Sanal âlem ahlaki açıdan insanları gerçek hayatta kabul gören değer yargılarından, toplumu ayakta tutan ahlaki kuralların dışına çıkmaları konusunda büyük bir özgürlük alanı açıyor ve bu özgürlük alanı öncelikle sosyal medya üzerinden çok büyük bir yozlaşmaya sebep oluyor.
İnsana şerefini, onurunu kazandıran milli ve manevi değerleri yok etmek için çok ciddi hamleler yapıyorlar. Yalan, asılsız haberler, iftiralar, karalamalar vs. ile insan onuruna zarar veren fitnelerle çok büyük sorunlar insanların ve toplumun kucağına bırakılıyor.
İlahi kelamda Allah (c.c) ne buyuruyor "Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha şiddetlidir."(Bakara 191)
Günümüz de maalesef sosyal medyanın birçok platformu adeta fitne fabrikası gibi çalışıyor.
Sürekli gündemde kalmak isteyen kullanıcılar akla hayale gelmeyen haberlerle, iftiralarla birçok insanın adeta haysiyet celladı oluyorlar.
Bilen için çok büyük bir vebal, aynı zamanda çok büyük bir kul hakkı. Bilene, görene, köre ne!
Çoğu sosyal medyada mahremiyetin, hakkın, hukukun, saygının kalmadığını, çöktüğünü görüyoruz. Koronadan, pandemiden belki daha tehlikeli sonuçlarla karşılaşacağız.
Gençlerde uykusuzluğun, kaygının, depresyonun, intihar girişimlerinin, anti sosyal davranışların, tedbirler alınmazsa artarak devam edeceğini söyleyebiliriz.
Bu çocuklar daha karanlık ve daha endişe verici bir aleme gömülmeye çalışılıyor.
Sonuç olarak sosyal medya amacı dahilinde, bilinçli bir şekilde kullanılması tavsiye edilmekte.
18 yaş altındaki çocukların sosyal medyaya bağımlı olmaması için aile bireylerin bu konuda tedbirler alması gerekir.
Yine çocuklara fenomen olma hayali yerine, onlara daha yaratıcı fikirler sunarak eğilimlerini yönlendirebiliriz. Sosyal medyanın bağımlılık yapması ile beraber insanlarda a sosyal yaşam tarzı başlar.
Bunun önüne geçebilmek adına gerek çocuklar, gerek yetişkinler için önlemler alınmalıdır.
A sosyal yaşam tarzı insanları körelterek; üretmekten, aile ve akraba ilişkilerinden, insanlar arası yüz yüze etkileşimden, iş hayatındaki performanslardan alıkoyar.
Her zaman belirttiğimiz gibi önce insan kazanılmalıdır. İnsan bozulunca, kirlenince her yer bozuluyor, her yer kirleniyor.
İnsanlığın düşmüş olduğu bu çukurdan çıkarmaya batılı değerlerin, psikoloji biliminin yetmeyeceğini söyleyebiliriz. Batı dünyası özellikle iki yüz senedir çok büyük bir kriz yaşıyor.
Batı, Hıristiyanlık çökünce, önce akıllarına sığındılar.
Vahye ihtiyaçları olmadan akılla her şeyi çözeriz zannettiler.
Teknoloji çok çabuk ilerledi ama artçıları gecikmedi, kaçınılmaz son, çevrenin ve insanın ifsadı…
Ve sonuç kirlenen, yok olan bir çevre, bozulan çürüyen bir insanlık.
Tanrıdan ümidini kesen batı; dünyayı, insanı tabiri caizse, nefsine, heva ve hevesine şeytana teslim etti. Şeytana, karanlığa adeta tapmaya başladı.
Zifiri karanlık olan, düşünce ve izimlerin kontrolüne girdiler. Küresel çapta bir ifsat politikasıyla insanlığı teslim aldılar.
Biz Müslümanlar da maalesef hala derin uykudayız.
Peki, ne yapabiliriz, öncelikle irfan medeniyetinin evlatları olarak kalbi iyi tanımalıyız. Kalbi terbiye etmeliyiz, kalbine hakim olan kişi bütün cihana hakim olur.
Çünkü onun artık tek ve yegane dayanağı rabbidir. Allah (c.c) "Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar. İşte asıl gafiller onlardır" buyuruyor. (A'raf Suresi 179) Bu ayet-i kerimeden asıl düşünme, görme, işitme yerimizin kalbimiz olduğunu öğreniyoruz.
Hz. Ali'ye (r.a) sormuşlar, akıl insanın neresindedir? Verilen cevap müthiş "Akıl insanın kalbindedir." Yani insanın hakikati bulması için beyin yeterli olmuyor.
Gönle ışık düşmeli, ışık olmazsa göz neye yarar. O halde kalbi, bu sanal medyanın içinde kaybolmasına, teslim alınmasına, gönle düşecek o kutlu ışığı yok etmesine müsaade etmemeliyiz.
Özgür insan kendine hâkim olandır. Bu da ancak terbiye edicimiz olan Rabbimizin onun Resulü ve Ehl-i Beyt'in ölçülerine uymakla mümkündür.
O ölçüleri hayata geçirmekle mümkündür.
Yoksa Rabbimizin çerçevesini çizdiği hayat programının dışına çıkıldığı zaman insan dengesini kaybediyor, dengesini kaybeden insan da hayvanlardan aşağı bir noktaya yuvarlanıyor.
Hürriyetini kaybediyor.
İnsanlığını, adamlığını kaybediyor.
Nefsinin kontrolüne giriyor.
Nefsi besleyen güçlerin oyuncağı oluyor.
Hem dünyasını hem de ahiretini mahv ediyor.
Allah böyle kötü bir akıbetten hepimizi korusun, sonumuzu hayr eylesin.
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025




































































































