olurdu.
Türkiye'nin en kalabalık şehri olan İstanbul, sadece nüfus yoğunluğu açısından değil; ekonomik, lojistik, ticari, finansal ve kültürel yapısıyla da ülkenin en hayati merkezi konumundadır. 16 milyona yaklaşan nüfusuyla Türkiye'nin her beş vatandaşından biri bu şehirde yaşamaktadır.
Şunu da unutmayalım. İstanbul'un büyük bir deprem sonrası devre dışı kalması, sadece bir şehrin çökmesi değil, Türkiye'nin sinir sisteminin, kalbinin ve damarlarının aynı anda durması anlamına gelir. Bu nedenle İstanbul'un depreme karşı hazırlığı, salt bir yerel yönetim meselesi değil, doğrudan bir ulusal güvenlik konusu olarak ele alınmalıdır. Şehirlerin ve devletin fiziksel yapısı kadar, ekonomik ve toplumsal dayanıklılığı da bu bakış açısıyla yeniden yapılandırılmalıdır.
Çünkü İstanbul ne kadar zarar görürse, Türkiye de o kadar zarar görür.
- 1 Mayıs'ın ardındaki gerçek soru: Hangi sistem emekçiye umut olabilir? / 04.05.2025
- Çocuklar yaşarsa millet yaşar / 29.04.2025
- Atatürk mü? Kenan Evren mi? İşte gerçekler / 28.04.2025
- Kaybolan iğne evde aranır / 23.04.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025
- Trump, Netanyahu ve Türkiye: Bölgedeki yeni denge / 15.04.2025
- Hoş Geldin Atatürk penceresinden Haydar Baş / 14.04.2025
- O’nun ışığı her geçen gün daha parlıyor / 13.04.2025