Türk edebiyatının çok önemli ve çok ünlü isimlerinden 1885 doğumlu Ahmet Haşim, tamı tamına doksan yıl evvel kaleme aldığı 'Yeni İstanbul' başlıklı yazısında çarpık yapılaşmadan şikâyet ediyor.
Aklı başında, zerre kadar İstanbul sevdası olan hemen herkesin şiddetle eleştirdiği bugünün İstanbul'unu görebilseydi acaba ne derdi, nasıl bir yazı yazardı demiyoruz, çünkü aynı hassasiyeti taşıyan kalem erbabının yazdıkları ortada.
Çeyrek asırdan beri İstanbul'u yöneten kadronun en tepe isminden "Biz bu şehre ihanet ettik" itirafı geldikten sonra sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Ne yazık ki millet olarak kimimiz bu ihanetin içindeyiz çoğumuz da ne yazık ki seyirci durumundayız ve bu şehre ihanet sürüyor.
Ahmet Haşim, 1928 tarihli 'Yeni İstanbul' yazısında bakın ne diyor:
"Gerçi yangın bir felakettir. Fakat şehremanetinin bazı önemli görevlerini çoğunlukla yangınlar gördüğü için, İstanbul halkı, hanumansız alevlere karşı kendini minnettar addetse yeri vardır. Fatih taraflarının, Hırka-i Şerif'in, Karagümrük'ün eski karanlık sokaklarını, köhne evlerini bilenler, yangınlardan sonra oralarda açılan geniş ve havadar sahalar karşısında, Fransızların dediği gibi, felaketin bir şeye yaradığını görmüşlerdir.
Mamafih, itiraf etmeli ki, nice hüsranlar ve gözyaşlarına mal olan bu hazin nimetten lazım olduğu gibi istifade etmesini bilmedik. Yangın mıntıkasında açılan bulvarların her iki tarafında peyderpey yapılmakta olan küçük, uslupsuz, nizamsız binalar, bir yeni İstanbul'un rüşeymini teşkil ediyor.
Mimari eserler, fazla çirkinliğe, fazla garabete mütehammil değildir. Gülünç bir resim levhasına bakmamak, fena bir şiiri veya ahenksiz bir musikiyi dinlememek suretiyle bunların muzır tesirlerinden ruhumuzu koruyabiliriz, fakat fena mimarın eserinden sakınmak kolay bir iş değildir. Aciz bir muhayyile, fakir bir ruh, yol ortasına dikilmiş taştan koca bir şekle inkılap edince, bütün bir şehrin manevi sihhatini, nesillerce bozmak kudretinde bir tehlike olur. Son senelerin ağlanacak, sahte mimarisi yüzünden değil midir ki, ruhumuzun bedii kabiliyetine delil aramak için eslafın asarına başvurmaktan başka bir çare bulamıyoruz."
Aklı başında, zerre kadar İstanbul sevdası olan hemen herkesin şiddetle eleştirdiği bugünün İstanbul'unu görebilseydi acaba ne derdi, nasıl bir yazı yazardı demiyoruz, çünkü aynı hassasiyeti taşıyan kalem erbabının yazdıkları ortada.
Çeyrek asırdan beri İstanbul'u yöneten kadronun en tepe isminden "Biz bu şehre ihanet ettik" itirafı geldikten sonra sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Ne yazık ki millet olarak kimimiz bu ihanetin içindeyiz çoğumuz da ne yazık ki seyirci durumundayız ve bu şehre ihanet sürüyor.
Ahmet Haşim, 1928 tarihli 'Yeni İstanbul' yazısında bakın ne diyor:
"Gerçi yangın bir felakettir. Fakat şehremanetinin bazı önemli görevlerini çoğunlukla yangınlar gördüğü için, İstanbul halkı, hanumansız alevlere karşı kendini minnettar addetse yeri vardır. Fatih taraflarının, Hırka-i Şerif'in, Karagümrük'ün eski karanlık sokaklarını, köhne evlerini bilenler, yangınlardan sonra oralarda açılan geniş ve havadar sahalar karşısında, Fransızların dediği gibi, felaketin bir şeye yaradığını görmüşlerdir.
Mamafih, itiraf etmeli ki, nice hüsranlar ve gözyaşlarına mal olan bu hazin nimetten lazım olduğu gibi istifade etmesini bilmedik. Yangın mıntıkasında açılan bulvarların her iki tarafında peyderpey yapılmakta olan küçük, uslupsuz, nizamsız binalar, bir yeni İstanbul'un rüşeymini teşkil ediyor.
Mimari eserler, fazla çirkinliğe, fazla garabete mütehammil değildir. Gülünç bir resim levhasına bakmamak, fena bir şiiri veya ahenksiz bir musikiyi dinlememek suretiyle bunların muzır tesirlerinden ruhumuzu koruyabiliriz, fakat fena mimarın eserinden sakınmak kolay bir iş değildir. Aciz bir muhayyile, fakir bir ruh, yol ortasına dikilmiş taştan koca bir şekle inkılap edince, bütün bir şehrin manevi sihhatini, nesillerce bozmak kudretinde bir tehlike olur. Son senelerin ağlanacak, sahte mimarisi yüzünden değil midir ki, ruhumuzun bedii kabiliyetine delil aramak için eslafın asarına başvurmaktan başka bir çare bulamıyoruz."
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024