“Yaz gelmişti. Ahmet şehirde yaşamanın verdiği sıkıntılardan kısa bir surede olsa kurtulmak için yıllık izninde köye gitti. Aslında sıkıntılarının sebebi yaşadığı şehir değildi. Sebep hayat şartları, çalışma koşulları, ekonomik yetersizlikler vs. idi.
Ahmet, dedesiyle dertleşmeye başladı. Dedesi bir hikâye anlattı… Evladım, zamanın sultanının çok sevdiği bir atı varmış. Atı o kadar seviyormuş ki, kim atın öldüğünü söylerse kellesinin vurulacağını, söylüyormuş. Gün gelmiş, at ölmüş. Vezirlerin eli, ayağı tutuşmuş. Şimdi ne yapacağız, sultan atını sorarsa ne diyeceğiz? Diye kara kara düşünürlerken, içlerinden akıllı olan biri, durun! ben hallederim, demiş ve sultanın huzuruna çıkmış.
Sultanım! Hani sizin at var ya! Eee, demiş sultan. Yanına gittim, yatıyordu. Elimi sürdüm, tepki vermedi. Gözleri de kapalıydı ayrıca karnı da şişmişti.
Sultan; Desene bizim at ölmüş. Vezir; Ha, işte sultanım! atın öldüğünü kendiniz itiraf ettiniz…
Hüzünlü gözlerle dedesini dinleyen Ahmet, hafifçe gülümsemiş. Dedesi; Hayırdır evladım, diye sormuş.
Dede, anlattığın hikâye ülkemizin şu an ki durumunu anımsattı. İşsizlik had safhaya çıkmış, çalışanlar hak ettiklerini alamıyor. Bankalar vatandaşın geleceğini bile mühürlemiş. Her tarafta fuhşiyat, hırsızlık, yan kesicilik, dolandırıcılık, cinayet kol geziyor. Yöneticiler halkından habersiz, birilerini mutlu etme gayretine girmişler. Devlet kurumları birbirine düşürülmüş. Devlete, askere, yargıya güven sarsılmış. Terör hem dağda hem şehirde vahşetini sergiliyor…
Dede daha fazla dayanamamış; Evladım desene devlet bitmiş. Bu gerçekleri görüp, halkına önder olacak birisi çıkmadı mı?
Çıktı dedeciğim, çıktı. Menfaat sahiplerinin, halkın kanıyla hayatlarını sürdüren vampirlerin, aydınlık gelecekten rahatsız olan yarasaların tüm karşı koyma ve engellemelerine rağmen bütün gücüyle bu devleti bu milleti kurtarmaya çalışan bir lider şahsiyet çıktı. Adına Haydar Hoca diyorlar. İl, il, kasaba, kasaba dolaşıyor. Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor. O vampirlerin, yarasaların hayallerinin bile ulaşmayacağı şeyleri o elinde tutuyor, halka vaat ediyor. Yakındır dede, yakın. Güneş öyle bir doğacak ki, halkın yüzü aydınlanacak. Vampirler ve yarasalar yok olacak…”
Bu yazıyı 07-04-2010 tarihinde yazmıştım. İki buçuk yıl geçti aradan. Ülkemiz Ahmed’in anlattıklarının ötesinde daha tehlikeli günler yaşıyor. Öyle bir anlayışla yönetiliyoruz ki, iktidar ne derse tersini yapıyor.
Başbakan, terör örgütü ile görüşenin de, görüştü diyenin de, sayıp, dökmüştü. Gün geldi terör örgütü, hükümet tarafından bizzat taraf kabul edildi. Teröristlerin hamisi gururla anılan konuklar listesine girdi. İdam mahkumu terörist başı hükümetin tutunduğu dal oldu.
Ahmet Davutoğlu komşularla “sıfır sorun” diye yola çıktı. Artık yolda kiminle karşılaştı, nerede mola verdiyse ortada dost kalmadığı gibi İran, Irak ve Rusya tetikte, Suriye ile karşılıklı top atışlarımız başladı.
Korktuğum açıklamayı ise AB Bakanı Egemen Bağış yaptı. Suriye’yi birkaç sat içinde yerle bir edebilirmişiz! Allah korusun! Adamlar ne diyorsa tersi çıkıyor yahu… Ali Babacan taa İtalya’dan, Türkiye’nin vergileri arttırmama gibi bir lüksü olduğunu açıkladı. Türk hava sahasına girer girmez içene de, kaçana da, oturana da, bakana da vs. her türlü vergiyi yüklediler. Sırf milletimizin huzuru için… yani…
Dindar nesli hiç sormayın zaten… Fuhuş rakamları, cezaevlerinin ful kapasitede olması, suç işleme yaşının on bir, on ikilere inmesi hangi din ve kimin nesli sorusunu akla getiriyor… Hülasa dün geç kalmıştık. Yarında çok geç olabilir. Şimdiki zamanın kıymetini bilin. Çünkü Sultan, atın yerine başka at bulur ama bizler, Türkiye’nin yerine başka vatan bulamayız.
Ahmet, dedesiyle dertleşmeye başladı. Dedesi bir hikâye anlattı… Evladım, zamanın sultanının çok sevdiği bir atı varmış. Atı o kadar seviyormuş ki, kim atın öldüğünü söylerse kellesinin vurulacağını, söylüyormuş. Gün gelmiş, at ölmüş. Vezirlerin eli, ayağı tutuşmuş. Şimdi ne yapacağız, sultan atını sorarsa ne diyeceğiz? Diye kara kara düşünürlerken, içlerinden akıllı olan biri, durun! ben hallederim, demiş ve sultanın huzuruna çıkmış.
Sultanım! Hani sizin at var ya! Eee, demiş sultan. Yanına gittim, yatıyordu. Elimi sürdüm, tepki vermedi. Gözleri de kapalıydı ayrıca karnı da şişmişti.
Sultan; Desene bizim at ölmüş. Vezir; Ha, işte sultanım! atın öldüğünü kendiniz itiraf ettiniz…
Hüzünlü gözlerle dedesini dinleyen Ahmet, hafifçe gülümsemiş. Dedesi; Hayırdır evladım, diye sormuş.
Dede, anlattığın hikâye ülkemizin şu an ki durumunu anımsattı. İşsizlik had safhaya çıkmış, çalışanlar hak ettiklerini alamıyor. Bankalar vatandaşın geleceğini bile mühürlemiş. Her tarafta fuhşiyat, hırsızlık, yan kesicilik, dolandırıcılık, cinayet kol geziyor. Yöneticiler halkından habersiz, birilerini mutlu etme gayretine girmişler. Devlet kurumları birbirine düşürülmüş. Devlete, askere, yargıya güven sarsılmış. Terör hem dağda hem şehirde vahşetini sergiliyor…
Dede daha fazla dayanamamış; Evladım desene devlet bitmiş. Bu gerçekleri görüp, halkına önder olacak birisi çıkmadı mı?
Çıktı dedeciğim, çıktı. Menfaat sahiplerinin, halkın kanıyla hayatlarını sürdüren vampirlerin, aydınlık gelecekten rahatsız olan yarasaların tüm karşı koyma ve engellemelerine rağmen bütün gücüyle bu devleti bu milleti kurtarmaya çalışan bir lider şahsiyet çıktı. Adına Haydar Hoca diyorlar. İl, il, kasaba, kasaba dolaşıyor. Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor. O vampirlerin, yarasaların hayallerinin bile ulaşmayacağı şeyleri o elinde tutuyor, halka vaat ediyor. Yakındır dede, yakın. Güneş öyle bir doğacak ki, halkın yüzü aydınlanacak. Vampirler ve yarasalar yok olacak…”
Bu yazıyı 07-04-2010 tarihinde yazmıştım. İki buçuk yıl geçti aradan. Ülkemiz Ahmed’in anlattıklarının ötesinde daha tehlikeli günler yaşıyor. Öyle bir anlayışla yönetiliyoruz ki, iktidar ne derse tersini yapıyor.
Başbakan, terör örgütü ile görüşenin de, görüştü diyenin de, sayıp, dökmüştü. Gün geldi terör örgütü, hükümet tarafından bizzat taraf kabul edildi. Teröristlerin hamisi gururla anılan konuklar listesine girdi. İdam mahkumu terörist başı hükümetin tutunduğu dal oldu.
Ahmet Davutoğlu komşularla “sıfır sorun” diye yola çıktı. Artık yolda kiminle karşılaştı, nerede mola verdiyse ortada dost kalmadığı gibi İran, Irak ve Rusya tetikte, Suriye ile karşılıklı top atışlarımız başladı.
Korktuğum açıklamayı ise AB Bakanı Egemen Bağış yaptı. Suriye’yi birkaç sat içinde yerle bir edebilirmişiz! Allah korusun! Adamlar ne diyorsa tersi çıkıyor yahu… Ali Babacan taa İtalya’dan, Türkiye’nin vergileri arttırmama gibi bir lüksü olduğunu açıkladı. Türk hava sahasına girer girmez içene de, kaçana da, oturana da, bakana da vs. her türlü vergiyi yüklediler. Sırf milletimizin huzuru için… yani…
Dindar nesli hiç sormayın zaten… Fuhuş rakamları, cezaevlerinin ful kapasitede olması, suç işleme yaşının on bir, on ikilere inmesi hangi din ve kimin nesli sorusunu akla getiriyor… Hülasa dün geç kalmıştık. Yarında çok geç olabilir. Şimdiki zamanın kıymetini bilin. Çünkü Sultan, atın yerine başka at bulur ama bizler, Türkiye’nin yerine başka vatan bulamayız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Erdoğan dünyanın derdi ile meşgul / 22.05.2025
- ‘Türkiye yüz yılı’ dediler, yüz yılın kumpasına ortak oldular / 21.05.2025
- Sevr’i bitirdiğimiz 19 Mayıs ruhu ile BOP’u da bitirebiliriz / 19.05.2025
- Ahtapot / 18.05.2025
- Anadolu’da hayvan yetişmiyor mu? / 17.05.2025
- Birileri unutsa bile tarih unutmaz / 16.05.2025
- Hüseyin Baş’a 8 yıl istemişler / 15.05.2025
- Barışa değil bölünmeye gidiyoruz / 13.05.2025
- Suikasttan itibar çıkarmak / 12.05.2025
- Her şartta alkışlayanlar ve her şartta karşı olanlar / 11.05.2025
- ‘Türkiye yüz yılı’ dediler, yüz yılın kumpasına ortak oldular / 21.05.2025
- Sevr’i bitirdiğimiz 19 Mayıs ruhu ile BOP’u da bitirebiliriz / 19.05.2025
- Ahtapot / 18.05.2025
- Anadolu’da hayvan yetişmiyor mu? / 17.05.2025
- Birileri unutsa bile tarih unutmaz / 16.05.2025
- Hüseyin Baş’a 8 yıl istemişler / 15.05.2025
- Barışa değil bölünmeye gidiyoruz / 13.05.2025
- Suikasttan itibar çıkarmak / 12.05.2025
- Her şartta alkışlayanlar ve her şartta karşı olanlar / 11.05.2025